A password will be e-mailed to you.

Geleceği bilmiyoruz ancak ihtimaller belli; iklim değişikliği, değişecek demografiler ve jeopolitika gibi. Tek garantimiz ise değişikliğin ta kendisi, hem kötü hem iyi olarak. Sanatçıların bu değişime ne tepki vereceğini ve sanatın şimdiki ve olası görevlerini düşünmek oldukça dikkate almaya değer bir uğraş.

Araştırmalara göre 2040 yılında insan eliyle değişmiş bir iklimin sonuçları kaçınılmaz hale gelecek, böylece gündemin ve sanatın en önemli konusu olacak. Geleceğin sanatçıları insan sonrası ve insan eliyle değişmiş bir dünya olgusuyla savaş vermek zorunda kalacak. Yapay zeka, uzayda kurulan insan kolonileri ve olası bir kıyamet de cabası.

Kimlik politikası çevresinde gelişen #MeToo ve Black Lives Matter gibi eylemler, sınır politikaları ve mülteciler gündeme oturdukça büyümeye devam edecek. Sanat inanılmaz bir miktarda bir kapsama ulaşacak ve belki de alışık olduğumuzun dışında bir sanat anlayışıyla karşılaşacağız. Gelecekte, bütün hayatımızın gözler önüne serili olmasından, mahremiyetin yok olmasından gına gelindiğinde belki de anonimlik, şöhretten daha rağbet görecek. Milyonlarca beğeni, takipçi yerine, gerçeklik ve hakiki bağlantıların özlemiyle yanıp tutuşacağız. Böylece sanat, daha kolektifleşerek ve deneyselleşerek, bireysellik bariyerini yıkacak.

Daha kapsamlı bir sanat dünyası mı?

Hayes’in AfriCOBRA: Nation Time adlı sergisi, Mayıs ayında açılacak olan 2019 Venedik Bienali‘nin resmi bir etkinliği olarak seçilerek, zamanında az bilinip ve pek kabul görmeyen güney Şikagolu bir grup siyahi sanatçının 1960’taki işlerini uluslararası bir kitleye duyurdu.

“20 yıl içinde sanat, sanatçıların yol göstermesiyle değiştiğinde, kurumların sadece içlemsel olmaktan çıkıp sanatın farklı sunuş biçimlerinden haberdar olmasını umuyorum, tabii bu da sadece daha kapsamlı bir küratör takımının olmasıyla değil, liderliğin de bu yönde gelişmesiyle ancak mümkün” diyor Hayes.

Senegalli sanatçı ve küratör Modou Dieng, BBC Culture ile yaptığı konuşmada “sanatın geleceği siyah” diyor. Bugün, Afrikalı, Afrikalı Amerikalı, Afro Avrasyalı ve Afro Latin sanata dünya çapında bir eğilim gözlemleniyor, Afrikalı sürgün artistlerin siyahi vücut ve sömürgecilikten farklı nitelikli çalışmalarıyla başlamış olarak. Siyahi soyutlama, küratörlük ve performansları ilgi odağını almış durumda. Özgürlüğünü yeni kazanmış ve hâlâ kimliğini aramakta olan Senegal’de büyürken “göç etmeyi bir sorun değil, çözüm olarak gördük” diyor, eserlerinden bazıları Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanlığı’nda kalıcı sanat eseri olarak sergilenen Dieng.

Hayes ve Dieng tarafından öngörülmüş bu değişim, şimdi gördüğümüz siyahi, Latin, LGBTİ+, dışlanmış, feminist ve “diğer” sanat akımlarının doğuşunu anlatmaya yetmiyor, çünkü bu akımların hepsi derin birer geçmişe sahip. Bize anlatmaya çalıştığı şey ise daha kapsamlı ve avrosentrik bakış açısından kendini arındırmış piyasa ve kurumların bu yeni soluk hareketlenmeleri bağrına basacağı.

Aktivizm sanatı nasıl değiştirecek?

Aktivist-sanat akımları sorumluluğu ele alan trendlerin her zaman habercisi olmakla birlikte, sanat dünyasındaki köklü yetki ve güç dinamiklerinin, kara paranın da ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Decolonize This Place adlı, kendini “Yerel mücadeleler, siyahilerin özgürlüğü, Filistin’in bağımsızlığı, ücretli çalışanların hakları ve kentsel nezihleştirmeye karşı aktif mücadele veren” bir sanatçı ve aktivist grubu olarak tanımlayan oluşum, şu an New York’ta “Whitney Museum of Art”ın genel başkan yardımcısı ve protestoculara karşı kullanılmak üzere biber gazı üreten bir şirketin sahibi olan Warren B. Kanders’a karşı protestolar düzenlemekte.

Decolonize This Place hareketinin sanatçı-aktivist üyeleri, ortaya çıkardıkları karışıklarla kurumlara rahatsızlık vermiş ilk grup değil. Birinci Dünya Savaşı sırasında kendilerine Dada ismini koymuş bir grup sanatçı, savaşın anlamsız şiddetine protesto etmek için düzen bozan, deneysel eylemlerde bulunmuştu. Dada yirminci yüzyılın en radikal avangart akımı olarak kabul ediliyordu, bu gruptan önce de 1960’taki Fluxus akımına tabi sanatçılar artistik ve sosyal izlenimleri değiştirmek için benzer yöntemler kullanmıştı.
Bu edimsel eylemlerin alevlendirdiği ateşin meşalelerini Paul McCarthy ve Robert Mapplethorpe gibi sanatçılar taşımaya devam ediyor. “Şok, toplumu değiştirmek için bu eylemin kullandığı bir araç” diye yazıyor Dorothée BrillShock and the Senseless in Dada and Fluxus” adlı kitabında. “Bu çaba sanatçıların sanat üretiminin mantıklı ve güzel olması gerektiği fikrine karşı reddiyle ilişkilendirilecek.”

“Umarım ki sanat düzgün yenilikçiliğin, radikal deneyselliğin ve kural tanımazlığın bir platformu olmaya devam eder” diyor Chris Sharp yine BBC’yle yaptığı röportajda. “Kapitalizmin, politikanın ve ideolojilerin araçsallaştırılmasından kaçınmaya, doğru veya yanlış olan fikirler yerine nicelikli veya nitelikli olmayan fikirler için alanlar oluşturmaya devam eder.” diye de ekliyor. Sharp’la konuştuğumuzda kendisi Milan’daki sanat fuarında Mexico City adındaki galerisinin sergisiyle uğraşıyordu, hemen sonrasında ise Venedik’e ko-küratörlüğünü yapacağı, May Biennale’de sergilenecek olan Yeni Zelanda Pavyonu üzerinde Dr. Zara Stanhope ve sanatçı Dane Mitchell’e çalışmak için yola çıkacaktı.

Ressamlığın Ölüm(süzlüğ)ü

Sanat, sanat içindir diye düşünenler, sanatın herhangi bir sosyal veya ideolojik formun dışında kalması gerektiğini, yoksa gerçek anlamda sanat olmaktan çıkacağı riskinin olduğunu savunabilirler. Sharp gibi bazı uzmanlar da sanat, aktivizmle birleştikçe ipin ucunun kaçabileceğinde hemfikir. (Yine de hatırlatmalıyız ki Sharp aynı zamanda apolitik bir sanatın asla var olamayacağını savunuyor.) Bu sanatı kendi kendine bir kuvvet olarak gören, bir sıra sorgunun bir sonucu olan, bir şeye anlam kazandırmak veya bir sonu resmetmek için kullanılan bir şey olmaktansa, radikal deneysellik sonucu sanat eseri üreten bir şey olarak bakan bir bakış açısı. Sanat için bir sonuca asla varılmamalı, çünkü sanat evrenselciliğe karşı bir güç, sanatçıların da tabi bu düzeni bozmak için “uyanın” edasıyla bağırabileceği bir platform.

Bundan yirmi sene sonra, Paul Delaroche’nin “Ressamlık öldü” beyanının 200. yıldönümü olacak, avangart için bu platformun da geçersizliğini savunan bir hayli mantıklı argüman mevcut. Delaroche’nin bu orijinal fikri yeni gelen her platform için defalarca kez yinelendi, temcit pilavı gibi defalarca kez sunuldu, ancak ressamlık pek de ortadan kalkacağa benzemiyor.

Beyaz adamın egemenliği biter mi?

Tablolar hâlâ mezatların, sanat fuarlarının ve galerilerinin göz bebeği olmaya devam ediyor, satışlardaki bütün rekorlar ve büyük sayılar da bunların satışından geliyor. 20. yüzyılın ilk yarısında üretilmiş modern tablolar hala piyasanın en gözde ve en değerli parçaları statüsünde. Satılan en pahalı 10 tablodan 9’u 1892-1955 tarihleri arasında verilmiş eserler, bu kaideyi bozan tek istisna da 450 milyon dolara (341 milyon pound) satılarak en pahalı sanat eseri unvanını eline alan, 1490-1519 yılları arasında yapıldığı tahmin edilen bir Leonardo da Vinci. Bu listedeki her tablonun da bir beyaz adam tarafından yapılmış olması, eşitliğe olan uğraşta pek hoş bir tabloyla bırakmıyor bizi.

20 sene sonra markette büyük değişiklikler yaşanmayabilir -modern tabloların egemenliği sürer- ama belki 20. yüzyılın ikinci yarısında azınlıkların, kadın sanatçıların değeri de artmaya başlar; 2017’de 110,4 milyon dolara satılan Jean-Michel Basquiat’ın İsimsiz (1984) eseri, satılmış en pahalı çağdaş sanat eseri olarak statüsünü kazandı. Bu arada, geçen yıl Afrikalı ve Afrikalı diaspora eserleri de oldukça rağbet gördü, Kerry James Marshall’ın Past Times (Geçmiş Zamanlar, 1997) adlı eseri de 21,1 milyon dolara satılarak, Marshall’ı En Pahalı Afrikalı Amerikalı sanatçılar listesinde liste başına çıkardı.

“Hiç beklemediğiniz şeylere hazır olun”

The Art Institute of Chicago’nun mimari ve tasarım küratörlüğünü yapan Maite Borjabad, “hiç beklemediğiniz şeylere hazır olun” diyor. Başka bir deyişle, geleceği görmek mümkün olmamakla birlikte, birden farklı geleceklere de hazırlıklı olmalıyız.

Müzeler sadece bir şeylerin durması için değil, farklı seslerin kendilerini duyurması için bir platform. Borjabad’a göre arabuluculuk da küratörlere düşüyor. Mesela verilen komisyonlar sayesinde müzeler sadece sanatı sergilemekten çıkıp, yeni fikirlerin doğması için bir “kuluçka” görevini üstlenebiliyor. “Bence gelecek birden fazla ve kapsamlı, tekil bir gelecek değil.”

“Kültürel enstitüler ve koleksiyonlar oldukça politik ve tarihe keskin dogmatik bir bakış açısıyla bakılmasına sebep oluyorlar” diyor Borjabad ve ekliyor: “Bu nedenle Art Institute gibi koleksiyonlar, geçmişlerin yeniden yazılmasına, evet geçmişlerin, tekli bir tarihin ise ortadan kalkmasında büyük görev oynuyorlar.”

2040 yılına geldiğimizde sanat, sanat gibi gözükmeyebilir (tablo olmadığı müddetçe), onun yerine her şeyin şeklini alacak ve zamanının farklı ruhlarını, kendini yapan sanatçılar kadar geniş bir yelpazede sergileyebilecek. Politik başkaldırmalar düzenleyen sanatçı-aktivistler olacak, usulüne uygun yenilikler peşinde yeni platformlar ve boşluklar (uzay boşluğu da dahil olarak) arayan sanatçılar olacak ve en önemlisi Latin Amerika, Asya ve Afrika’da güçlü birer piyasa çıkacak karşımıza. Yani en azından kültür dünyasında, Batı kendini başkalarının tozunu yutarken bulabilir.

Kaynak: BBCDevon Van Houten Maldonado

 

İLGİLİ HABERLER

Afrofütürizmin şampiyonları

Geleceğe dair umut var mı?

Daha fazla yazı yok
2024-04-29 05:15:23