A password will be e-mailed to you.

İlk uzun metrajlı filmi Albüm ile Cannes Film Festivali’nin Eleştirmenler Haftası bölümüne katılan ve buradan bir de ödül alan Mehmet Can Mertoğlu sinemamızın yeni ustalarından biri olmaya aday. Film geçtiğimiz hafta gerçekleşen Adana Film Festivali’nde de En İyi Yönetmen Ödülü, En İyi Senaryo ve En İyi Sanat Yönetmeni kategorilerinde üç ödüle layık görüldü.

Öncelikle şunu belirtelim ki Albüm izleyenleri ikiye bölen filmlerden biri oldu Adana’da. Hem de sert bir biçimde. Filmi çok sevenler de vardı, nefret edenler de. İşin doğrusu bu iki tutum da anlaşılır ve aslında sinemaya dair bakış açılarından kaynaklanan tavırlar. Ama, sinemanın kendisi zaten bakış açılarından oluşan bir sanat değil mi?

Çocuk sahibi olmanın en doğru yolunun evlat edinmek olduğu kararına varmış orta sınıf Antalyalı bir çiftin hayatına odaklanıyor Albüm. Neden evlat edindiklerine dair bir bilgi yok; belki kısırlık söz konusu, belki iktidarsızlık ya da başka bir şey. Çok da önemli değil, filmin ilgilendiği şey farklı. Klasik anlamda bir hikayesi de yok Albüm’ün. Çocuğu evlat edindikten sonra bitmiyor film mesela, ya da karı kocanın hayatta ulaşmak istedikleri bir yer, gerçekleştirmek istedikleri bir hayalleri falan da yok. Onlar tıpkı evlenmek, sonra bir ev ve bir araba almak gibi mutlaka yapılması gereken bir şey olarak bakıyorlar çocuk sahibi olmaya ve evlat edindikleri anlaşılmasın diye de sahte hamilelik fotoğrafları çekip bir albüm oluşturma telaşına düşüyorlar. En yakınlarından bile sakladıkları bu durumun açığa çıkması ihtimali ise en çok korktukları şey hayatta. 

Albüm sinemamızda çok fazla rastlamadığımız bir absürt anlatıma sahip. Öte yandan filmdeki absürt durumları izleyip de bunların hemen her gün hepimizin başından geçeceği durumlar olmadığını iddia etmek zor. Biri tarih öğretmen, diğeri vergi dairesinde çalışan çiftin okulda, işte, Çocuk Esirgeme Kurumu’nda veya karakolda başlarından geçen ve kara mizahın sınırlarında gezinen olaylar hem son derece komik, hem de alabildiğine tanıdık. Tüm dünyada köhnemiş bir aygıt bürokrasi gerçi ama memleketimizdeki kadar absürt, hatta Kafkaesk durumlar herhalde başka bir ülkede görülmez diye düşünüyoruz. Aile kurumunun da absürt ve grotesk yönleriyle yüzleştiğimiz film çağdaş sinemanın anlatım kodlarına yakın seyreden diliyle Rumen Yeni Dalga akımından, kuzey Avrupa sinemasının soğuk mizahına dek geniş bir yelpazeden referanslarla çıkıyor izleyici karşısına. Vergi Dairesi’nde tüm çalışanların kafalarını masalarına dayayarak uyuduğu sahneyi görüp de Roy Andersson filmlerini hatırlamamak mümkün değil örneğin.  “Sinemacıdan önce bir sinefilim” diyen Mehmet Can Mertoğlu tüm bu referansları haybeye vermediğini ve kendine özgü bir anlatım peşinde olduğunu da saklamıyor Albüm’de. 35 mm film kullanan ve bu artık çok nadir kullanılan malzemenin ve kameranın hakkını veren yönetmen yer yer başvurduğu yarı fotografik anlatımla özgünlük arayışlarının ipuçlarını veriyor. Kimi sahnelerde karakterlerin sanki bir fotoğrafçıya poz verir gibi hareketsiz durdukları karelerde diyalogları dış ses formatında vererek hem bir yabancılaşma etkisi yaratıyor (hele ciddi bir kavganın yaşandığı sahnede) hem de film boyunca derlediği imgeler albümüne yeni eklemeler yapıyor. 

Absürt, yer yer sürreal, ama her şeyiyle yerel bir film Albüm ve ayrıntılarında çok fazla gözlem, son derece yerinde tespitler saklı. Buna oyuncuların da büyük bir katkısı olduğunu ekleyelim. Özellikle Şebnem Bozoklu bu yılın En İyi Kadın Oyuncu ödülünün en güçlü adayı gibi duruyor bu filmdeki performansıyla. Eşi rolünde, ona ayak uydurmakta hiç zorlanmayan Murat Kılıç ve bürokrasi çarkının farklı dişlilerinde karşımıza çıkan yan rollerde de Müfit Kayacan (Çocuk Esirgeme Kurumu müdürü), Muttalip Müjdeci (Emniyet Amiri), Zuhal Gencer (Sosyal İşler görevlisi) yine sağlam performanslarla filmi zenginleştiren isimler. 

Üzerinde durulacak çok sahne var Albüm’de (filmin başındaki belgesel nitelikteki olağanüstü suni döllenme sekansından, finaldeki şelale sahnesine dek neler neler) ama biz en çok aklımızda kalan iki tanesini cımbızlamakla yetinelim, zira yaşadığımız zamanlara dair, içinde bulunduğumuz memlekete diar çok şey söylüyorlar. Bahar ve Cüneyt ilk gittikleri yetimhanede kendilerine gösterilen bebeğe bakarken esmerliğinden hareketle çocuğun Suriyeli ya da Kürte benzediğini söylerler ve bebeği istemezler. Kötücül bir niyetleri de yoktur ama kafalarındaki kodlar esmerliği reddedecek kadar keskindir ne yazık ki. Bir diğer unutulmaz an da kameranın çok yüksekten baktığı ve yerde yatan adam için çağrılan ambulansın geldiği sahne. Ambulansın sokağın yukarısından geldiğini ama hiç durmadan geçip gittiğini, boş boş sokağın çevresinde tur attığını görürüz. İşte bu, yaşadığımız kara mizah ikliminin en güzel yansıması kanımızca. 

Daha fazla yazı yok
2024-04-25 20:54:44