A password will be e-mailed to you.

İki ayrı alandan iki yaratıcı insan geniş kapsamlı bir söyleşide buluştu. Bir sanatçı ve bir mimar: Ai Weiwei ile Frank Gehry

2011’de Çinli yetkililer sanatçı Ai Weiwei’i Beijing havaalanında gözaltına alarak pasaportuna, dizüstü bilgisayarına ve stüdyosundaki sabit disklere el koydu ve onu 81 gün boyunca resmi bir ceza vermeden tutukladı. “Ekonomik suçlarla” suçlanıyordu ama pek çok kişi bunu onun baskıcı hükümet politikalarına karşı ısrarlı eleştirilerine yönelik bir misilleme olarak gördü. Bu eleştiriler arasında 2008 yılında Sichuan depreminde ölen okul çocuklarının isimlerinin araştırılması ve insan hakları aktivisti Tan Zuoren’in yargılandığı düzmece mahkeme üzerine 2009 yılında çekilen belgesel de sayılabilir.

2015 yılında hükümet Ai’ınn pasaportunu geri verdi ve o zamandan beri sanatçı sürekli olarak sık sık uçuyor. 2017’deki belgeseli “İnsan Göçü” (Human Flow) için, uluslarası mülteci krizini araştırmak üzere  aralarında Afganistan ve Yunanistan’ın da olduğu 23 ülkeyi ziyaret etti. Ve Jeffrey Deitch’in kendi adını verdiği galerisinde geçen sene açtığı ilk sergi de dahil olmak üzere açtığı üçlü bir sergiye hazırlanmak için halen yaşamakta olduğu Berlin’le Los Angeles arasında mekik dokudu.

Bu mekan, şöhreti belki de Ai’ın şöhretiyle aşık atabilecek tek mimar olan Frank Gehry tarafından tasarlandı. Uzun zamandır Los Angeles’ta yaşayan Gehry 1978’de kendi evinde zincir baklalı ve galvanize, oluklu çelik kullanalarak  yaptığı değişiklikle başlayarak oturduğu şehire büyük bir damga vurmuştur. Ama onun en pervasız , en ikonik binaları aleminyum titanyum ya da paslanmaz çelik ile kaplı olan binalardır. Tıpkı duvarları yakınlarındaki limandaki yelkenlileri yansıtarak üzerimize üzerimize gelen Guggenheim Bilbao’nun bir bölümü gibi.

Deitch’in galerisi için Gehry (89) Hollywood’da 1400 metrekarelik bir sinema ışıklandırması deposunu muhteşem bir sergi mekanına dönüştürdü. Ardından Ai galeriyi ilk kez 2014 yılında sergilenen, Çin burçları temalı ve Legolarla yapılmış ve panoramik bir enstalasyonla yerleştirilmiş bir dizi yapıtla doldurdu: Çinli antikacılardan toplanmış ve hep birlikte onları kullanan Çinli ailelerin kuşaklar boyu toplu fotoğraflarını temsil eden, yıpranmış ve çizik çizik ama sapasağlam olan, yaklaşık 6000 antik tahta tabure yığını.

Ai’ın mimari ölçeklerde sanat yapmanın yanı sıra, bir bina tasarlama tarihi de var. 2008’de Beijing Olimpik Stadyumu’nun tasarlanması için bir mimarlık şirketi olan Herzog & de Meuron ile ortak bir çalışma yürütmüş ve yaratıcı çanak benzeri yapısıyla Kuş Yuvası olarak bilinen biçimini vermiştir. Ve yakın zaman önce United Talent Agency için Beverly Hills’deki sanat galerisini tasarlamıştır. Benzer bir biçimde, Gehry heykeller ve işlevsel heykeller yapan bir mimardır. Bunların arasında formika ve metalden yaptığı unutulmaz balık lambaları da vardır.

Bu ikisi geçtiğimiz Kasım ayında bir söyleşi için Deitch’in galerisinde bir araya geldiler ve sanat, mimari ve kültürel muhalifler olarak paylaştıkları ortak tarih üzerine konuştular.

 

Ai Weiwei: Geçen ay senin stüdyonu ziyaret etmek çok şaşırtıcıydı, inanılmazdı. Bir kentin içinden geçmeye benziyordu –yapmış olduğun eski binaların minyatürlerinden yeni projelerine doğru. Seni bir kentin içinde koşturan küçük bir çocuk gibi gördüm. Sen tipik bir mimar değilsin. Sen gerçekten çemberin içinde değilsin tam tersine o çemberi kırmaya çalışıyorsun.

Frank Gehry: Ben çemberin içindeki bazı kişilerden hoşlanıyorum ama asla onlarla çok fazla görüşmedim. Daima senin Herzog & de Meuron’a ait olduğunu düşündüm.

Asla hiçkimseye ait olmadım ama onlarla birlikte ilginç bir proje yapmıştık: Bizim Beijing’deki 2008 Olimpik Stadyumumuz.

Çok büyük bir projeydi ve sanırım bu bizim birbirimizle olan bundan önceki bir bağlantımızdı. Fransız aeromekan endüstrisindeki liderlerden biri ile teknoloji geliştiriyorduk, Dassault Sistemleri ve bu teknolojiyle maliyetlerde bir artış olmadan, çok daha özgürce çalışabileceğimizi hissediyorduk, tıpkı Bilbao’daki kavisler gibi. Dolayısıyla senin Kuş Yuvan inşa edilirken, o zamanlar seninle çalışmakta olan bazı mühendisler bizimle temasa geçti ve biz onlara anlaşılmaz bağlantılar konusunda yardım ettik.

Senin geçmiş çalışmalarını, buruşturup atacağın bir parça kağıt gibi görünen modellerini gördüğümde, bunun çığır açan bir buluş olduğunu düşünmüştüm. Geleneksel mimarinin bu biçimde öğretmediği düşünülürse bu hayli büyük bir devrimdi. Biçimi gerçekten özgürleştirmiştin.

Biliyorsun, ben sanat dünyası içinde büyüdüm, bu biçimde çalışmak istiyordum, aynı anda pek çok alanda, bir tür senin çalışma biçimin gibi. Sen malzemeleri alıyorsun, onları bir yerlere koyuyorsun ve bir şeyler yapıyorsun. Daima bunun çok daha doğrudan, çok daha insanca ve çok daha bedenle ilişkili olduğunu düşündüm. 60’ların sonu ve 70’lerin başında Los Angeles’taki tüm sanatçıların bir şeyler yaptığını gördüm, Larry Bell ve Billy Al Bengston, Charles Arnoldi ve Ed Ruscha gibi. Herkes çok özgürce çalışıyordu ve ben buna imreniyordum, bunu seviyordum. Yani senin bir özgürlük algın var, bunun için özür dilemen gerekmiyor. Bu algı yalnızca bir mimarın müşterileri için kabul edilmesi güç bir algı olabilir. Şu anda tasarım geliştiricileri bizim işimize bir değer biçtiler. Ama galerilerle diğer bütün ekonomik ilişkiler olası.

Paramı bir galeriye yatırabilirim, ama bu gerekli değil. Bir galeri sadece, koleksiyonerlerle tüm o pazarlıkları yapmak ya da buluşmak istemediğiniz için kullandığınız bir yapıdır. Gerekli değil. Galeri, bedeli bazı gayrimenkul geliştiricileri tarafından ödenmesi gereken bir yapıya benzemez. Sanat eserleri satılmak zorunda olmamalı. Bir şair şiirini satmak zorunda olmamalı, hiçkimse bu şiiri almak zorunda olmamalı. 

Ben de bunun gerçekleştirilebilmesi için mimaride de bu en vurucu noktanın keşfedilmesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Ama mimari çok sınırlı çünkü çok sayıda pratik ve finansal engeliniz var ve tüm bunları düşünmesi gereken bir gayrimenkul geliştiriciniz… 

Bu kısıtlamalar hep var, ama ben diyorum ki, “Ya sonra?” Duruma bu gözle bakmalısınız: Tüm ekonomik sorunları çözdünüz. Binanın güvenlik sorunlarını çözdünüz. Ruhsat sorunlarını çözdünüz. Tüm bunları çözdünüz. Ya sonra? Ben bu “Ya sonra?” ile ilgileniyorum. Bina size başka ne verebilir? Ve bunu yaptığınızda, binayı kiralayanlar bundan faydalanırlar. Bilbao’da olduğu gibi, bina 100 milyon dolara mal oldu ama açıldığından beri çok daha fazlasını kazandırdı. Bunu tahmin etmenin hiçbir yolu yoktu. Ve binaya baktığımda kişisel olarak pek çok eleştirim var. İnsanların onu neden bu kadar çok sevdiklerini anlayamıyorum.

Bilbao’ya hiç gitmedim ama insanların iç mekanların gerçekten çok iyi tasarlanmış olduğunu söylediklerini duydum. Dolayısıyla şanslısın. İyi hatalar yapmışsın.

Bilbao 1997 yılında, daha sonra Guggenheim’ın müdürü olacak olan Tom Krens’in ilginç bir teşviği ile yapıldı. Tom “Ölmüş ve artık kendini savunamayacak olan sanatçılar için doğrusal galeriler yapmak istiyorum, yaşamakta olan sanatçılar için kışkırtıcı bir biçimde biçimlendirilmiş olan galeriler yapmak istiyorum” dedi. Sol LeWitt, Anselm Kiefer, Jenny Holzer –tüm bu büyük sanatçılar doğrusal olmayan galerilere geldiler ve boy gösterdiler. Sanatçılar bana galeri mükemmel olmadığı için kendilerini güvende hissettiklerini söylediler, dolayısıyla Bilbao bir tür oyuna davet hissi veriyordu.

En çok müzelerdeki yapısal durumlardan nefret ediyorum çünkü hiçbir anlamları yok. Mimarinin ve sanatın bir arada varolmaları gerektiğini düşünüyorum. Bir bodrumu –ya da bir kapalı alışveriş çarşısını ya da hapishaneyi- kullanabilirsiniz çünkü bunlar meydan okur ve sanatla tezatlar yaratır. Tıpkı benim 2016 yılında İtalya’da Floransa’da daha çok eski yapıtları sergileyen Palazzo Strozzi’deki sergimde yaşadığım gibi. Yıllardan beri pencereleri örtülüydü. Onlardan içeriye ışık girmesi için pencereleri açmalarını ve yangın alanı gibi özgün mimari unsurları ışıklandırmalarını istedim. “Yangın alanıyla ilgili sorun nedir?” diye sordum. “Hafızanın sergiye karşı çalışmasından memnun olacağım” dedim. Ve 2014 yılında Alcatraz’da yaptığımız sergi, cezaevinin duvarlarına dokunamıyorduk, hiçbir şey asamıyorduk. Gerçekten çok katıydı ama ben özgürlüğün bu sınırlamalardan kaynaklandığını düşünüyorum.

O zaman neden Legolarla çalışmayı seçtin?

Alcatraz üzerine çalışırken Uluslararası Af Örgütü’nden burada kalan politik mahkumların pek çok bulanık ya da çok koyu fotoğrafını aldık. 20 yıldan bu yana kayıp olan Tibetan lama gibi kimi politik mahkumlar kaybolmadan önce hayatları boyunca yalnızca bir fotoğraf çektirmişler. Bu fotoğraflar kaliteli olmazsa onları bir sergi açmak üzere nasıl kullanabilirim? Fotoğrafların tamamı kötü olsa bile Legoların iyi bir fikir olabileceğini düşündüm çünkü o piksellerden oluşuyordu. Pikseller tüm imgeleri ister net olsun ister olmasın keskin yapıyordu; güçlü bir imge. Dolayısıyla Chelsea Manning’den İran’daki insanlara kadar, Rusya ve Çin’e kadar 176 politik mahkum portresi hazırladık ve hepsi taze ve temiz görünüyordu.

Lego’nun sahibi olan kişiyle yıllar önce karşılaşmıştım, onunla yeni bir Lego yapma olasılığı üzerine tartıştım.

 

“Sanatçısız bir toplum gerçekten korkunç olabilir”

 

Başka türlü bir Lego fikri kulağa çok ilginç geliyor. Eğer çoğu kentin caddelerinde yürürseniz, tüm binaların aynı olduklarını görebilirsiniz. Tüm arabaların aynı şekilde tasarlandığını görebilirsiniz. Bu neden böyle olmak zorunda? Bu bir israf. Sanatçılar üzerine temellenen bir toplum sorun yaratabilir ama sanatçısız bir toplum gerçekten korkunç olabilir.

Mimariye başladığımda kentlerin hızlı ve çirkin bir biçimde inşa edildiği bir dünyanın içine girdiğimin farkındaydım ve pek çok inkar vardı. İnsanlar bundan nefret ediyordu ama bunu yapıyor olmayı önemsemiyorlardı. Bu inkarla senin nasıl ilişki kurduğunu çok merak ediyordum dolayısıyla herkesin gerçekten nefret ettiği en berbat malzemeyi, zincir baklası, seçtim ve “Ya zincir baklasını almayı dener ve sanatın, güzelliğin bir parçası yaparsam? Ya zincir baklası çok daha olumlu bir şey olursa?” dedim. 

Çin Sanat Akademisi ilk mimarlık dersini açtığında bu sınıfın ilk öğretmeni olmak üzere beni davet ettiler. Onlardan tuğlalarla inşa etmek yerine, attığımız şeylere bir göz atmalarını istedim. Dedim ki, “Gelin plastik şişelerle başlayalım ya da Coca-Cola şişeleriyle. Bir malzemenin mantığını bir şey yapılandırmak için nasıl kullanabiliriz?”

Artık insanlar tüm bu plastiklerin sağlığımız için tehlikeli olduğunu kavramaya başladı.

Yani bu manada gerçek sanat ya da mimari pratiği oldukça politiktir çünkü ortak vasat düşünüşe karşı durmaktadır. Farklı yönlere doğru ilerlemeye çalışır.

Senin bu dünyadaki iyilik savaşçılarından biri olduğunu, baskıcı rejimler altında çok acı çektiğini ve zorluklarla geçen yıllar boyunca nasıl dirayetle mücadele ettiğini biliyorum. Benim yapıtımın yüzde 60’ı yardımseverlik, insanları sanat aracılığıyla bir araya getirme çabası. Ama senin yaptıkların kadar, tutuklanman kadar ve herşeyin kadar, verili olanı karşısına almıyor. Ben sadece bir gün gözaltında kaldım, o da esrar yüzündendi.

Malın ne kadardı?

Çok fazla. Böyle bir zamanda o mal suç sayılır.

Esrarın içicisi miydin yoksa satıyor muydun?

Ne o ne o. Rock orkestrasından bir kızla çıkıyordum ve kız biraz esrar istediğini söyledi. Bunun üzerine bir arkadaş bir çanta getirdi, çantanın üzerinde “Frankie İçin” yazıyordu. Çantayı ceketimin cebine koydum ve kızın yanına gittim, kıza esrarı verdim ve o da bana bunu istemediğini söyledi. Eve otobandan gittim ve uyukluyordum. Uykuya daldım, arabayı sürmeye devam ettim ve araba yalpaladı ve polis beni durdurdu.

 

“Hapishaneler size nasıl suçlu olunacağını öğretiyor”

 

Bir kumpasa benziyor.

Hayır değildi. Çılgıncaydı. Arabayı aradılar ve hiçbir şey bulamadılar ve ardından arka koltukta uzanan ceketimi gördüler ve torbayı buldular.

Ama senin ceketin değildi, değil mi?

Hayır benim ceketimdeydi.

Ama o senin ceketin değildi, değil mi?

(Gülüşmeler) O an aklıma bunu söylemek gelmedi. Tıpatıp üzerime göreydi. Dolayısıyla beni bir geceliğine nezarethaneye attılar.

Hiç hapishane tasarladın mı? Bir hapishane tasarlamak hoş olabilirdi.

Los Angeles’ta bir kadını hapishanede ziyaret etmiştim. Bir hücrede 12 kadın kalıyorlardı ve bir duvara dayalı altı yatakları vardı. 12 kadın için bir tuvalet vardı ve ranzaların üstü bir florasan lambasıyla aydınlatıyordu. Bu kadınların nasıl uyuduğunu bilmiyorum çünkü ışık 24 saat yanıyordu. Hapishanelerimizi düşündüm, içeri girdiğinizde gerçekten bir suçlu değilseniz çıktığınızda gerçek bir suçlu olursunuz.

Ben pek çok hapishanenin böyle olduğunu düşünüyorum. Size nasıl suçlu olunacağını öğretiyorlar.

 

KAYNAK: Jori Finkel, New York Times

 

İLGİLİ HABERLER

AI WEIWEI: “Bir sanatçı olarak konuşmakla yetinmemeliyim”

Sahi ne oldu Gehry’nin şu İstanbul’a çağ atlattıracak projesi? 

Daha fazla yazı yok
2024-04-29 03:41:45