A password will be e-mailed to you.

“Eşinizle nerede tanıştınız?
Ya okulda, ya da iş yerinde!
Nereden mi biliyorum?
Mezun olduğunuzda birisiyle tanışmadıysanız, işinizden biriyle evleneceksiniz, bu kadar basit!”

Bu sözler, sezonun yeni oyunlarından Aşk Geçmişim’in kahramanı Tom’a ait. Oyunun yönetmeni olan ve bu sezon birden fazla projeyle karşımıza çıkan Tuğrul Tülek ile hem Aşk Geçmişim, hem de tiyatro ve müzik alanındaki diğer çalışmaları hakkında sohbet ettik.

 

İlk olarak yönetmenliğini yaptığınız, Rıza Kocaoğlu, Şebnem Bozoklu ve Melisa Doğu’nun oynadığı Aşk Geçmişim’le başlayalım. Konusu nedir, seyirci oyuna geldiğinde neyle karşılaşacak?

Aşk Geçmişim, günümüz ilişkilerinin matematiğini “anti romantik” bir komedi biçiminde sunan bir oyun. Aynı şirkette çalışan iki kişi; Amy ve Tom’un, özellikle fiziksel olarak çok hızlı gelişen ilişki süreçlerinde, birbirlerinin hayatında var olma çabalarını anlatıyor. Ama sadece bir aşk ilişkisi değil, bunun dışında pek çok durum var oyunda. Mesela gençlikte yaşanan travmaların bizi nasıl bir insana dönüştürdüğü ya da hafızanın zaman zaman bizi nasıl yanıltabildiği ve aslında ne kadar da kontrol edilebilir olduğu gibi.

Amy ve Tom’un geçmişteki ilişkilerini nasıl hatırladıkları ve bugün yaşadıklarını nasıl farklı yorumladıklarını görüyoruz. Ayrıca büyümenin zor, acılı ama kaçınılmaz bir durum olduğunu da anlatan bir oyun bu aynı zamanda. Ve tüm bunları yaparken herhangi bir yargılama ya da mesaj verme kaygısı da taşımıyor. “Aile olun, en doğrusu budur” demek gibi bir derdi yok. Dediği bir şey varsa o da; “kendiniz olun, geçmiş travmalarınızdan kurtulun, kendinizi affedin, ondan sonra ne yapacaksanız yapın” olabilir. Bu tarafını çok sevdim ben oyunun.

“Kolay ulaşılabilir her şey değerini çabuk yitiriyor”

Sema Elcim ve Tuğrul Tülek

Oyun boyunca geçmişten taşınan insanların hayaletleri musallat oluyor Tom ve Amy’ye. Onlardan kurtuldukları anda özgürleşiyorlar. Hem bugün yaşanan ilişkiye hem de geçmişte yaşananlara iki taraftan bakma durumu çok güzel. Önce bir kahramanın anlatımıyla, sonra da diğerinin anlatımıyla görüyoruz yaşananları. Bu yönüyle biçimsel olarak farklı bir yapısı var.

Yaşananları iki tarafın gözünden de görebilmek çok önemli. Kim bilir biz birileri tarafından nasıl anımsanıyoruz, düşünsenize! Amy ve Tom, bir noktadan sonra birlikte anlatmaya başladığında hikâyeyi, aslında aralarındaki ilişkinin dönüşümüne tanık olmaya başlıyor seyirci. Gerçekten çok akıllıca yazılmış bir metin bu.

Oyunun girişinde Tom, yani Rıza Kocaoğlu; “Âşıklar, evliler, fuck buddy’ler! Nerede buluyorsunuz birbirinizi?” diye soruyor seyirciye. Günümüzde, sosyal medya ve Tinder gibi siteler yoluyla birilerini bulmak kolaylaştı mı?

Kolaylaştı kolaylaşmasına ama içi boşaldı ilişkilerin. Sadece romantik ilişki anlamında değil, her türlü ilişkide var bu boşalma. Kolay ulaşılabilir her şey değerini çabuk yitiriyor. Bu kolay erişim sayesinde artık herkes fotoğrafçı, yazar oldu, herkes film çekiyor, film yönetiyor. Analog olmanın getirdiği özen ve ulaşılabilir olmanın zorluğu kayboldukça, her şey daha sıradan bir hale dönüştü. İlişkiler de bundan payını aldı tabii.

 

Çevremiz çok genişledi ama ilişkiler sığlaştı. Çocukluktan gelen arkadaşlıklar gibi değil sonradan edindiklerimiz…

Dediğim gibi, analog ve dijital ilişkiler ve işler ortaya çıkmaya başladı. Emek azaldıkça değer de azaldı. Yaratım süreçleri için de geçerli bu. Kendimi bu noktada şanslı sayıyorum çünkü bizim, jenerasyon olarak her şeyin hem analog, hem de dijital halini yaşama şansımız oldu. Düşünsenize başka türlüsünü bilmeyen bir kuşak var şu anda. Elbette çok başarılılar, heyecanla izliyorum yaptıkları pek çok şeyi. Ama niceliğin çokluğu, niteliğin de çok olmasını sağlamıyor. Kalıcılık da aynı şekilde tartışılır. Tam da bunları konuşurken, Aşk Geçmişim oyununu bizim yaşlarımızdaki insanların çok daha iyi anlayacağını ve seveceğini düşündüğümü belirtmek isterim. Müzik, obje ve dekor anlamında birçok bildiğimiz referansı kullandık.

“Bir sonraki gelişinizde oyunun hissinde farklılık görebilirsiniz”

Aşk Geçmişim

Oyuna geldiğim akşam siz de oradaydınız. Her oyuna gidiyor musunuz?

Aşk Geçmişim sahnede henüz çok yeni bir oyun. Başlarda her seferinde bulunmaya çalışıyorum. Aksayan yönler varsa görmek ve müdahale etmek anlamında faydalı oluyor. Benim orada bulunmam süreci hızlandırıyor. Ama bir süre sonra daha az giderim, en azından her oyuna gitmem.

 

Bu müdahaleler oyunun genelini etkiliyor mu? Ben bu oyunun onuncu temsiline gelsem, ilk gördüğümden farklı olur mu mesela?

Hayır. Oyunun genelinde bir fark olmaz Ama tiyatronun canlı ve insana bağlı bir tarafı var. Böyle bakıldığında, elbette her temsil bir parça kendine özel oluyor. Yani bir sonraki gelişinizde, oyunun matematiğinde değil ama hissinde farklılık görebilirsiniz.

 

Çeviri oyunlarla seyirciyi güldürmek daha zor değil mi? Her ülke insanının tebessüm ettiği noktalar birbirinden çok farklı, üzüldüğü şeylerse benzer diye düşünüyorum.

Evet. Ama nasıl bir oyun yaptığınıza göre de değişir bu. Aşk Geçmişim salt güldürmek için tasarlanmış bir oyun değil. Evet, komik bir oyun ama derdimiz “herkes çok gülsün” değil. Bu oyundan seyirci sadece “çok güldük, çok eğlendik” diye çıkarsa, orada bir şeyleri eksik yapmışız demektir. Bu oyunda çok naif bir hikâye var anlatmaya çalıştığımız.

 

Yine de bir “Özgürlük Anıtı” sahnesi var ki sanıyorum bu, “Ey seyirci! Kim olursan ol, burada güleceksin” dediğiniz yeri oyunun…

Tabii. Oyun aslında çok komik gerçekten ama bunu ucuz numaralara girmeden, iyi bir matematikle yapıyor. Çok akıllı, derdi olan bir metin!

“Yazarı bambaşka bir şeyle karşılaşacak sahnede”

Bu yazarı nasıl buldunuz? Çok genç ve Türkiye’de ilk kez bir oyunu sahneleniyor…

Genç bir kalem, çağdaş, dinamik bir yazar. 2010 yılında Edinburgh’ya Fringe Festivali’ne gittiğimde, seyrettiğim birçok oyundan biri de bu oyundu. Hikâye çok güzeldi, oyuncular birçok karakteri canlandırıyordu. Beni heyecanlandırdı, çünkü yönetmene ve oyunculara özgür alan sağlayan bir metindi, işin içinde hikâye anlatıcılığı vardı. O zamandan beri aklımdadır, ara ara gündeme getiririm ama sahnelemek bu seneye kısmet oldu.

 

Tanıştınız mı yazarla?

Hayır, tanışmadık. Ama kendisini davet etmek ve yaptığımız işi görmesini sağlamak gibi bir arzumuz var. Benim yıllar önce seyrettiğimin çok dışında, bambaşka bir şeyle karşılaşacak sahnede, tepkisini merak ediyorum doğrusu.

Aşk Geçmişim kastı nasıl oluştu? Neden Şebnem Bozoklu, Rıza Kocaoğlu ve Melisa Doğu?

Hepimiz aynı jenerasyondanız öncelikle. Bu bakımdan hikâyenin ne anlattığını çok iyi anlayabilecek oyuncular üçü de. Rıza ve Şebnem ile bir DOT geçmişimiz var. Melisa ise benim yönettiğim “Nereye Gitti Bütün Çiçekler” oyununda oynamıştı. Hepsiyle önceden çalıştım ve iyi anlaşabileceğimizi biliyordum, öyle de oldu gerçekten.

 

Oyunda müzik ve dansa da yer verilmiş. Burada bir koreografiden bahsetmek gerekiyor. Son dönemin oyunlarında koreografiye daha çok yer verilir oldu. Özellikle de Gizem Erdem bu konuda öne çıkan isimlerden biri. Siz de onunla çalıştınız.

Aşk Geçmişim’de bir koreografi şarttı. Çünkü iki katlı bir dekor var, bir hareket düzeni gerekiyor. Oyundaki ihtiyaca göre değişmekle birlikte, koreografi gerekli bir durum. Geçmişe baktığımda bazı oyunlarda bu desteği alsaydım dediğim oluyor. Gizem, çok iyi bir oyuncu ve dansçı, bu iş için biçilmiş kaftan yani. Hem beni, hem de oyuncuları desteğiyle rahatlattı.

“Oyunu ilk gördüğümde oynamak istemiştim”

Aşk Geçmişim

Sizin yıllar önce Fringe’de seyrettiğiniz oyunda var mıydı müzik ve dans?

Hayır, doğru dürüst dekor bile yoktu hatta. Bunlar bizim yorumumuz. Bu oyun üç sandalye ile de oynanabilirdi. Ancak, Uniq gibi büyük bir salonda, kalabalık bir seyirci kitlesine oynadığınızda ister istemez oyunu da büyütmek gerekiyor. Biz de hikâyeyi bozmadan prodüksiyonu büyüttük.

 

Ciddi bir dekor var sahnede. Anlatıma hizmet edecek boyutlandırma iyi yapılmış fakat turnede -ki İstanbul dışında da oynayacağınızı biliyorum- zorluk yaratmayacak mı size?

Akıllı bir dekor tasarım ekibimiz oldu. İstediklerimizi harfiyen yerine getirdiler. Güvenli, işlevsel ve kolay sökülüp takılan bir dekor hazırlandı ve sonuçtan çok memnun kaldık. Dediğiniz gibi İstanbul dışına da götüreceğiz oyunu, Bursa ve İzmir var ilk etapta. Ayrıca İstanbul’da başka salonlarda, özellikle de Anadolu yakasında oynamak istiyoruz. Bunun dışında, Ocak ayından itibaren yurt dışına da gideceğiz. İlk olarak Avusturya, ardından Almanya planlanıyor.

 

Bir oyunu yönetirken, oyuncu yönünüz ağır basıp, çıkıp oynamak geliyor mu içinizden?

Yok, olmuyor. Çünkü ben bazı oyunları okurken yönetmen, bazılarındaysa oyuncu olarak yükseliyorum. Bir kısmındaysa hiçbir şey hissetmiyorum tabii. Bu oyunu ilk gördüğümde oynamak istemiştim mesela. Ancak o esnada “İki Kişilik Yaz” başladı ve üç sene boyunca dil olarak benzer bir oyunda rol alınca, oyunculuk isteğim yerini yönetme isteğine bıraktı.

 

“Güne Hedda Gabler’le başlayıp, Aşk Geçmişim’le bitiriyordum”

Ve Hedda Gabler! Rolün size teklif edilme süreci nasıl gelişti?

Demet’le uzun zamandır birbirimizi takip ediyor ve birlikte çalışmak istiyorduk. O da, ben de çalışmayı çok seven insanlarız. Nasıl yaparız diye düşünürken, nihayetinde Hata Yapım Atölyesi’nde çalışmaya başladık ve bir süre sonra hızımızı alamayıp Tiyatro Pangar’la Kediler Bataklığında okuma tiyatrosu çalışmasını yaptık. O süreçte çok rahat ve uyumlu çalışabildiğimizi gördük. Ardından Hedda Gabler için Demet, Tesman’ı oynamak isteyip istemeyeceğimi sordu. Elbette, zevkle kabul ettim bu teklifi.

 

Hedda Gabler metnini okurken, Jörgen Tesman gayet sevimsiz ve derhal kurtulunması gereken bir karakter olarak belirmişti kafamda. Ama sizin yorumunuzda, empati yapabileceğimiz birine dönüşüyor.

Okul yıllarında Ibsen’in Hedda’sını okuduğumda da, Patrick Marber uyarlamasını okuduğumda da, benim kafamda beliren Jörgen, sizinkine benzer bir yapıdaydı. Bakalım nasıl yapacağım diye düşünürken, Mehmet Birkiye’nin yönlendirmesi devreye girdi. O provayı hiç unutamam, bir sahne çalışıyorduk ve Birkiye kalıplardan çıkarıp öyle bir şeye dönüştürdü ki rolü, o andan sonra çok özgür ve mutlu hissettim kendimi. Hiç tahmin etmediğim kadar keyif alıyorum şu anda bu karakteri oynarken.

 

Aynı sezona hazırlanan iki oyunun provaları aynı dönemde yapıldı mecburen. Nasıl geçti bu süreç, zorlandınız mı?

Aslında Aşk Geçmişim’i geçen sezonun sonunda çıkartmayı planlamıştık, fakat olmadı, yetişmedi. Ağustos ayında başlayabildik provalara. Diğer taraftan Hedda Gabler’de oynamaya da karar vermiştim. Böylece provalar aynı döneme denk geldi. Ben güne Hedda Gabler’le başlayıp, Aşk Geçmişim’le bitiriyordum. Oyunların birbirinden çok farklı yapıda olmaları iyi geldi bana. Hedda Gabler’le başlayıp Antigone’yle de bitirebilirdim, düşünsenize!

 

DOT’ta Kürklü Merkür’le başlayan ve uzun süre devam eden bir in-yer-face (suratına) tiyatro dönemi. Ardından “Kızgın Damdaki Kedi”, şimdi “Hedda Gabler”. Birbirinden çok farklı tarzlar. Hangisine daha yakın hissediyorsunuz kendinizi?

On sene boyunca olabildiğince seyirciye yakın oyunlar oynadıktan sonra, oyun dili, oyun alanı ve çalışma arkadaşları anlamında bir değişiklik istedim açıkçası. Bir ofis çalışanı değilim, dolayısıyla özgür davranmak istiyorum. Heyecan düşmeye başladığında, değişiklik kaçınılmaz oluyor. Uzun süre o kadar ufak salonlarda oynadım ki, ardından daha büyük salonlarda sahneye çıkmak, mesleğimle ilgili bazı şeyleri yeniden hatırlattı ve bu çok iyi geldi bana. Bu tarz değişiklikler insanı diri tutuyor.

 

“Çocuk ve gençlik tiyatrosu çok hassas ve maalesef ihmal edilmiş alanlar”

Yıllar önce seyredip unutamadığım bazı oyunlar var, keşke tekrar görsem dediğim. Sizin de sanıyorum ilk yönetmenlik denemeniz olan “Öksüzler” oyunu onlardan biri mesela. Geçmişte çalıştığınız bir oyunu tekrar sahnelemek istiyor musunuz?

Kesinlikle, benim de mutlaka tekrar oynanmalı dediğim oyunlar var. Öksüzler de bunlardan biri. Üç sezon oynandı aslında ama bugün yeniden sahnelensin isterim. Çok sevdiğim, metnine âşık olduğum bir oyundur. Aynı şekilde yine yönettiğim Yüksek de bugün yeniden sahnelemek istediklerim arasında. Ben de bugün geldiğim noktada, bu oyunları yeniden nasıl sahneye koyacağımı merak ediyorum açıkçası.

 

Seyirci tepkisini sormak istiyorum ama bunu televizyonlarda yerli dizilerin son yıllardaki düşüşü ve bunun tiyatroya bir katkısı olup olmadığı bağlamında da değerlendirmenizi isteyeceğim. Oyuncuların ekrandan sahneye dönme süreci hızlanmışken, seyircinin ekrandan tanıdığı oyuncuları sahnede canlı görmekten hoşlandığı da düşünüldüğünde, bu durum tiyatro için bir avantaja dönüştü mü sizce?

Bizim ekip için konuşacak olursam, Şebnem, Rıza, Melisa ve ben yıllardır tiyatrodayız zaten. Yani sonradan tiyatroya dönmedik, tiyatro her zaman için öncelikliydi bizim için. Ama şu da bir gerçek; artık tiyatroda yaptığımız işin karşılığını maddi anlamda da almaya başladığımız bir dönemdeyiz.

 

Tiyatro yapabilmek için hayatını başka alanlarda kazanmak zorunda olmak ne kadar saçma!

“Tiyatrocular az kazanmalı, doğru olan, onurlu olan budur” gibi bir düşünce var bir kesimin kafasında. Bu işi aşkla yapıyoruz tabii ki ama bir yandan da para kazanmamız eleştirilecek bir şey olmamalı. Küçük yerlerde tiyatro yaparken de, işleri büyüttüğünüzde de eleştiriliyorsunuz. Burada önemli olan tiyatronun popülaritesi artarken, yapılan işlerin içinin boşalmaması. Daha fazla seyirciye ulaşmak kötü bir şey değil, yeter ki kalite düşmesin.

Geçmişte DOT bünyesinde, sizin yönetmenliğini yaptığınız bir çocuk oyunu vardı. Ben oradan yola çıkarak Türkiye’de çocuk ve gençlik tiyatroları hakkında görüşünüzü almak istiyorum. Çünkü +3 olarak tanımlanan oyunların sekizden başlayıp on altı yaşa kadar giden farklı yaşlardaki çocuklara hitap etmediğini ve hatta tiyatrodan soğuttuğunu düşünüyorum. Tiyatro deyince sahnede koşturan pelüş kıyafetli oyuncular olmamalı çocukların aklına gelen.

Yeni Öğretmenimiz Bir Canavar” bahsettiğiniz oyunun adı. Ben aslında çocuk tiyatrosu kökenliyim. Mesleğimin ilk yıllarında Bursa’da çocuk ve gençlik oyunları yapan bir grupla beraber çalıştım. Onlar her yıl bu yaş grupları için düzenlenen uluslararası festivallere katılıyordu. Ben de o dönem, dünyadaki çocuk ve gençlik tiyatrosu hakkında fikir sahibi olma imkânı buldum. O zamandan beri de bu konuda bir şeyler yapmak istiyorum. Çocuğun hayal dünyasına hitap eden akıllı metinlerle, gerekli pedagojik destek de alınarak, özellikle ergen dönem çocuklara yönelik işler yapılmalı. Bu sorun, oyunculuk atölyelerinde de var aslında. Ya küçük çocuk ya da yetişkinler için yapılıyor, aradaki yaşlara yönelik pek çalışma yok. Çocuk ve gençlik tiyatrosu çok hassas ve maalesef ihmal edilmiş alanlar.

“İyi metin, iyi tiyatroyu getirir”

Aşk Geçmişim

Yerli yazarlar hakkında ne düşünüyorsunuz? Oynamayı ya da yönetmeyi düşünmez misiniz yerli yazarlara ait oyunları?

DOT döneminde, Hakan Günday’ın Malafa romanı oyunlaştırılmıştı, onda rol aldım. Bir de geçen sene Galata Perform’un yaptığı Yeni Metin Yeni Tiyatro Projesi kapsamında –ki çok önemli bir projedir bu- Ömer Kaçar’ın yazdığı Misafir oyununun okumasını yönettim. Müthiş bir oyun, müthiş bir metin. Uzun zamandır okuduğum en iyi yerli metin. Hatta bu sene Kumbaracı 50’de sahneleniyor. Onun dışında DOT’tan oyuncu arkadaşımız Elvin Aydoğdu var. Sonradan İngiltere’ye gidip yazarlık eğitimi aldı. O da çok heyecan verici bir yazar. Ben aslında tamamı bizim yaratımımız olacak işler yapmak istiyorum. Bizim ekibimiz için yazılmış, bize özel oyunlar olsun mesela. Çeviri metinlerle yıllardır oynuyoruz zaten. Yerli ve iyi bir metin beni çok heyecanlandırır. İyi metin, iyi tiyatroyu getirir.

 

Son olarak; provalarına başladığınız yeni oyun nedir? Sürpriz mi, yoksa hakkında konuşabiliyor muyuz?

DasDas’ta yeni bir oyunun provalarına başladık, adı Mucize. Peter Lund adlı Alman yazara ait müzikal bir oyun. Süpermarkette kasiyerlik yapan birisinin Reality Show yıldızına dönüşmesini anlatıyor çok kaba bir özetle. Aynı zamanda Anadolu Üniversitesi’nden hocam da olan Ümit Aydoğdu yönetiyor. Didem Balçın, Mert Fırat, Yeliz Kuvancı, Iraz Yöntem ve adını sayamadığım kalabalık bir oyuncu kadrosuyla beraber çalışıyoruz. Geniş bir orkestrayla canlı müzik performansı da olacak oyunda.

 

Müzik demişken, bitirmeden önce sizin müzik çalışmalarınızdan da bahsedelim istiyorum.

YaDa ile “old scholl” rock tarzında müzik yapıyoruz, garage band gibi düşünebiliriz yaptığımız işi. Biraz evvel analog ve dijital durumlardan bahsederken anlatmaya çalıştığım şey, yaptığımız müzik için de geçerli aslında. İşin içine dijital ses katmadan analog müzik yapıyoruz. Kayıtlarda da aynı şekilde, organik diyebileceğimiz bir müzik üretmeye çalışıyoruz. YaDa dört kişiden oluşan bir grup, üçümüz tiyatro kökenliyiz. Şarkıları şimdilik ben yapıyorum. Kasım’da yeni şarkımız çıkıyor. Şimdiye kadar üç stüdyo konseri yaptık. Çok samimi bir ortamda, arkadaşlarınıza çalar gibi oldu her biri. 22 Kasım’da ise Boa Sahne’deyiz. Şimdiden küçük bir kitle oluşturduk bile ve bunun giderek büyümesini keyifle izliyoruz.

Aşk Geçmişim 2019 gösterim takvimi

09.11.2019 Cumartesi / 20:30
 Atatürk Kongre Kültür Merkezi / Bursa
19.11.2019 Salı / 20:30 
Uniq Hall / İstanbul
23.11.2019 Cumartesi / 20:30
 Uniq Hall / İstanbul
12.12.2019 Perşembe / 20:30
 Uniq Hall / İstanbul
18.12.2019 Çarşamba / 20:30 
Uniq Hall / İstanbul
26.12.2019 Perşembe / 20:30
 Uniq Hall / İstanbul

 

İLGİLİ HABERLER

Boşanmadan önceki son gece: Yeni Bir Şarkı

MOSKOVALI HAMLET: Ivanov

Daha fazla yazı yok
2024-04-27 19:22:04