Ortadayken hayat güzel mi, değil mi? Müslüm Gürses’in Veda’sı nasıl bir veda peki?
Ruhi Mücerret’in 82. sayfasında denk gelince yukarıdaki (başlıktaki) cümleye, Müslüm Baba’yı yazmak geldi içimden. Nedense. O da albümünde ‘hayat bana zordu; ama güzeldi’ diyordu. Söylediği türkülerin birinde de ‘bu benim bahtımı kara yazmışlar’ dizesi geçiyordu. Bahara dönmeyen kışlar, yaşarken yaşayamayan insanlar. Veya: baharı bekleyen mevsimler, yaşamayı umut eden hayatlar.
Yeraltı. Yukarıya bakma hevesi. Oraya imrenme. Fakat hiç orada olamayacak olmanın verdiği imkânsızlık. Bu ‘imkânsızlıktaki imkâna’ tutunma. Varsa eğer arabesk, benim nazarımda karşılığı budur. Olmayacak dua, gelmeyecek sevgili, gerçekleşmeyecek hayal. Hayal ile hakikat.
Arada kalmış bir müzik değildir arabesk. Bizatihi aradır. Kente uyumsuzluk da değildir. Olmayan kenttir aksine. Ayrıca çok da uyumludur. ‘Viski ve lahmacun’ klişesi de açıklayamaz onu. Klişenin kendisidir nitekim. Klişeler doğrudur. ‘Doğru, bütündür’ der Hegel. ‘Bütün, yanlıştır’ der Adorno.
Hangi doğrudan bahsediyoruz? ‘İtirazım Var’ diyen Müslüm Baba mı doğruydu yoksa ‘İhtiyacım Var’ diyen mi? Hangisi yanlıştı? Ne görmek istiyoruz biz? Neyi görmek istediğimi bilmiyorum. Ne gördüğümü biliyorum ama. Ve bu ‘ama’lar çoğaldıkça içimizdeki arabesk de çoğalıyor. Zaten belirsizliktir arabesk. ‘Belirsizlik düşünme anıdır’. Düşünmek mutsuz eder insanı. Mutsuzluktur Müslüm Baba. Mutsuzluktaki mutluluktur o. Tutunamayanların tutunacak dalıdır. Yaşamak yeraltındakilerin de hakkı. Yaşamak Müslüm Baba’nın da hakkıydı. Eğer burada itiraz edilecekse bu itiraz Müslüm Gürses’e değil de yaşamı ‘home theater’a sahip olmayla eş tutan, Coca-Cola içmeye indirgeyen ‘bakışa’ edilmeli. Daha evvel de yazmıştık, Müslüm Baba şimdi ölmedi. Ortaya gelince öldü. Hepimiz ortaya gelince öldük. Kıyıdayken, kenardayken belki hayat zordu; ama güzeldi. Ortadayken hayat kolay; ama güzel değil.