‘Demek ki insan, yaşıyorsa nasıl olsa iz bırakıyor, bir zeytincinin paslanmış tabelasında bile olsa. İlla birilerinin kalbini dağlamanın lüzumu yok iz bırakmak için demek ki.’ Mahir Ünsal Eriş’in Sait Faik ödüllü hikaye kitabı bir mücevher.

  

 

Mahir Ünsal Eriş, Türkçe Edebiyat’ın genç  isimlerinden.

İkametgahı; ülkenin batısı. Çanakkale, Biga, Bandırma, Erdek…

Kahramanları ‘sıradan’ insanlar ve öyküleri.

Kendi kaleminden  kısa biyografisi şöyle:

‘1980’de Çanakkale’de doğdu. Bandırma’da büyüdü. Arkeoloji okudu. Çeşitli dillerden kitaplar, makaleler, öyküler çevirdi, halen de çevirir. Yine İletişim’den çıkan Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde (2012) adlı bir öykü kitabı bulunur. Olduğu Kadar Güzeldik adlı öykü kitabıyla 60. Sait Faik Abasıyanık Hikaye Armağanı’nı kazanmıştır. Gençlerbirliklidir. Söylenişi bile güzel.’

Eriş’in ödüllü kitabında sekiz öykü yeralıyor. ‘Benim Adım Feridun’ daha önce Duvar dergisinde yayınlanmış. Diğerleri, yeni yazılmış. Kendisinin  deyimiyle.  annesiyle babası ona  “aferin oğlum” desinler diye..

Tantanası, şaşaası ortalığı ayağa kaldırmamış, kendi içinde, kendi şekliyle  yaşanmış  hayatların hikayeleri bunlar.

Yazar; ‘olağan’ın esasında ne kadar ‘olağanüstü’ olduğunu anlatıyor bize.

Bunu o kadar güzel, sade ama lirik bir üslupla yapıyor ki; dönüp  soruyoruz: Ne yaşadım ben?

Ve.. Etrafımdakiler.. Hayatımın refakatçileri?

Biz ne yaşadık?

Bir yazarın okurlarını bu şekilde düşündürmesi çok önemli. Çok değerli.

Burada edebiyatı –bile- aşan bir nokta var.  

Okuduklarımızla değişen perspektif,;  kalıp ve neredeyse sabitlenmiş  algıyı başka bir şekle sokuyor. Yeni algı, yeni bir yoruma neden oluyor. İnsanın hayatını yeniden yorumlaması  yüzyüze geleceği sonuçlar ne olursa olsun, çok öğretici.  Dahası,  nereden baksanız… yeniden inşa için ilham kaynağı.

Eriş’in Sait Faik Ödülü’nü alması da bu anlamda  elbette tesadüf değil.

Sait Faik, Türkçe Edebiyat’a sıradan kişileri ve öyküleri konuk ederek çığır açmış bir yazar, malum.

Mahir Ünsal Eriş, ustanın izinde  yürüyen yeni yolcu.

Tertemiz. Sade. Şiiri bol. Neşesi ve insanlığı ziyadesiyle.

Sıfır proje. Tepeden tırnağa samimi ve hakikatten anlatacak sözü olan bir yazar var karşımızda.

‘Olduğu Kadar Güzeldik’ mücevher gibi.

Kitaplığınızı ve hayatınızı parlatacak.

Benden söylemesi!

 

Notlar:

1.     Edebiyatta  coğrafya meselesi çok önemli. Bu anlamda Mahir Ünsal Eriş yeni yerlere davet ediyor bizi. Öykülerini okuduktan sonra Çanakkale’nin, Biga’nın, Bandırma’nın ve Erdek’in artık eskisi gibi olmayacağı, algılanmayacağı açık ve net şekilde ortada. Yazar, çocukluğunun  geçtiği yerlere taç giydirmiş. Mesela: ‘Erdek hakkında söylenecek ne çok şey var ve ne söylersek söyleyelim ne kadar azını anlatabilir bütün bunlar.’ Bunu okuduktan sonra ister istemez soruyoruz kendimize ‘Bu, bizim bildiğimiz Erdek mi?’ diye! Ama, iyiedebiyat böyle bir şey değil mi zaten? ‘Bildiğinin’ esasen ne kadar eksik olduğunu hatırlatacak şekilde..

 

2.     Bu noktadan devamla kitapta adı bolca geçen yöresel tostları merak etmemek, tadına bakmak için sabırsızlanmamak mümkün değil. Bakın mesela Bandırma tostu nasılmış? ‘Şahane tost ekmeğinin içinde sucuğa kaynamış kaşarı, yumuşacık karnı, keskin kenarları ve bir yüzüne sürülüp tuzlanmış domates salçasıyla rüyalara giren…’

 

3.     ‘Nereye gidersen git’ faslına  çok  özel bir katkı da Eriş’ten ve şöyle: ‘Nereye gidersen git, aklını da, cesedini de yanında taşıyorsun.’

 

4.     Yazarın şair tarafı çok kuvvetli ve bütün öykülerinde küçük şiirlerle ilham doluyoruz: ‘İçimden kapkara bir karga havalanıp uçtu, ferahladım okulun bahçesinden çıkarken.’

Veya.. şu:  ‘.. iki ders saati boyunca cebimde kızgın bir ateş tuğlası, iğne iğne bir kirpi yavrusu taşıdım sanki.’

 

5.     Herbiri diğerinden  şahane öyküler arasında zorlanarak favorim: ‘malibu.’ İbreti bol olduğu için. Ve ‘stoper’.  Bu öyküdeki babayı unutmayacağım. Aynı öyküden şu satırları da: ‘.. Durduğu yerde ağırlaşmaya başlıyor hayat. Yapış yapış bir şey gibi. Kanatlarına bulaşıyor, ökseye tutulmuş gibi kalıyor insan. Hani, zaten uçacağından değil de, yine de zoruna gidiyor. Daha büyük yarınların hayalini kurmak, yarın sabah kalkıp işe ya da iş aramaya gideceğin gerçeğinin arkasında kalıyor.’

 

6.     Kitabın soundtracki, insanı ta içinden yakıp geçen  ‘kanatlarımız olsa be metin’ öyküsünden, Haydar Haydar türküsü. Neşet Ertaş’tan dinleyelim: http://www.youtube.com/watch?v=baGNQSBsHaM

 

7.     Adını Yıldız Tilbe’nin  bir  twit mesajından alan kitaba ilişkin son not, Macarca bir küfür. Hayatımızın ayıptır söylemesi ‘içine edenlere’ ithaf niyetine: ‘yebem te u mozak!’

Daha fazla yazı yok
2024-03-29 10:38:58