A password will be e-mailed to you.

Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün İngilizce çevirisinin, ocak ayı başında Penguin Classics etiketi altında yayınlanmasının ardından, yazarımız Nurinisa Eroğlu, romana ilişkin düşüncelerini Sanatatak okurları için yazdı.

İki kuşak öncesinden miras, insafsız bir vasiyetin yükü altında, manen ve madden fakir düşmüş bir babanın oğlu.
Saatlerin usta ‘akortçusu’ Muvakkit Nuri Efendi’nin titiz ve dikkatli öğrencisi.
Abdülhamid’in uzun yıllar sürmüş saltanatının ardından gelen ‘Hürriyet’in,  yüzlerce kişilik konağını darmadağın etmesini şaşkınlık ve üzüntüyle izleyen Abdüsselam Bey’in ahbabı. Akıllı ve vicdanlı Emine’nin eşi. 
En az annesi kadar temiz ve hep öyle kalacak Ahmed’in babası.
Düzenbazın ta kendisi Seyit Lütfullah’ın ve altın imal etmek için hayatını takas eden, tutkulu Aristidi’nin arkadaşı.
“Psikanaliz icat olduğundan beri herkes bir miktar hastadır” diyen Dr. Ramiz’in hastası.
Bir dönem İspiritizma Cemiyeti üyesi olan ve orada birbirinden tuhaf insanlar ve hikâyelerle tanışan, hatta bir de yasak aşk rüzgârında savrulan… 
Kendisini,  “Doğru dürüst okumadım. Cahil bir adamım…  İyi kötü biraz saatten anlarım.” diye tarif eden…
Halit Ayarcı’nın “Sana yeni bir sen lazım!” diye yeniden yarattığı Hayri İrdal.

Artık Pakize’yle evli. Büyük baldızı ud çalıp, şarkı söylüyor. Dahası, sahneye çıkmak onun en büyük isteği. Bir akşam, Halit Ayarcı’yla içki masasında sohbet ederlerken, Hayri İrdal kifayetsiz ve muhteris baldızından söz ediyor: “Sesi çirkin, kabiliyetsiz, cahil. Isfahanla Mahuru, Rastla Acemaşiranı birbirinden ayıramıyor. Kulağı yok. Bu şekilde musikisi beğenilemez.”

Buna karşılık,  Ayarcı’nın teşhisi:  “Siz idealistsiniz. Realiteyi görmüyorsunuz.”

Cevaben –zavallı–  Hayri İrdal, “Ben mi realist değilim? Realist olmasaydım size vakayı böyle anlatabilir miydim? […] Ben öyle sanıyorum ki her şeyi olduğu gibi görenlerdenim. Hatta fazla realistim, rahatsız edecek kadar…” dedikten sonra, Ayarcı’nın akıllara ayar veren realizm tanımı. Kemerlerinizi bağlayın:

“Realist olmak hiç de hakikati olduğu gibi görmek değildir. Belki onunla en faydalı şekilde münasebetimizi tayin etmektir. Hakikati görmüşsün ne çıkar? Kendi başına hiçbir manası ve kıymeti olmayan bir yığın hüküm vermekten başka neye yarar?
[…]
Hakikati olduğu gibi görmek…Yani bozguncu olmak…Evet bozgunculuk denen şey budur, bundan doğar. Siz kelimelerle zehirlenen adamsınız, onun için size eskisiniz,  dedim. Yeni adamın realizmi başkadır. Elimde bulunan bu mal, bu nesneyle, onun bu vasıflarıyla ben ne yapabilirim? İşte sorulacak sual.
[…]
Newton başına düşen elmayı, elma olmak haysiyetiyle mütalaa etseydi, belki çürümüş diye atabilirdi. Fakat o böyle yapmadı. ‘Şu elmadan nasıl istifade edebilirim?’  diye kendine sordu. ‘Azami istifadem ne olabilir?’ dedi. Siz de öyle yapın! Baldızım musikiden başka bir şeyde muvaffak olmak istemiyor. O halde elimde iki rakam var. Baldızım ve musiki. Birincisini değiştiremeyeceğimize göre, ister istemez ikincisi hakkında fikirlerim değişecek.”


Tanpınar, İmparatorluk-Cumhuriyet kavşağında ‘mazi’ ile ‘istikbali’  tartışırken, “Elimizde, bir iki mimari eser dışında musikimizden başka bir şey yoktur” diyen bir adam. Baldız-musiki mevzu bu yüzden önemli ve simgesel değeri yüksek.

Saatleri Ayarlama Enstitüsü, muhteşem ironisinin yanı sıra, ‘Yalan’ı böyle anlattığı için unutulmaz bir roman. Fütursuz, organize ve aleni olan yalan, yalnızca kargadan bülbül çıkarmıyor romanda; bunun yanı sıra,  hayatın ve zamanın altını üstüne getiriyor.

Halit Ayarcı,  realitenin ‘aklını başından alan’,  en önce kendisini, sonra etrafını, derken bütün memleketi olmayacak yalanlara inandıran büyük bir adam! “Ona öyle demezler…” üslubunun köşe başını tutmuş; amaca giden yolda, metafizikten matematiğe,  ‘üçe beşe bakmadan’ her şeyi, herkesi aynı torbada buluşturup üzerine enstitü kuran biri.

Yalanla ne güzel yürüyor işler! Eş, dost, hısım, akraba; kimisi miskin, kimisi kafayı sıyırmış; yapacağı işle ilgili en küçük bir fikri olmayan kim varsa, yalanın en güzel yuvasına  –bürokrasi– ne güzel yerleşiveriyor!

Esas önemlisi, ne çok inanan var! Kimi safiyane, kimi azimli, hatta kimi neşe içinde… Nitekim Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün klasik olması bu yüzden değil mi? Yalanın,  insanlık tarihi kadar eski hikayesi, her ‘vakit’ güncel. O yüzden dememiş mi zaten Arşimet: Bana usturuplu söylenmiş bir bukle yalan verin,  dünyanın altını üstüne getireyim!

Saatleri Ayarlama Enstitüsü, ‘talihin,  hayatını herkes gibi yaşamasına müsaade etmediği’ küçük ve namuslu bir adam olan Hayri İrdal’ın yoldan çıkmasının hikâyesi.

Dekor, klasik Tanpınar dekoru: Saatler, aynalar, rüyalar, eşyalar ve elbette İstanbul’un sokakları, evleri; gelenek, gelecek, kader, çözülme, yok olma ve sonrasında yeniden…

Her okumada ayrı bir detay, ayrı bir keşif, ayrı bir yorum yaratacak kadar zengin ve çağrışımlı bir roman. Ders gibi, şiir gibi, beste gibi, kendi gibi… Tek kelimeyle: Mükemmel. 


Yazının Notları:

1.Saatleri Ayarlama Enstitüsü, dünyanın en saygın yayınevlerinden biri olan Penguin tarafından yayınlandı. Romanın İngilizce çevirisi, aynı dilde daha önce Archipelago Books tarafından yayınlanan Huzur romanının yeniden okunmasını da tetikleyecek. Ya da tersi. Her iki durumda da bizi kıvandıran, Tanpınar’ı orijinal dilinden, o muhteşem Türkçesi ile okuyor olmak; onun romanları, hikâye ve denemelerinden Türkiye’nin tarihine gitmek; tarihteki yolculuktan tekrar ona dönmek. Bu anlamda imtiyazlı vaziyetimiz –Tanpınar’ın üslubuyla ifade edersek– bir ömrün en güzel maceralarından biri.

2.Bir rivayete göre Tanpınar okurları, Huzurcular ve Saatleri Ayarlama Enstitüsücüler diye ikiye ayrılıyor. Tam ortada olmanın keyfini yaşayanlar da var. Bu noktada, yalnızca kendisine ait değil; üzerine yazılmış tüm külliyatın da okuru olarak, yazarın her bir eserini ayrı ayrı kutsuyorum. Hatta Sophie’s Choice kıvamında bir sadizmle karşı karşıya olunacaksa bile son kararım, imkânsız ve gerçek olan:  Hepsi.

3.Türk Edebiyatı’nda geleneğin en iyi anlatıcısı olan Tanpınar, aynı zamanda bir fütürist. Ek olarak Ahmet Hamdi Tanpınar, İstanbul’un en estetik ve yüksek kalitedeki ansiklopedisti. Kendisi, şehrin filozofu aslında. Buna rağmen, bunca  yerel seçim gelmiş geçmiş, adını anan yok! Gerçekten şaşırtıcı ve ümitsiz bir durum. “Milyonlarca insanın yaşadığı böyle bir şehirde,  bu kadar ‘reel’ dert dururken, Tanpınar  ‘idealizminin’ seçimlerde işi ne?” diye mi düşünülüyor bilemiyorum. Eğer böyleyse, yanılgının ve Tanpınar’ın hazinesinden haberdar olmamanın ta kendisi bu! Yazık.  

4.Bu vesileyle, Tanpınar’ın bir dönem ikamet ettiği Narmanlı Han ile ilgili güncel gelişmelerin de takipçisi olmamız gerekiyor. İstanbul’un adaylarından bu konuda bir vaat duyma imkânımız olacak mı acaba?

5.Bir kelam da başlığa dair: Menhus ve Mübarek, aynı ‘şey’in iki ismi. Bu isimlerin hikâyesi, ‘Realitenin türlü çeşit halleri’ başlığı altında okunabilir. 

6.Son not: Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde de,  Huzur’daki gibi, yine Doktor-yine Beethoven var. Aşağıdaki link bu nedenle ve ikinci evliliğinde Tolstoy gibi çok mutsuz olan Hayri İrdal’a ithaf niyetine… Piyanoda, bütün dünyaya dinlettiği müziğinde İstanbul ve onun renklerine giderek ağırlık veren Fazıl Say; kemanda, Patricia Kopatchinskaya. 

http://www.youtube.com/watch?v=OF9fneQ50Us

Daha fazla yazı yok
2024-10-31 23:54:07