Alix Marie’nin Türkiye’deki ilk kapsamlı sergisi Ana / Ada, Türkiye Fransız Kültür Merkezi’nin desteğiyle Ankara ve İzmir’de eş zamanlı ziyarete açıldı. Sergi, sembollerin kültürel sürekliliği ve bedenin temsil politikaları etrafında şekillenen bir araştırma sürecinin ürünü. Sanatçının Ankara’da Ka ve İzmir’de Çatı bağımsız sanat alanlarıyla kurduğu diyalog, yalnızca mekânsal değil, aynı zamanda tarihsel ve malzeme temelli bir karşılaşmaya da zemin hazırlıyor. Geleneksel Anadolu motiflerinden yola çıkan Marie, doğurganlık, bereket ve koruma gibi kadim temaları, çağdaş ekolojik ve toplumsal kırılmalar bağlamında yeniden düşünürken; yerel üretim teknikleri ve malzemeleriyle kişisel ve kolektif hafızalar arasında çoğul bir anlatı inşa ediyor.
Ana / Ada iki ayrı bağımsız sanat mekânında sergileniyor: Ankara’da Ka ve İzmir’de Çatı Sanat Alanı. Bu şehirler ve mekânlarla etkileşiminiz sanatsal sürecinizi nasıl şekillendirdi? Uluslararası alanda aktif bir sanatçı olarak, Türkiye’deki bağımsız sanat mekânlarıyla işbirliği yapmak size nasıl bir özgürlük ya da fırsat alanları sağladı? Karşılaştığınız zorluklar nelerdi?
Hemen her projede beni zorlayan iki konu oluyor; zaman ve para! Ana / Ada özelinde ise altı ay içerisinde, uzaktan, tamamen yeni işlerden oluşan iki kişisel sergi üretmek gerçekten zor oldu. Ka’dan Oğuz Karakütük beni Türkiye’de sergi açmaya davet ettiğinde böyle bir talebi olmamıştı ama serginin yapılacağı mimari ya da coğrafi mekâna göre iş üretmeye dayalı bir çalışma tarzı benimsediğim için, bu sergilere özel yeni bir proje üretmek istedim.
Her ne kadar araştırmanın başında Ankara ve İzmir’e kısa süreli saha ziyaretleri yapmış olsam da işler Paris’teki atölyemde geliştirildi. Bu nedenle, Türkiye’de üretimi nasıl gerçekleştireceğim ve malzemeleri yerel olarak nasıl temin edeceğim gibi pek çok konuyu Ka ekibiyle sergilerden önce yapılan çevrim içi toplantılar ve yazışmalarla çözmem gerekti.
Bağımsız sanat alanlarıyla çalışmak üretim sürecinde bana özgürlük sağladı. Sıra dışı gelebilecek, zorlayıcı fikirlere herkes destek verdi. Şunu da söylemeliyim ki insani bir deneyim olarak Ka ve Çatı’daki ekiplerle çalışırken tanık olduğum nezaket ve cömertlik beni derinden etkiledi. Sanat dünyasında kolay karşılaşmayacağımız deneyimler bunlar.
Anadolu kilimlerinden alınan motifler ile kişisel veya mitolojik anlatılar arasında bir bağlantı kuruyorsunuz. Geleneksel semboller, çağdaş sanat bağlamında yeniden yorumlandığında size göre nasıl bir potansiyel barındırıyor?
Sembollerin ve mitlerin kalıcılığı beni hep büyülemiştir. Motiflerin özellikle kadınlar arasında nesiller boyunca aktarılmış olması, beni kilimlerin tarihine çeken unsurlardan biriydi. Sembollere karşılık gelen motifler, bizi geçmişte neyin önemli olduğuna geri götüren gizli bir alfabe içeriyor; ben de bunu fotoğrafın ve kille dökümün doğrudan anlatımıyla aktarmak istedim.
Doğurganlık, bereket ve koruma olmak üzere üç kategoriye uyan semboller, o dönemin yaşam koşulları açısından anlamlıydı; bugün ise bize bu meselelerden ne kadar uzak olduğumuzu sorgulatıyor. Bu üç tema hayatta kalma meselesiyle doğrudan ilişkili olduğu için günümüz bağlamında, örneğin doğurganlığı iklim krizi ve yıkıcı tarım politikalarıyla ilişkilendirerek düşünmek oldukça ilgi çekici.

photography credit ibrahim karakutuk
Eli Belinde gibi motifler hem tarihsel hem de güncel toplumsal cinsiyet söylemleriyle örtüşüyor. Bu tür figürlerle kurduğunuz ilişkiyi feminist sanat tarihi ya da günümüzdeki temsiliyet tartışmaları bağlamında nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hemen her işimde bedenin temsili üzerine çalışan bir sanatçıyım. Shredded (2019) projemde olduğu gibi sıklıkla toplumsal cinsiyet kalıplarıyla ve vücut geliştirme kültürüyle oynuyorum. Özellikle kadın bedenini tasvir ederken bedenleri içten ve gerçekçi bir şekilde göstermenin ve erişilmesi imkânsız kapitalist güzellik standartlarına karşı durmanın gerekliliğine inanıyorum, çünkü bu standartlar insanlara büyük zararlar veriyor. On yıl önce ilk çalışmaya başladığımda çok fazla sansür vakasıyla karşılaşmazken, bugün çok daha fazla pürüzlerin çıkması, bazılarımızın ne kadar geri adım atma zorunda kaldığını gösteriyor ki bunlar, içinde bulunduğumuz tehlikeli zamanların bir göstergesi bana göre.
Ada ile birlikte – işlerimde sıkça olduğu gibi – araştırma süreciyle kişisel hayatım arasında bir paralellik oluştu. Yakın arkadaşlarımdan ondan fazlası aynı dönemde hamile kaldı ve bu hem sıradan hem de olağanüstü deneyim etrafında dönen pek çok sohbet sonucunda, konuya birçok düzeyde ilgi duymaya başladım. Her şeyden önce dönüşüm (metamorfoz), pratiğimin merkezinde yer alıyor ve hamilelik de aynı anda hem fizyolojik hem psikolojik hem de kişisel bir dönüşüm; üstelik birçok kişi tarafından deneyimlenen ortak bir hâl. Ayrıca arkadaşlarımla yaptığım görüşmelerde, toplumsal, bireysel düzeyde ve feminizmle ilişkili olarak hâlâ keşfedilmesi ve çözümlenmesi gereken çok şey olduğunu fark ettim.
Son olarak, sanat tarihinde, özellikle kadın sanatçılar tarafından yapılmış eserlerde hamile beden temsiline yeterince yer verilmediğini gördüğüm için bu konuya yöneldim. Batı kültüründe hamile beden genellikle erkek sanatçıların elinden çıkan Meryem Ana imgeleriyle temsil ediliyor. Bu yüzden Eli Belinde motifine ve onun Ana Tanrıça ile Çatalhöyük bağlantısına referans vermek benim için önemliydi.
Kadife, seramik ve tekstil gibi geleneksel ve yerel malzemeleri kültürel ve simgesel anlamlarıyla birlikte kullanıyorsunuz. Çalışma pratiğinizde malzemelerin politik potansiyeli sizin için ne ifade ediyor; yaklaşımınız nedir?
Seramik ve kumaş, pratiğimde tekrar tekrar kullandığım malzemeler; aynı zamanda kilim tarihiyle de bir bağları var çünkü motiflerin kökeni seramiğe dayanıyor. Farklı malzemelerle sürekli olarak denemeler yapıyorum ve üzerinde çalıştığım konuyla tarihsel ve simgesel bir bağı olanları özellikle seçiyorum. Ayrıca yerel ve doğal malzemelerle giderek daha fazla çalışmaya çabalıyorum; bu yüzden Konya’dan tuz kullanmaya ve İzmir’in tarihine gönderme yapan kumaşlarla çalışmaya karar verdim.
Tarih boyunca ve farklı kültürlerde tuz, dinsel ritüellerde, bağlayıcı antlaşmalarda ve koruyucu tılsımlarda önemli bir rol oynamış; bu da serginin üç ana teması olan doğurganlık, bereket ve korumayla örtüşüyor. Büyükbaş hayvanlar için üretilmiş tuz bloklarını kullanmam, malzemeleri kolay ulaşılabilir yerlerden temin etme ve onları özgün bağlamından çıkararak yeniden işlevlendirme alışkanlığımın bir örneği. Ayrıca seramik ve kumaş gibi, genellikle kadınlara özgü bulunan ya da ev içiyle ilişkilendirilen malzemelerle de çokça çalıştım. Mekânda yer kaplayan enstalasyonlar üretmekse, eğitimim sırasında aldığım bir feminist tavsiyeye dayanıyor: bir kadın olarak hem mecazi hem de fiziksel anlamda alan kaplamaktan çekinmemek.
Tarihsel anlamlar taşıyan malzemeleri ele alıp onları yeni bir yöne taşımaya çalışmam da; dönüşüm potansiyeli yüksek malzemelere yönelmem de metamorfoz fikrine ve yeni anlatılar arayışına bağlanıyor.

photography credit oğuz karakutuk
Ankara ve İzmir’de çalışmak, sizce gelecekteki işlerinizde nasıl bir iz bırakacak?
Bana göre bir sanatçının pratiği zamanla inşa olur ve önemli olan tekil işlerden ziyade ortaya çıkan bütünlüklü eserler dizisidir. Eserlerin anlamı da bağlama göre değişir. Bu yüzden burada yeni fikirler deneme fırsatına sahip olmak benim için gerçekten önemliydi.
Daha önce Sucer La Nuit (2019) adlı işimde Himalaya tuzuyla çalışmıştım ama ham tuz blokları benim için yeni bir malzeme haznesi oldu. Tarımsal amaçlı tuz bloklarıyla atölyemde bazı testler yapsam da Ana kadar büyük ölçekte hiç çalışmamıştım. Tuz bloklarıyla çalışmayı sürdüreceğim; halihazırda eylül ayında Arter’de gerçekleşecek bir grup sergisi için bu malzemeyle yeni bir iş geliştiriyorum.
2017’den beri kumaş üzerine fotoğrafla çalışıyorum ama Ada sergisinde olduğu gibi mekanı çevreleyen ve fresk fikrine karşılık gelen bir duvar yerleştirmesi daha önce yapmamıştım. Ada, şu ana dek yaptığım en barok iş oldu ve bunu denemek benim için önemliydi. Bu çalışma dizisi farklı biçimlerde yaşamaya devam edecek—umarım bir kitaba da dönüşür!
ANA
Ka Görsel Kültür ve Sanatsal Düşünce için Mekan, Ankara
29 Nisan – 28 Haziran 2025
ADA
Çatı Açık Sanat Alanı, İzmir
6 Mayıs – 28 Haziran 2025