"Nasıl Müller ‘Havaalanlarının sessizliğinde nefes alırım ben…’ der ise ben de bu sürgün yaşamımdan geçenlerle hayatta kalıyorum…"

“Beyin çok ilginç; hiçbir bilgiyi ‘toplamıyor’ , eline geçen her şeyi ‘çarpmaya’ programlı. Bu yüzden beyni mümkün olduğu kadar temiz tutmak gerekiyor ki sahnede ya da hayatın içinde söylemek istediğimiz her şey, bizi doğru ifade eden resimlere dönüşsün. Ekranları temiz tutmalıyız; denemeliyiz en azından… Düşünce çok büyük bir eylem…”

Ayşe Emel Mesci


Ankara Devlet Tiyatrotrosu’nda 6. sezonuna giren görkemli oyun Kerbela, şimdi İstanbul Şehir Tiyatroları’nda… İnsan varlığının çeşitli kılıklarda sürekli başından geçen bu felaketin, yeniden tam ortasında olduğumuzu hatırlatan oyun, köklerimizin sesini duymamıza rehberlik eden bir ritüel gibi…

Geçtiğimiz günlerde "En İyi Anadolu Tiyatro Kadını Ödülü"nü alan oyunun yönetmeni, Türkiye Tiyatrosunun muhteşem büyücüsü Ayşe Emel Mesci ile oyunu ve daha çok şeyi konuştuk… Ruhundaki kuşları uçurmaya hazır mısın sevgili okur?  O halde seni büyücünün anlattıklarıyla baş başa bırakayım…

 


Özlem Ünaldı:
Şu anda Türkiye sahnelerinde 6 tane oyununuz var… Teşekkür ederiz öncelikle… Her biri birbirinden farklı olsa da ortak dil açıkça ortada… Dilin yanı sıra her bir oyunun kendi isyanı var: Seyirciye hatırlattığı, seyircide uyandırdığı bir insaniyet var… Sanki şimdiye kadar başımızdan geçen her şeye tiyatro diliyle bir manifesto çekiyor gibisiniz. Bütün bunlar tesadüf olamayacak kadar etkileyici çünkü…

Ayşe Emel Mesci: Tesadüf değil tabii ki. Seçim meselesi. İlkinden başlamak isterim: Son Çığlık, 1993 Avignon Festivali’nde en çok beğenilen oyundu; çokuluslu oyuncular tarafından tamamı Fransızca oynandı. Ali Berktay’ın yazdığı bu oyunda benim için yazılmış bir karakter vardı fakat bu kez Türkiye’yi ve Anadolu coğrafyasını değil de Fransa’nın güneyinde yaşamış bir mezhebin hikâyesini anlattı. Konusu çok ilginç; İsa’nın, kiliseye mal olmadan önceki çıkışını, söylediklerini ve inançlarını benimsemiş olan bir mezhebin (Katarlar-yuvarlak masayla karıştırılmasın tabii ki) hikâyesi: Kilise karşıtı, komünal yaşayan, dokuma tezgâhlarında birlikte üreten, birlikte pazara çıkan, kazanılan parayı üleşen bir mezhep. Bu mezhebe mensup yaklaşık 250.000 kişinin engizisyon mahkemelerinin kararıyla topluca yakılışını anlatıyor… Köylere girip çıkan gezici oyuncuların gözünden anlatılan, zamanla yargılanan insanların da anlatıma dâhil olduğu bir hikaye Son Çığlık. 1200’lü yıllardan bu tarafa baktığımızda insanlığın çizgisini bozmadığını söyleyebiliriz yani. (Acı gülümsemeler…) Benim için çok özel bir oyun. Oynarken de, İzmir’de Türkçesini sahnelerken de bana özel deneyimler yaşatan bir proje. 16 tane ödül almış bu oyun, seyircisi dört gözle beklediği halde bu sezon oynatılmıyor; bu da işin tuhaf yanı, söylemeden geçemeyeceğim.

Bernarda Alba’nın Evi de İspanya faşizminin ve Hem Katolik kilisesinin son raddeye gelmiş dini baskısının bir ailenin içindeki izdüşümü… Bütün bunlar bilinçli seçimler.

Cesaret Ana ve Çocukları, savaş karşıtı bir oyun ve savaşın silah tüccarları tarafından nasıl yaratıldığını anlatıyor. Silah tüccarı bir kadın oyunun sonunda kendi çocuklarını kaybediyor…

Hamlet Makinası ise benim ilk postdramatik bir metni sahneye koyuşumdu. Açıkçası 7 sene falan başucumda durdu; her seferinde yaklaşıp uzaklaştığım bir sürecin sonunda Müller’i tanıdıktan, anladıktan sonra her şey değişti. Marsilya’da okuma tiyatrolarına ve seminerlerine katıldım, yüz yüze görüşmek çok şeyi değiştirdi. Doğu Almanya’da da Manfred Veckferd yönetimindeki Brecht seminerine katıldım; bu 3 aylık sürecin sonunda 8 aylık yeni bir dönem de Batı Almanya’ da başladı; Schaubühne ‘de çalıştım. O yolculukların beni bu sonuca getirdiğini düşünüyorum. Nasıl Müller ‘hava alanlarının sessizliğinde nefes alırım ben’ derse biz de bu sürgün yaşamımızdan geçenlerle hayatta kalıyoruz, hayat veriyoruz… Gerçekten havaalanlarının çokuluslu ve dördüncü boyuttan dünyaya bakma rahatlığı içinde kavradım Hamlet Makinası’nı…

 

Özlem Ünaldı: Kişisel tarihinizin muhteşem patlayışı diyelim…

Ayşe Emel Mesci: Aynen…

 

Özlem Ünaldı: Kerbela… Ankara’da 6. sezonunda… Ve şimdi de İstanbul seyircisiyle buluştu… Eşzamanlı olarak iki şehirde sahnede oyun. Anlattığınız şey yaşanmış, gerçek bir insanlık ayıbı. İnsan varlığının ekonomi, iktidar vs… nedeniyle geldiği hal yüzünden maalesef fikir olarak güncelliğini koruyor. Beklenmedik bir şekilde böyle kuvvetli söylemi olan bir oyun 2 farklı kurumda devlet desteğiyle sahneleniyor ve hatta iktidarın da beğendiği, muhafazakar kesimin de kalbini çalan bir oyun oluyor. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Ayşe Emel Mesci: Tiyatronun çok özel bir sanat olduğunun altını çizerek başlamak isterim. Tiyatro sanatı yazım, sahneleme, oynanış vs… biçimi olarak mutlaka insanlık dramlarının ve ezilmişlerin yanında yer alan bir sanattır ve elbette evrenseldir. Yeni dünya düzenimiz globalizm olduğuna göre global bakış açısına ulaşmak da sanatçının doğası olmalı; başkaldırmak için de olup biteni anlatmak için de globalizmle ilişki kurmalı sanatçı. Yaşananlara tepeden baktığınızda nerdeyse hiç değişmeyen durumlar olduğunu görebiliriz.. Bu bakımdan, ne yapacağız ki dikta karşıtı olmasın? … (Gülüşmeler…)


Özlem Ünaldı:
Kerbela özelinde konuşacak olursak; oyunda rejisel olarak da, tabii ki bağlantılı şekilde oyunculuk olarak da özel bir biçim var: Taziye biçimi; biraz bahseder misiniz?

Ayşe Emel Mesci: Taziye özel olarak ele alınması gereken bir teknik ama öncelikle daha büyük bir başlıkla ‘doğu tiyatrosu tekniğinden bahsetmek isterim: Doğu tiyatrosu, Batının Rönesans tiyatrosundan çok farklı, daha döngüsel bir tiyatro; çizgisel bir yapısı, kalıpları, klişeleri yok. Barba’nın Doğu-Batı Tiyatrosu karşılaştırmasıyla ilgili bir seminere katılmıştım: Zaten yürüdüğüm yol Doğu Tiyatrosu yoluydu ama gözlerimle çok net görerek kavradığım olaylar oldu. Danimarka’dan gelen Odin Tiyatrosu oyuncuları ve Japon No ve Kabuki oyuncuları, Hint Katakali Ramayana oyuncuları, Bali dansçıları ve hikaye anlatıcıları, aynı zamanda Sanjukta Panigrai isimli, çok da sevdiğim, hikayeleri beden kodlarıyla ve eşinin söylediği destansı şarkılarla anlatan bir performans sanatçısı vardı. Bunların hepsi birlikte sahneye çıktığında aradaki farkı çok net gördük. Batının ölü tiyatrosu bir tarafta, doğunun devingen ve söze dayalı olmayan yaşayan tiyatrosu bir tarafta… Oyuncunun enstrümanını sonuna kadar zorladığı, çok yalın ve basit anlatımlarla kendini ifade ettiği bir tiyatro biçimi bu. Çok kıymetli bir coğrafyada bulunduğumuzun bilincinde olmalıyız. Orta Asya’dan, Mezopotamya’dan,Trakya’dan, Akdeniz’den, Ege’den birçok göç almış topraklardayız. Neden bu muhteşem malzemeden özgün bir tiyatro yapısı çıkmıyor? Bunu çok düşünüyorum. 14 yılımı yurt dışında ve 20 yılımı Türkiye’de buna kafa yorarak geçirdiğimi söyleyebilirim. Bizim toprağımızdan çok modern ve özgün bir şey çıkmalı. Picasso nasıl öküz maskesini alıp başka bir hale getiriyorsa, biz de otantik olanı kendi dilimizde özgünleştirmeliyiz: öküzü öküz gibi değil de anlam katarak göstermeli sanatçı. Biz böyle kuvvetli ve çeşitli köklerin üzerine kurulmuş bir hayatı yaşıyorsak bu köklerden kuvvet alarak kendi tiyatromuzu bulmalıyız.

 

Özlem Ünaldı: Kökenimizin hafızasından çağırarak yani… Sadece sanatta değil, cinsimizde, cinselliğimizde, nefes alışımızda, ağaca dokunuşumuzda vs… hayatımızın her yerinde kök hafızalarımıza delicesine acıktığımız bir çağ başlıyor aslında…

Ayşe Emel Mesci: Evet canım, senin yaş grubunda birinden bunu duymak güzel…

 

Özlem Ünaldı: Hepimizi büyük ölçüde bu duygudayız, içiniz bir parça rahat olabilir… Tam şu soruyu soracaktım size: Kökenimizin, doğulu geçmişimizin kuvvetli kurtarıcılarından biri olduğunuzu söyleyebilir miyiz?

Ayşe Emel Mesci: Kurtarıcı olamadım ben, maalesef. Talihsiz süreçler yaşamış biriyim ben; 1993 yılında Türkiye’ye geldiğimde gerçekten çok farklı bir şey yapmak istiyordum. O zaman Kerbela’daki asistanım ve oyuncum Cem Baza ve seninle, sizin bakış açınızda ve potansiyelinizde birileriyle karşılaşmış olsaydım belki başarabilirdim… (Aşırı sevinmeler ve gizliden şımarmalar…) Fakat çok ağır şeyler yaşadım: Buna bir Türkiye sürgünü denilebilir; Batıda yaşadığımdan çok daha sert olduğunu bildiğim bir sürgün. Maddi, manevi, mesleki, ailevi her konuda büyük sınavlardan geçtiğim bir dönem oldu. Büyük adımlar atmak için gelmiştim ve artık geri dönüş de yoktu… Ortaya koyduğum hiçbir eser, Türkiye’ye döndüğümde yapmayı hayal ettiğim şeye ulaşamadı. Büyük bir acı bu.

 

Özlem Ünaldı: (Dahi olmak duygusu böyle bir şey galiba sevgili okur…)

Ayşe Emel Mesci: Hayalim şuydu: 6 yaşımdan 19 yaşıma kadar bale ve modern dans yaptım. Önce dansçı sonra tiyatrocu olmuş biri olarak, Batı’da yaptığım çalışmaları sağlam bir ekiple Türkiye’de köy köy; kasaba kasaba dolaşarak maddi amaç gütmeden gezdirmek isterdim. Bunu akademik, geçmişe-şimdiki zamana-geleceğe açık kapılarla zenginleşen bir dilde yapmaktı istediğim şey. Bunun tohumlarını Batı’da attık ve filizlendi de… Fakat burada sürdüremediğimiz için çok üzgünüm. Halk Oyuncuları’nın tarihi Türkiye’de yeterince bilinmiyor. !981’de Tuncel Kurtiz’le İsveç’te kurduğumuz bir oluşum Halk Oyuncuları. 14 yıl gibi bir süre Avrupa’da 17 eser üretti ve çok önemli laboratuvar çalışmaları yaptı. Hiçbir zaman bir göçmen tiyatrosu yapmadı ama göçmen sorunlarını da es geçmedi. Özellikle altını çiziyorum bu konunun çünkü göçmen tiyatrosu çok rağbet gören ama popüler söylemi nedeniyle seyircinin özüne ulaşmayı da başaramayan bir dildi. Bizim yapmaya çalıştığımız şey Batı’nın tıkandığını kabul ederek Doğu’nun kendine özgü var oluşuna yönelmekti: Özellikle Ali Berktay ve ben. Taziye metinleri bu yolculuğun önemli bir ayağıydı. Bir tarafını köy seyirliklerinden modern dramaya aktarımlar yapma düşüncesi oluşturuyordu. Halk dansları incelemeleri ufkumuzu genişleten şeylerden biri oldu çünkü hareket antropolojilerini incelemek yazarından oyuncusuna, eserde yer alan herkesin katkısını çok arttırabilecek bir şey. Kurban oyununda örneğin; tam bir Şaman kültürü enerjisi vardı: Türkiye’de yapmama müsaade etmediler ve ben de Avignon‘da yaptım. Türkiye’de geçekleştirmeme müsaade edilmeyen bu performansı gören Fransız Kültür Bakanı, Fransa İçişleri Bakanı’na bir mektup yazdı benim için: ‘Ayşe Emel Mesci’ye oturum izni verilsin ve bizim ülke topraklarında yaşasın, kültüre ve sanata katkısı çok büyük…’ anlamına gelen bir mektup bu.

9 yıl süren Şaman çalışmaları, müzikte yeni tınılar arama ve az önce bahsettiğim laboratuvarlar vs… sonucunda çıkan eserler her bir eserim zamansız ve coğrafyayı bilgiyle, ruhla bakan gözlerle görmek gerekiyor.

 

Özlem Ünaldı: Hepsi bir bütün oluşturuyor. Yaşamsal ve dediğiniz gibi döngüsel, büyülü bir bütün.

Ayşe Emel Mesci: Taziye çok özel bir biçim zaten. Bu bütünlüğe ulaşmayı gerektiren bir biçim…  Metin And’ın bu konuda çok ayrıntılı bir kitabı da var.

 

Özlem Ünaldı: Bizim, Türkiye’deki oyuncu profilinin çoğunlukla teori olarak tanıdığı bir biçim. Oynamaya ve hatta izlemeye alışık olduğumuz bir biçim değil. Şu anda bu biçimi tercih eden bir projede oynuyor olsaydım prova döneminde özel bir çalışma dönemine ihtiyaç duyardım açıkçası.

Ayşe Emel Mesci: Sadece oyuncuların değil, tüm ekibin özel bir çalışma dönemine ihtiyacı oldu, emin ol… Biz İran Taziyesi’ni baz alarak yeni bir şey yaptık. İran Taziyesi’nden neler kullandık: Metin hoca, Antik Yunan tragedyalarıyla Taziye tragedyalarını karşılaştırmış kitabında. Baktığında Antik Yunan ritüel tragedyalarıyla Taziye tragedyasının benzerlikleri ve ilişkileri çok net: İkisi de ritüel temelli bir kere ve göstermeci biçim. 9000 kişilik bir antik tiyatroda büyük oyunlarla ve masklarla ortaya çıkan yeni ritüellerle taziye ritüeli arasında bir ilişki olması zaten önemli bir durum. Klasik Batı eğitiminden gelen bir oyuncunun bunu hemen sindirmesi beklenemez: Hiçbir yardımcı unsur yok, çıplak sahnedesin. Biz Seku’yu yere bantla çizdik ve arkaya da Taçnuma’yı bantla çizdik ve oyunu böyle çıkardık; bu kadar. Bu, boş alan demek. Boş alanda oyuncu kendini çok çıplak hisseder. Gündelik sembollerin hiçbiri yok, elini cebine bile sokamaz.

 

Özlem Ünaldı: Cebi yok ki…

Ayşe Emel Mesci: Evet, cebi bile yok oyuncunun. (Gülüşmeler…) Bu koşullarda oyuncuya bütün maharetini ortaya koymak düşüyor. Meyerhold’un dediği gibi tiyatrodan dekoru, kostümü, ışığı, müziği hatta mekanın kendisini, bütün aksesuvarları çıkarttığında geriye oyuncunun ustalık dolu hareketleri kalır. Taziye oyuncusu çıplaktır, yani bunu asla unutmamak lazım. Öyle bir ruh halinde olmalı ki dışa dönük oynarken içi kanamalı. Yani oyuncu karnından, beyninden, yüreğinden oynamak durumunda. Hiç kolay bir şey değil. Ruhunda yaşadığı karakteri dışarıya çizecek; hem oyuncu hem de karakter olarak sahnede yaşayacak. Yine Meyerhold’den alıntı yapacağım: ‘Oyuncu bir kanadıyla uçarken diğer kanadıyla yere resimler çizen bir kuş gibidir.’ Haydi bakalım… Mesele burada oyuncunun, içindeki kuşu özgür bırakması ama sistem bize öyle şeyler dayatıyor ki formatlı makinalar gibiyiz (şaman çalışırken keşfettim bunu)… Hamlet’in  (Hamlet Makinası’nda) harika bir sözü var: Veri bankasıyım ben. Sistem, ‘ben ortaya bir fikir atarım ve siz bunu internette tartışırsınız’ diyor; ‘sizin bulduğunuz çözümleri ben uygulayacağım’ diye de üstünlük kuruyor. İşte globalizmin en önemli yabancılaştırması budur. Burada demokrasi özgürlük gibi gelir ama hiç de öyle değildir aslında. Oyuncularımızın özellikle günümüz koşullarında birer veri bankası olduğunu objektif bir biçimde kabul etmeliyiz. Toprağa basmaktan, gökyüzüne uzanmaktan uzak kalmış bir yapılanma var ne yazık ki.


Özlem Ünaldı: Sırası gelmişken oyun boyunca hissettiğim bir şeyi sormak istiyorum… Sürekli devam eden özel ilişkiler-bağlar var: suyun insanla, ağacın insanla, çölün-kumun-toprağın-rüzgârın ilişkisi gibi… Diyaloglarla, bakışlarla, dokunuşlarla süren gerçek ve doğal ilişkiler…  İnsana eğilen ağaç dalları, rüzgârla konuşan delikanlı vs… Belki bütün bu yıllar boyunca bu bağlarımız koptuğu için insanlığımızdan kaybediyoruz… Oyuncularınıza bu ilişkileri hatırlatmak hazırlık döneminizin bir parçası mıydı?

Ayşe Emel Mesci: Sağlık problemlerim nedeniyle yapmak istediğim çalışmanın dışına çıkmak zorunda kaldım aslında. Özel bir bedensel laboratuvar çalışması gerektiren projelerden biri bu çünkü. Oyuncuya yol göstermek için bir resim çizmek ve o resme girişini izlemek gerekiyor. Taziyelerde döngüsel zamana göre akan yani yaşamı ve ölümü iç içe tutan bir akış var. Kerbela sözü yüzyıllardır diriliştir; Hazreti Hüseyin’in ‘ölmek yenilmek değildir’ sözü yeniden doğuşu anlatır. Ümmeti kurtarmak için Hz. Hasan Muaviye’ye teslim olurken, Hz Hüseyin Muaviye’ye direniş gösterdi ve ikisi de katledildi: Amaç da sonuç da aynı. Fakat burada önemli olan hangisinin daha soylu ve nesiller sonrasına miras kalarak defalarca dirilişe vesile olan yol olduğu… 

Oyuncuları bu projeye hazırlamak için İran’lı bir Taziye oyuncusu ile çalıştık: Omid Darvishi… Beden dili ve ses kullanımı ile ilgili özel bir çalışma oldu. Taziye tekniğinde zaten yer alan kırmızı ve yeşil farkı; eşkıya ve evliya farkı gibi durumları açığa çıkardık. Renklerin, köklerin, zamansızlığın, çok zamanlılığın, sembollerin diliyle konuştuk diyebilirim… Aborjinlerin meşhur hikâyesinde olduğu gibi ‘düş zamanı gezginleri’ olduk biz de Kerbela çalışırken…

 

Özlem Ünaldı: Oyundaki koro çok da alışık olmadığımız bir işlevde… Uzun süredir sahnede böyle muhteşem şekilde yerini bulmuş bir koro görmedi seyircimiz. Oyunda koro nedir sizce? Nasıl yerleştirdiniz de böyle bir dünyada bulduk kendimizi?

Ayşe Emel Mesci: Tüm oyunlarımdaki koro yönetimi birbirinden farklı. Hamlet Makinası’nda her biri birbirinden farklı hareket eden bir koro var. Kerbela’da ise olayların tamamına tanıklık eden ve hatta olayların yaşandığı dünyayı yaratan bir görevi var koronun: Olayların damarlarından akan kan gibi koro. Hikâyenin her anında görevi değişen bir yapı. Kalabalık kadroları yönettiğim için dalga geçseler de ne kadar zor ve güzel bir çalışma olduğuna odaklanıyorum ben.

 

Özlem Ünaldı: Seyirci ne olduğunu bilse de bilmese de Kerbela’da oyun boyunca gördüğümüz sembollerin tamamı ruhların hafızasında yerini bulacak bence.

Ayşe Emel Mesci: Öyle olmalı; bu semboller tüm kültürlerde ve zamanlarda hayatımızın bir yerinde olmuş çünkü… Antik Yunan’da da Taziye’de de 12ler yasası, 7ler yasası, 3ler yasası var, her birinin kozmik birer karşılığı var. Nasıl ki Antik Yunan’da yer ve yeraltı (Hades) varsa doğuda da bu dairesel döngüyü dile getiren kavramlar var.

Antik Yunan’da dağın içine, şehrin üstüne oyulan bir yerde, Pisagor yasasıyla hesaplanan akustik bir ortamda, yarım daire bir sahnede yapılıyor tiyatro: Kerbela’da da Taçnuma ve tam daire bir Seku var. Aynı yapı yani… Pisagor akustiği merkezde toplamak üzerine bir çalışma yapmış. Bizdeki Seku da enerjiyi merkezde toplamak için var; enerji merkezden dışa yayılıyor. Aradaki fark şu; bir İtalyan sahnenin üzerinde bu yapıyı kurmak hakikaten zor bir şey: Mimari olarak tamamen akustik yapıdan uzak bir sahnede bu yasayı uygulamaktan bahsediyorum yani. Bu oyun Aspendos’ta oynanırsa çok daha büyük bir etkisi olur.

Taziyede kare formu yoktur çünkü evrende köşeli formlar yoktur. Köşeler sonuca ulaşmayan çatışmalar yaratır. Hiç kare yuva yapan kuş gördünüz mü? (Gülüşmeler…) Olay bu kadar basit. Dairesel ya da eliptik sahne alanı bu yüzden çok önemli. Arkasında da çok anlam taşıyan bir Taçnuma var. (Türkiye’nin meydan sahnelere çok ihtiyacı olduğunun altını çizmek isterim.)

Taziyelerde zaman kavramı yoktur. Bugün, yarın ve gelecek iç içedir. Hazreti Hüseyin’in Mevlana ile ya da Hazreti İsa ile karşılaştığı Taziye metinleri bile okudum; zaman yok…
Fatma Ana’nın eliyle ilgili sırlarla dolu bir çalışma sonucunda ulaştığım bir bilgi var: Elinin beş parmağı ehli beyttir. Aynı zamanda her bir boğumun toplamı olan 12, 12 imamlardır. Diğer elinde de 12 havariler, İsa ve Meryem Ana vardır.

Taziyelerde net semboller var. Doğu tiyatrosu sembolizm üzerine kuruludur. Seku negatif ve pozitif etkisi olan; çeşitli kültürlerde karşılığı olan bir semboldür… Pi sayısının çıkışı bile bu sembole bağlanabilir. 1-3-5-7 gibi tek sayıların, her birinin özel anlamları var. Gezegenlerde, renklerde, notalarda, sonsuzlukta, matematikte karşılığı olan bir sembol. İnsan boyutu 5tir. Çünkü ‘5’ insan demek; 2 kol 2 bacak ve 1 kafa… Dedem saraylar mimarıydı; Dolmabahçe Sarayı’nın, Yere Batan Sarayı’nın mimarı… O’nun çizimlerini kurcalarken Nefsi Emmare diye bir diyagram buldum; gerçek anlamda ‘kapılar’. Toprak, su, ateş, hava elementleri olarak 4 kapı: tarikat, şeriat, hakikat, marifet olarak 4 kapı… Oyunda var bu kapılar; Mesela Kuddame şeriat kapısından girer vs…

Çok derin anlamları olan bu sembolleri iyi izlemek gerekiyor.


Özlem Ünaldı: Oyun kaç yılında yazıldı? Tam olarak yazıldığı gibi mi oynanıyor şimdi de? Herhangi bir güncelleme oldu mu?

Ayşe Emel Mesci: 1994 yılında yazıldı ve kelimesi kelimesine yazıldığı haliyle oynanıyor şimdi de.

Özlem Ünaldı: Hafızamızın en taze yerlerinde duran kavramlar ve kelimelerle de karşılaştığımıza göre bu metin için "geçmişi tanıyan ve öngörülü bir metin" diyebilir miyiz?

Ayşe Emel Mesci: Bunu söylemek benim haddime değil açıkçası. Sadece, insanlık olup bitenlerden ders çıkarmayı başarmadığı sürece bu ve bunun gibi hikayeler güncelliğini hep koruyacak maalesef, bu kadarını söyleyebilirim.

 

Özlem Ünaldı: Oyunun müziklerinden bahseder misiniz biraz?

Ayşe Emel Mesci: Müzik gerçekten çok önemli bir işleve sahip. Tahsin İncirci çok önemli bir kompozitör. Bu oyunun müziklerini yaparken makamsal müzikler seçti. Doğu ve Batı müziğine çok hâkim bir sanatçı olduğu için bu sonuca ulaşabildik. Eserlerin tamamı bu oyun için bestelendi. İç içe çalıştığımız değerli sürecin ürünü her biri… Taziye oyunlarında çok çeşitli enstrüman kullanılır; otantik ve modern enstrümanlar bir arada olur. Biz çok sayıda enstrüman kullanamasak da yan yana hayal edilemeyecek sesleri birlikte kullandık ve çok da güzel oldu…

 

Özlem Ünaldı: Lisedeyken bile izlediğim oyunlarınızdan aklımda kalan resimler var… Sahneye muhteşem resimler yapıyorsunuz. Bu noktaya nasıl geliyor reji? O resim nasıl oluşuyor? Önce resmi mi, öyküsünü mü, neyi seçiyorsunuz? (Lisede kafaya takılan soruyu doğrudan muhatabına sormak da ne büyük şans değil mi? Yihuu!)

Ayşe Emel Mesci: Bir metni elime aldığımda iç gözümle görmeye başlıyorum herşeyi; film gibi akan görüntüler üşüşüyor gözlerime… Görmeden hiç bir şey yapamam zaten…

 

Özlem Ünaldı: (Sahne büyücüsü diyorum sevgili okur, daha ne diyeyim…)

Ayşe Emel Mesci: Bu görüntülere hayattan ve rüyalarımdan kattığım yeni resimler de eklenir her zaman. Dinamik bir oluşum bu yani. ‘Ara Uzam’la ilgili bir yazım var; orada uzun uzun bahsettiğim bir algı, bir bakış açısı bu. Beyin çok ilginç; hiçbir bilgiyi ‘toplamıyor’ , eline geçen her şeyi ‘çarpmaya’ programlı. Bu yüzden beyni mümkün olduğu kadar temiz tutmak gerekiyor ki sahnede ya da hayatın içinde söylemek istediğimiz her şey, bizi doğru ifade eden resimlere dönüşsün. Ekranları temiz tutmalıyız; denemeliyiz en azından… Düşünce çok büyük bir eylem…

 

Özlem Ünaldı: Bu oyunu özellikle kimlerin izlemesini isterdiniz?

Ayşe Emel Mesci: Oyun ayrımcılık, milliyetçilik, ırkçılık vs… bizi birbirimizden koparan ne varsa ortadan kaldıran bir oyun. Herkesin izlemesini isterim. Ankara’da çok şaşırtıcı ve sevindirici deneyimlerimiz oldu, İstanbul’da da böyle olmaya başladığını görüyorum. Çünkü bu Taziye sadece Alevilerin değil insanlığın başından geçmiş bir felaket, bir insanlık ayıbını anlatıyor. Herkesi birleştiren bir his yaratıyor bütün bu yaşananlar… Bu oyun kardeşlik çağrısı yapıyor… Ben sanatçıyım, ne yaptığımın farkındayım ve siyasetten uzak tutarak anlatıyorum her şeyi. Sanatçı kardeşliğe çağırır, savaşa değil…

Ha, özellikle izlemesini istediğim bir seyirci profili de var aslında: Hakikat kapısından bakabilen, derinlikli bir inceleme yapabilecek, eseri bütün olarak analiz edebilecek bilgiye ve yetiye sahip, eser üzerinde özel bir akademik çalışma yapacak ve bunu yazacak birinin izlemesini isterim…

 

Özlem Ünaldı: Şimdiden hepinize iyi seyirler dilerim…

 

KERBELA:

 

Yazan

: ALİ BERKTAY

Yöneten

: AYŞE EMEL MESCİ

Sahne Tasarımı

: CEM YILMAZER

Kostüm Tasarımı

: HALE EREN

Işık Tasarımı

: CEM YILMAZER

Müzik

: TAHSIN İNCİRCİ

Efekt

: SES DÜZENİ: METİN KÜÇÜKYILMAZ

Yönetmen Yardımcısı

: CEM BAZA, CEREN HACIMURATOĞLU, GÖKSEL ARSLAN, UĞUR DİLBAZ, MEHMET SONER DİNÇ

Süre

: 2 SAAT 45 DK.

OYUNCULAR

ABDULLAH TOPALALİZE ERTEMASLI MENASASLI ÖNGÖRENAYBAR TAŞTEKİNBARIŞ ÇAĞATAY ÇAKIROĞLUBERFU AYDOĞANBORA SEÇKİN,BUĞRA CAN ILDIRIŞIKBURAK DAVUTOĞLUCAN ALİBEYOĞLUCEM BAZA,CEYSU AYGENÇAĞLAR OZAN AKSUDAMLA CANGÜLEMRAH CAN YAYLI,EMRE ÇAĞRI AKBABAEMRE NARCIERCAN DEMİRHANESEN KOÇER,FAHRİ KINCIRFATMA İNANGİZEM AKKUŞGÜLŞAH BAYARHASİP TUZ,HÜSNÜ DEMİRALAYİBRAHİM CANİREM ERKAYAİSKENDER BAĞCILAR,LALE KABULMERİÇ BENLİOĞLUMERT AYKULNAZİF UĞUR TANNİLAY BAĞNUR SAÇBÜKER OTANÖZGÜR ATKINPERVIN BAĞDATSAVAŞ BARUTÇUSEDA ÇAVDARSERAP DOĞANŞENAY BAĞŞİRİN KILAVUZ,ÜMİT BÜLENT DİNÇERVOLKAN ÖZTÜRKZEYNEP GÖKTAY DİLBAZ

 

 

Daha fazla yazı yok
2024-03-29 05:21:49