Müze fikrini; hafızayı biriktiren-sınıflandıran-arşivleyen bir yapı olarak; hem bireysel hafızanın biçimlenmesinde ‘snaptik’ bir metafor olarak hem de müzenin ontolojik kurumsal işlevini inceleyerek, değerlendirmeye çalıştım. Bu yaklaşım biçimi, duyusal ve rasyonel bilgi arasındaki (hep karmaşık bulduğum dil-nesne-mekan-zaman kavramları arasındaki geçişli) yapıyı da açığa çıkardı.

Bu iş beni şair yaptı, yazar yaptı, yaratıcılığımı zorladı da zorladı.

‘Sanatta Yeterlik’ yapıyorsanız, rüştü ispat için bir tez/eser metin sunmanız gerekir. Ve bunun için çoğu zaman sizden kendi sanatınızı, sanat/felsefe/sosyoloji tahininde bir aralık açıp o aralığa sığdırmanız beklenir. Belki kesin kes bu beklenmez de enstitülerin size sunduğu (güya) iş kolaylaştırıcı rehber şablonlar size bunu yapmaktan da başka çare bırakmaz, biraz da kolayı seviyorsanız bu form/şablonlar tam bir kurtarıcı olabilir.

Bu, baştan sonu belirlenmiş yöntemlerle çalışma biçimine bir gıdım dahi inancım olmadığı için ve işaret parmağımı kimsenin gözüne sokmaya niyetim olmadığından, bari kendi gözüme sokayım niyetiyle çalışmaya başladım. Yukarıda bahsettiğim koşullar dahilinde, bir tez/eser metin yazmayı neden arzulamadığımı sorguladığımda; binlerce kez tekrarlanmış kocaman cümleleri bir yerden başka bir yere taşımanın ağırlığını kaldıramayacağımı ve daha önemlisi, Yüksek Lisans eğitimimde üzerine çalıştığım “Türkiye’de Çağdaş  Sanat Müzeciliği”  konusunun soğukluğu ve kişisel olarak bu konuyu içselleştirememiş olmamdan kaynaklandığını fark ettim. Çünkü, “Çağdaş Sanat Müzeciliği Kapsamında Türkiye’deki  Müzecilik Hareketlerine Bir Bakış” isimli  araştırma çalışmamı Erzurum Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde yapmıştım ve aynı zamanda büyüdüğüm bu şehirde, kapısı her zaman kilitli olan Devlet Resim Heykel Müzesi’nden başka  bir  sanat müzesi de yoktu. (Halihazırda resim bölümü öğrencilerinden sanat tarihinde nam salmış, günün deyimiyle ‘selebriti’ ressamların, kitaplar yahut internet ayacılığıyla çoğaltılmış ünlü resimlerinin renkli çıktılarına bakarak röprodüksiyon yapmaları beklenir.) Nihayetinde, bütün bunları sorgularken beni iştahla çalışmaya itecek  bir alan açılmıştı. Yüksek Lisans tez çalışmamın, hem içeriğinin hem de çalışma metodunun sağlamasını yapacaktım. Meğerse 150 sayfalık beton kütlesi  yıllardır bana direnmek için bekliyormuş;  içinde yok yok! Müze, müze, müze, müze ve müze, müze… Avrupa’daki  ve tabi ki Türkiye’deki  birçok müze bütün görkemiyle karşımda duruyor.

Müze fikrini; hafızayı biriktiren-sınıflandıran-arşivleyen bir yapı olarak; hem bireysel hafızanın biçimlenmesinde ‘snaptik’ bir metafor olarak hem de müzenin ontolojik kurumsal işlevini inceleyerek, değerlendirmeye çalıştım. Bu yaklaşım biçimi, duyusal ve rasyonel bilgi arasındaki (hep karmaşık bulduğum dil-nesne-mekan-zaman kavramları arasındaki geçişli) yapıyı da açığa çıkardı.

Çalışmanın başından itibaren mütemadiyen yeryüzünü ikiye bölen “Batı/Doğu” sözcükleriyle karşılaşıyor olmak, yaşadığım coğrafyaya  bakma gerekliliğini de doğurdu. İlk kez, bir sergi açılışı pasta ikramında gördüğümde beni şaşkınlıklara gark eden kullan at metal görünümlü plastik çatalı yanıma alarak, Greenwich’in bana öğrettiği Doğu’ya doğru bir yolculuk yapıp (Türkiye’deki) bazı müzeleri gezmeye karar verdim. Büyüdüğüm şehir ve Türkiye’de bulunan dört Devlet Resim Heykel Müzesi’nden birinin Erzurum’da olmasından dolayı önceliğimi Erzurum’dan yana kullandım. Gittiğimde, Erzurum Devlet Resim Heykel Müzesi’nin bulunduğu bina yıkılmış, yerine bir otopark inşası başlamıştı. Şehrin de bir müzeye değil bir otoparka ihtiyacı varmış ki bu ‘yıkım’ ve ‘yerine inşa’ pek önemsenmemişti.  Daha sonra, Erzurum’a en yakın mesafedeki sanat müzesi olan Bayburt’taki Baksı Müzesine gitmeye karar verdim. Bir araştırma gezisi amaçlayan birisi olmaktan ziyade, yolculukta başına ne geleceğini pek kestiremeyen birisi  olarak, Erzurum’a ulaşımı oldukça kolay olan Bayburt’taki, Baksı Müzesi’ne ulaşamadım, Baksı Müzesi’nin civarındaki bazı köylere ulaşım sağlanıyor fakat köylerden veya Bayburt il merkezinden müzeye giden herhangi bir araç yok. Baksı Müzesi, bulunduğu coğrafya  itibariyle ancak kendi aracınızla giderseniz ulaşabileceğiniz bir konumda; İshak Paşa Sarayı gibi öylece o tepede dona kalmış muazzam bir mimari yapı.  Seyahatim esnasında o zamanın bana sağladığı olanaklarla, sırasıyla, Erzurum Arkeoloji Müzesi, Göreme Açık Hava Müzesi, Side Apollon Açık Hava Müzesini gezebildim.  Müzelerin bulunduğu çevrelerden topladığım bir takım ‘doğasında nesne’ler ve bir restorandan çalınmış metal bir çatalla seyahatimi sonlandırdım.

Bu konu üzerine çalışacaksam, akademik yaşamımdan istifa etmem gerektiğinin bana bildirilmesinden, Enstitü tarafından eser metnime başka bir isim önerilmesine kadar yaşadığım bütün bu süreci,  İMÇ Çarşısı’ndaki  sanatçı inisiyatif alanı 5533’te, araştırma metnimin ana başlıkları olan  ‘Arada Kalmak’, ‘Yaşamak’ başlıkları altında tartışmaya açtık. Arada Kalmak “Biz Hiç Modern Olduk Mu?” başlığını,  Gülçin Aksoy, Nancy Atakan, Gül Ilgaz ve Neriman Polat’ın 1990’lı yıllarda düzenledikleri “Arada” isimli sergi dizisiyle ilişkilendirerek;  Gülçin Aksoy, Nancy Atakan’ın katılımıyla ‘Tarihsel zaman çizgisinde geri ve ileri hareket ederek geçmiş ve bugün arasında bulunduğumuz coğrafyayı nasıl yorumlayabiliriz?’ sorusuyla birlikte tartışmaya açtık. Daha sonra, yine metnin başlıklarından olan ‘Şeylerin Düzeni’, ‘Kendini Şeyden Sorgulama’ başlıkları üzerine, Duygu Sabancılar’ın katılımıyla, “Takıntılı Sözcükler” başlığı altında,  sözcüklerin;  akademik dil-kurumsal dil-yazınsal dil- gündelik dil jargonunun hangi belirleyici koşullara göre kategorize edildiği üzerine bir tartışma açtık.

Modernizm tartışmalarını çoktan kapattığımızı sandığımız, Post-Modernizm’in de gözünü çıkardığımız bu yaşadığımız zamanlarda, tekrar ve tekrar Türkiye’de Modernleşme Projesi’ her türlü tartışmada önümüze çıkıveriyor. Belki de başımıza gelen şey, üretilen kurumsal  kodlarla manipüle edilen bireyselliğimiz.

Tarihle yüzleşme meselesine geldiğimde ise belirleyici yöntem son zamanlarda iyice ayyuka çıkmış olan bir ‘öz’e öykünme ve bir takım hamlelerle eskiyi güncelleyip yeniye montajlamaya çalışmak. Peki, bu ‘öz’ün ne olduğunu kim belirleyecek? Tarihte ne kadar geri gidebiliriz, ayrıca bu gerekli mi? Bu konuda, Erzurum Arkeoloji Müzesi’ni bana gezdiren sekiz yaşındaki Başar’ın söylediğini kendime rehber alıyorum.  “Biliyor musun? Tarih sıfır noktasından ikiye ayrılıyor, sıfırdan öncesi bizden uzaklaşıyor sıfırdan sonrası bize yaklaşıyor.”  

Daha fazla yazı yok
2024-03-29 11:45:42