A password will be e-mailed to you.

Birçok akademimiz, daha doğrusu sanatlar fakültesi ya da tasarım fakültemiz var… Var gibi ama yok aslında… Ya da yok ediliyor, daha da çoğaltılarak…

Uzak mesafeler, Ankara-İstanbul hattı gibi, bir araya gelinmez, aşılmaz bir duvar gibi görünse de, Aloş gibilerin büyüsündendir, yollar başka düzlemde kesişir, bizim gibiler onun yanıbaşında bitiverirler. Bu onun büyüsündedir, yoksa başka birçok sanatçıyla ne anılarımız oluştu, ne yola, yollarına düşmek için gerekçelerimiz vardı. İyi sanatçılıktan başka bir şey olmalı, bizi ona çeken.

Aloş namlı Ali Teoman Germaner, şimdi onu düşünüyoruz. Bugün öldü.

Aloş, 1949’da girmişti akademiye… 15 yaşında, henüz bir lise öğrencisi, akademinin lise kısmında başladı sanat eğitimine… o zamanlar da zordu sanat okuluna gitmek… Şuna bakın, Rudolf Belling, Zühtü Müridoğlu, Hadi Bara gibi hocalarla çalışmıştı Aloş. Türk akademi geleneğinin yenilikçi bu üç ismi modernlik ve çağdaşlık imgelemimizin başlangıç çizgisi ve Cumhuriyet’in kurucu ideasının en önemli aktörleriydi, yeni bir başlangıç çivisi; Yervant Oskan, İsa Behzat ve öteki öncüllerden aldıkları geleneği bir başka sapağa çeviren… Aloş okula girdiğinde, aile dostlarından, okulun genç hocalarından Şadi Çalık Bey, ki akademiye girmesinde etkisi olmuş, 1951 yılında Paris’ten dönen İlhan Koman ve akademinin sınavına birlikte gireceği Kuzgun Acar gibi sanatçılarla içinde gezineceği düşsel bir gezegene girmiş olmalı. Akademi kurulduğu günden beri bir çekim merkeziydi zaten, şimdilerde –o günlerde-  olgunlaşmakta olan Cumhuriyet’in kültürel inşasının belki de en önemli merkezlerinden biridir Akademi!

Aloş kurucu ideanın çizgisini, o günün düşünsel koşullarının akademik öğretilerini, Belling’in akademizmini, gelenekçi tutumunu hızla geçip başka bir uzamın, başka bir dünyanın sanatçısı olmanın peşine takılmış. Söyleşilerinde dile getirdiği gibi, bunda Zühtü ve Hadi beylerin yenilikçi, devrimci coşkusu etkili olmuş.

Kuruculuğun akademizminin coşkusunun, çocuksuluğunun ilk ve biricik örneklerinden, öğrencilerinden biri olma arzusunu istemiş miydi, merak edilesi bir sorudur?  Şunun için merak edilesidir: o günlerde Türk Sanatı çevresi daha çok batı geleneğinin geç, gecikmiş izlerini sürmekteydi. Kimi geleneksel konular, biçimler, ulusal konu ve biçim arayışları olsa da sanat dünyamız sınırlı bir çerçevenin içinde çabalamaktadır. Gruplar, bildiriler, ortak sergiler kişiselleşmelerin, serbest ifadelerin henüz gelişememesinin de göstergesi gibidir. Genelin dışına çıkıp dil arayışına girmek o kadar da kolay görünmemektedir.

Aloş, Kuzgun Acar gibi acar figürler geleceğe ve sanatın uzun geçmişine başka türden giriş yapmışlardır. İşleri ortada…

Aloş, içinde yaşadığı koşulları irdelerken bir yandan da genelgeçer olmayan, zaman dışı bir arayışın sanatçısı olma peşindedir.  Gerçek sanat çünkü zamanı durduran, zaman dışı bir eylemde bulunma halini yaratmaktadır, sanatçı konusunu da atölyesini de orada oluşturur. Sanat ve sanatçılar böylece zaman dışı bir ortamda bir araya gelirler. Aloş bunu erkenden fark eden bir sanatçıdır. İstanbul, Paris, İstanbul ve Akademi, atölye, sanatsal tezgâh ilişkisi üzerinden hiç kopmadan daha derinlikli biçimde devam eden bir birikim edinmişti Aloş. Öyle oldu. Desenler, gravürler, çizimler, heykeller ve heykellerinde de malzeme, biçim, imge arayışı; tarih, coğrafya, mit gibi kültürel birçok konunun peşinde olması başka birçok sanatçıda görülemeyecek farklılıklar yaratmasına neden oldu. Bu farklılık onu Henry Moore, Alberto Giacometti,  Marino Marini gibi 20. yüzyıla damgasını vurmuş sanatçıların yanına yerleştirmiştir.

Kendisi bu yeri ne kadar istemiştir bilemiyoruz, ancak bizim gözümüzde soylu o geleneğin katındadır. İnsanın soylu yaratıcılığına sığınarak, insanın, insanlığın ortak birikiminden süzülerek yüzyıllar içinden geçip gelerek oluşmuş sanatsal bir soyluluktur söz ettiğimiz. Bizde Nazım Hikmet, Yaşar Kemal gibi az kişi o türden evrensel bağlama yerleştirilebilir. Konuları, ele alış biçimleriyle Sartre, “söyleyiş diye bir şey var”, der; bu nedenle birbirlerine benzer bu sanatçılar. Kuşkusuz başka çok fazla sanatçımız yoktur buralara yerleştirebileceğimiz, dememiz o ki, az kişi böylesine herkesin gönlünde yer ediniyordur. Bu yer edinme biçimi sanatçının yapıp ettiklerindendir bütünüyle, ona biçilen paydandır…

Çok az sanatçı vardır, ömrünü gerçekte işine vermiş, Aloş, ömrünü heykele, sanata adamış, mitleşmiş bu tutumun simge isimlerindendir. Sanatçı gibi yaşamaktan her zaman söz ederiz, ne var ki, söz etmek ayrı, yaşamak, yaşamı oluşturmak, onu inşa etmek ayrı iştir. Akademinin, fakültenin, atölyelerin, galerilerin konforlu ortamlarında olmakla edinilecek şey değildir Aloş gibi sanatçılık… Aloş birçok bakımdan ele aldığı mitolojik figürler gibidir, gerçekliğini kendisinin yonttuğu imgeler dünyasının insanı, yarı mit, yarı gerçek: sürreal bir figür kişi. Moore, Giacometti, Marino Marini de kanımızca mitik bu dünyanın benzer karakterdeki yaratıcı adamlarıdır.

Artık mitler dünyasında yaşamıyoruz, oysa mitsel imgelemimiz bize yaratıcılığın katmanlı dünyasında sonsuz düşler, imgelem oyunları, yaratıcı, karmaşık, katmanlı alanlar sağlar. Gerçeklik ve hakikat dünyamızı bu figürlü anlatılarla daha da görünür kılan biridir Aloş,  bizi daha da insanlaştıran sanat, kültür, tarih temsilcisi yapar. İnsanlığımızı çoğaltır. 

Bir hümor sanatçısıdır da Aloş, doğu resim ele alma biçimine, Çin, Moğol resim/minyatür geleneğini izleyebiliriz onda, örneğin Mehmet Siyah Kalem geleneğinden gelen biçimlendirme olanaklarıyla inceden dokundurmaları, nezaketli plastik eleştirileri, desenleri/çizimleri, yontuları, bronzları toplumun yüzyıllara, binyıllara varan birikimini gösterir. Yapıtlar Aloş’ça dışavurumlarla dilegelirken açmazlarıyla, çatışmalarıyla, çözümsüzlükleriyle, coğrafyasının, tarihinin basınçlarıyla baş eden, edemeyen insanların canavar halleri, alegorilerle, metaforlarla o incelikli plastisesiyle dışavuruluyordu. Edebiyatta Yaşar Kemal’in, Bilge Karasu’nun –örnekse ‘Göçmüş Kediler Bahçesi’, vd.- betimlemelerinin bir başka koyutuyla plastik, hacimli karşılıklarını dert edindi Aloş.

Her zaman güzel şeyler yaptı. Güzelliklerin sanatçısıdır Aloş. Eleştiri oklarını bir şeylere yöneltirken ya da sevdiği, ele aldığı herhangi bir konuda, çizdiği her şeyde güzelliklerle müsemma, büyülü bir gerçeklik yarattı. Yaşar Kemal, Gabriel Garcia Marquez gibi o da büyülü gerçekliğin büyük bir sanatçısıydı.  İzleyicisi ve hep öğrencisi olduğumuzu düşündüğümüz…

Yukarıda iki önemli not var. Biri Akademiye ilişkin, ne denildiği belli; diğeri akademisyene, hocalara, hocalığa ilişkin, bu da besbelli. “Hoca, katında, karşısında olduğunuz değil, peşinde olduğunuzdur”u dile getiriyor, Aloş gibi bir şey… O, haberi yokken de birçoğumuzun hocası oldu, ondan esinlendik… biçimlerini, malzemelerini, dile getiriş biçemini ondan alıp başka bir yere taşıdık, Rodin’den, Brancusi’den, Picasso’dan, Moore, Matisse’den estetik, gramatik, entelektüel düzeyden ne almışsak Aloş’tan da o denli alışverişe girmişizdir. Aloş iki düzlemde de, Akademiyi de, hocayı da sorgulattıran, zihinsel muhasebe yapmamıza neden olan sanatçılardandır.

Güzel Sanatlar Fakültesi kuranların “Rudolf Belling, Zühtü Müridoğlu, Hadi Bara’mız vardı da onlarla açmadık mı?” seslerini duyar gibi oluyoruz. 1883’lere, en başa dönüp, o zaman da durum pek parlak değildi, denilebilir. Bunların hiçbiri bugüne gerekçe olamaz ne hocası var, ne binası, ne zihniyetler fakülte açmaya uygun.

Abdülhamit 1882-1883 yıllarında Akademi’yi kurdururken okulun akademik, entelektüel ve maddi ihtiyaçları kadar diğer birçok şeyin de dikkate alınması için gerekli şartların sağlanmasına önem vermişti. Bugün bu kadar fakülteye ihtiyaç var mı diye düşünülmüş mü? Bu kentlerde kütüphane, müze, galeri, kentsel estetik nesneler, mekânlar, sanatı destekleyecek sosyal, politik, ekonomik bir gelenek, çevre, sanat öğrencilerinin, okulunun, atölyelerinin yaşantılarına tahammül edecek iklim, ortam var mı? Yok. O kampüslerin, kentlerin güçlü felsefe bölümleri, tarih bölümleri, sosyoloji, biyoloji, kimya bölümleri var mı? Sanatın beslenmesi, grameri, entelektüel bekası başka neyle ilişkilendirebilir ki?

Aloş gibi bir hocanız, hocalarınız var da fakülte açmak için aşağıdan yükselen bir talep var ve vaz geçilmez bir isteği mi karşılıyorsunuz? Aloş, Zühtü Müridoğlu ve akademi geleneği işlerin nasıl yürütülmesi gerektiğini göstermiyor mu? Nasıl sanat bölümü, fakültesi kurulur, kadrolar, sanatçı hocalar nasıl yetiştirilir, Şadi Çalık, Kuzgun Acar, Aloş ve o çevre, ortam incelenirse anlaşılabilir.

Aloş gibi birini yitirince yitirilenin sadece kişi değil ne, neler olduğu daha iyi kavranıyor. Onu daha karmaşık duygular, sanatın iyileştirici, yaratıcı imgelemi, ışıkları ile uğurluyoruz.

Sevgiyle, saygılarımızla.

 

İLGİLİ HABERLER

Siyah-Beyaz’ın kurucusu Faruk Sade vefat etti

URSULA K. LE GUIN vefat etti

Daha fazla yazı yok
2024-04-28 11:59:18