A password will be e-mailed to you.

Anadolu, zengin petrol rezervlerine sahip olmasa da, yüzeye çok daha yakında dünyanın en önemli tarihi ve arkeolojik zenginliklerine sahip. Türkiye sadece 77’sinin kültür bakanlığının listesinde yer aldığı 100 civarında antik kente sahip. Bu kentlerin hızla gün yüzüne çıkarılması ve korunması içinse çalışmaları yapan akademik kadrolara maddi destek gerekiyor. Biz de çalışmaların sürdüğü antik kentlerden İş Bankası‘nın desteğini alan üç antik şehirle okurlarımıza bir arkeoloji rotası hazırladık. Arkeoloji tutkunları için kutsal üçgeni çizen şehirler: İzmir, Antalya ve Gaziantep.

Sakin kentin antik kenti: Teos

İster sırt çantanızı alıp yola düşün, ister arabanızı hazırlayıp. İlk durağımız Türkiye’nin ilk cittaslow’u (sakin şehir) İzmir’e bağlı Seferihisar… Konaklamanız için Urla’dan Sığacık’a hatta İzmir merkeze kadar bol seçeneğiniz var. İzmir İli, Seferihisar İlçesi, Sığacık Mahallesi’nde yer alan antik liman kenti Teos, İzmir’in yaklaşık 60 km güneybatısında. Küçük bir yarımadanın kıstağında (isthmos) kurulmuş ve gelişmiş. Kıstağın ortasındaki Kocakırtepe üzerinde kentin akropolü bulunmakta, gelişimin de akropol ile güney limanı arasında olduğu görülüyor. Bu gelişim Protogeometrik Dönem ile Orta Çağ arasında yaşanmış.

Antik coğrafyacı Strabon (MÖ 64 – MS 24), Teos’un önce Athamas, ki bu nedenle ünlü lirik şair Anakreon tarafından Athamantis olarak adlandırıldığını, sonra Ion kolonizasyonu döneminde Kodros’un gayri meşru oğlu Naoklos ve daha sonra Atinalı Apoikos ile Damasos ve Boiotialı Geres tarafından kurulduğunu bildiriyor.

Kentin güneyde büyük, kuzeyde küçük olmak üzere iki limanı vardı. Günümüzde Arkaik Dönem kent surlarına ait hiç bir kalıntı yüzeyde görülmemekte. Buna karşın Hellenistik Dönem kent suru kent çevresinde, yaklaşık 4 km uzunluğunda takip edilebilmekte. Hellenistik Dönem surunun çevrelediği alan içerisinde Akropol, Dionysos Tapınağı, Tiyatro, Bouleuterion, Agora, Agora Tapınağı ve büyük bir sarnıç yer almakta. Buna karşın İmparatorluk Kült Tapınağı ve etrafını stoa’ların çevrelediği Forum ile her iki antik liman Hellenistik Sur’un dışında…

Teos antik kentinin hem yazıtları, hem de mimari kalıntıları 18’inci yüzyıldan itibaren araştırmacıların dikkatini çekti. 1764-1765 yıllarında R. Chandler ve N. Revett’in İngiliz Dilettanti Cemiyeti (Society of Dilettanti) adına gerçekleştirdiği çalışmalar Teos’taki ilk arkeolojik araştırmalar oldu. Bu çalışmaları 1862’deki R. Pullan’ın kazıları izledi. Her iki araştırmacı da daha çok Dionysos Tapınağı ile ilgilendi.

19. yüzyıl sonlarından itibaren Fransız araştırmacıların da ilgisini çeken Teos’ta, Anadolu’daki savaşlar nedeniyle Fransız kazıları ancak 1924 ve 1925 yıllarındaki Y. Bequignon ve A. Laumonier tarafından gerçekleştirilebildi. Bu çalışmalarla Dionysos Tapınağı’nın yanı sıra, Hellenistik Sur, Agora ve Bouleuterion olmak özere antik kentin diğer yapılarında da sondajlar gerçekleştirildi.

1960’lardan 2010’lara dek kazılar aralıklarla devam etti. 2010 yılından itibaren yeniden başlayan kazı ve restorasyon çalışmaları Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Musa Kadıoğlu başkanlığında yürütülüyor.

 

Tarih boyunca hep önemli: Patara

Tatilini hem tarih ve kültür hem de deniz ve güneşle devam ettirmek isteyenler yanmaya ve öğrenmeye İzmir’den Antalya’ya geçerek devam edebilirler. Patara Antik Kenti Fethiye-Kalkan arasında Xanthos Vadisi’nin güneybatı ucunda bugünkü Ovagelemiş Köyü’nde yer alıyor. Likya’nın en önemli ve en eski şehirlerinden biri. Akdeniz Üniversitesi’nden Prof. Dr. Fahri Işık ve ekibi tarafından 1988 yılından beri kazıları sürdürülen Patara Antik Kenti, arkeolojik ve tarihsel değerlerinin yanında Akdeniz kaplumbağaları Caretta-Carettaların milyonlarca yıldır yumurtalarını bırakıp yavruladıkları ender sahillerden biri olması ile de ayrı bir öneme sahip.

İ.Ö.13’üncü yüzyıla ait Hitit metinlerinde adı Patar olarak geçen şehir Xanthos Vadisi’nde denize açılabilecek tek yer olması nedeniyle tarih boyunca önemli kent olma özelliğini her çağda devam ettirdi. Yazıt ve sikkelerde Likya dilindeki adı ile Patara olarak geçti.

Patara İ.Ö. 3’üncü yüzyılda Ptolemaios egemenliğine girmesiyle Likya’nın önder kenti durumuna geldi. İ.Ö. 2’nci yüzyılın başında Likya’nın Seleukos Krallığı tarafından kontrol edilmeye başlanmasıyla Patara, Likya’nın başkenti gibi kabul gördü. Bu durum Patara’nın Roma’ya karşı özerkliğini ve Rodos’a karşı da bağımsızlığını kazandığı İ.Ö.167/168 yılında resmileşti ve Likya Birliğinin başkenti oldu.

Roma egemenliğine geçtikten sonra da önemini yitirmeyen Patara, Roma valiliklerinin adli işlerini gördüğü bir merkez oluşu yanında Roma’nın doğu eyaletleriyle bağlantısını kurduğu bir deniz üssü olarak da önemini korudu. İ.S. 43 yılında Likya, Roma eyaleti olurken, İS. 74’de Likya ile Pamphylia birleştirilerek tek eyalet haline getirildi ve Patara’nın başkentliği devam etti.

Apollon’un önemli bir kehanet merkezi olarak ün yapmış olan Patara aynı zamanda Anadolu’dan Roma’ya nakledilen tahılların depolandığı ve saklandığı bir limandı. Bizans Dönemi’nde de önemini devam ettiren kent Hristiyanlar için önemli bir merkez oldu. “Noel Baba” diye anılan Saint Nicholaos’ın da memleketi olan Patara önemini Türklerin geldiği dönemlerde de korudu.

Patara’da günümüz kalıntılarına giriş, görkemli ve çok iyi korunmuş Roma zafer takından yapılmakta. Takın batısındaki tepenin yamaçlarında, Likya tipi lahitlerin bulunduğu mezarlık alanı uzanıyor. Kentin en güney ucunda Kurşunlu Tepe’ye yaslanmış olan tiyatro yer alıyor. Tiyatronun yaslandığı Kurşunlu Tepe şehrin genel görünümünün seyredildiği en güzel köşe. Buradan şehrin diğer kalıntıları; Vespasian Hamamı, Korinth Tapınağı, ana cadde, liman ve tahıl ambarı rahatlıkla izlenebiliyor. Tepenin kuzeybatısındaki bataklığın arkasındaki tahıl ambarı (granarium) ise Patara’nın günümüzde kalmış anıtsal yapılarından biri…

 

Mozaik diyarı: Zeugma

İzmir ve/veya Antalya’nın ardından denize ve güneşe doyduğunuzu farz ediyor ve rotanıza arkeolojik kutsal üçgenin son ayağı Gaziantep’i ekliyoruz. Tarih ve arkeolojinin yanına gurme turizmini rahatlıkla koyabileceğiniz, batan Halfeti şehrini de ziyaret edebileceğiniz bu destinasyonun merkezi Zeugma… Zeugma (Belkıs) Antik Kenti, Gaziantep ili, Nizip İlçesi , Belkıs Köyü sınırları içerisinde Fırat Nehri’nin kıyısında yaklaşık 20 bin dönümlük bir arazi üzerinde yer alıyor. Fırat’ın geçilebilir en sığ yerinde olması onu askeri ve ticari bakımdan hep stratejik konumda tuttu. 80 bin nüfusu ile döneminin en büyük kentlerinden biriydi.

Büyük İskender’in generallerinden ve daha sonra Suriye Kralı da olan Selevkos Nikator kendi adıyla, Fırat nehrinin adını birleştirerek M.Ö.300 yılında burada Selevkos Euphrates (Fırat’ın Silifkesi) adında bir kent kurdu. Daha sonraları M.Ö.1.yy.’da kent Roma hakimiyetine girdi. Bu hakimiyet değişikliğiyle birlikte kentin adı da değişerek köprü, geçit anlamına gelen ve bütün dünyada bilinen şekliyle bugün en bilinen adını “Zeugma”yı aldı. Roma İmparatorluğu’nun 4.Skitia Lejyon Garnizonu’nun burada konuşlandırılması ve ticaret sebebiyle kısa zamanda 80 bin nüfusa ulaşan Zeugma’da Fırat manzaralı yamaçlara villalar inşa edildi. 80 bin kişilik nüfus Zeugma’yı dünyanın en büyük kentlerinden biri haline getirdi.

Zeugma, komşusu Antakya (Antiokheia) ile Mısır’daki İskenderiye’den (Aleksandreia) daha küçük, Atina (Athena) ile aynı büyüklükteydi. Pompei ve şimdi dev bir metropol olan Londra’dan (Londinum) ise birkaç kat büyüklükteydi.

Coğrafyacı Strabon’un da bahsettiği Zeugma’da Hellenistik dönemde Selevkos Nikator zamanında  önemli imar faaliyetleri yapıldı. Kentteki Akropolün üzerine kader tanrıçası Thyke’nin bir tapınağı inşa edildi, bu tapınak halen toprak altında.

Zeugma kazıları ilk kez 1987’de Belkıs Tepesi’nin güneyinde Gaziantep Müze Müdürlüğü tarafından başlatılmdı. Ana kayaya oyulmuş oda mezar ve önünde yapılan kazıda kaçakçılardan arta kalan çok sayıda heykel bulunarak Gaziantep Müzesi‘ne taşındı. Dionisos ve Ariadne’nin düğünü sahneli taban mozaiğini kurtarma kazısı da 1992’de Gaziantep Müzesi tarafından yapıldı. 90’ların ortalarında Birecik barajının gündeme gelmesi ile yeni kaçak kazıları önlemek amacıyla kazılar hızlandırıldı. Mevcut Roma villasını genişletme çalışmalarının dışında Belkıs/Zeugma’da 1955 yıllarından beri yapılmakta olan büyük çaptaki kaçak kazılardan arta kalanları kurtarmak için harekete geçildi. Şelte Deresi’nde daha önceki yıllarda açılmış kaya mezarı önündeki terasta dizili olan kartal ve yün sepeti kabartmalı mezar stelleri, Çimlitepe Mevkii’nde tonozlu bir mezar önünde yer alan başı kesilmiş kalker heykeli ve Ayvaz Tepesi’nin kuzey-batısında mevsim tanrıçası resimli taban mozaiği Gaziantep Müzesi’ne götürüldü.

Aynı yıllarda kurtarma kazılarına West Avustralya Üniversitesi’nden gelen arkeoloji ekibinin katılımıyla çalışmalar ilk kez uluslararası düzeye ulaştı. 1996’da Fransa’nın Nantes Üniversitesi’nden Dr.Catherine Abadi Reynal ile Gaziantep Müzesi başkanlığında kurtarma kazıları yapıldı. Bu katılımlı kazıyla birlikte Belkıs kenti bütünüyle ele alındı. Kelekağzı mevkiinde yerleşim katları ve kanalizasyonu, Halme deresinde Bizans, Roma evleri ve blok kesme taşlarla örülmüş kanalizasyon, Bahçedere’de Zeytinyağı atölyesi açığa çıkarıldı.

1998-99 Kelek ağzı mevkiinde yapılan kazı ise Belkıs’ta yapılan kaçak kazıların büyüklüğünü öne serdi. Burada anıtsal bir yapının yaklaşık 20×15 ebadındaki bir salonun resimli taban mozaik döşemesinin önceki yıllarda parça parça sökülmüş olduğu saptandı. Gaziantep müzesine götürülen Akratos Mevsim Tanrıçası ve satirlerin olduğu taban mozaiği haricinde bir mozaik daha vardı: Çingene. Bu nadide eser, kaçakçıların hışmından kıl payı kurtulmuş olan bir kadın başıdır. Mozaik sanatçısı bunun gözbebeğini öyle yerleştirmiştir ki , etrafındaki 360 derecelik açının neresinde olursanız olsun gözleri size bakar.

2000’lere gelindiğinde Birecik Baraj gölü altında kalacak olan Belkıs/Zeugma mezarlık üstü mevkiinde  kurtarma kazıları daha da yoğunlaştı. Halen tüm hızıyla devam etmekte olan çalışmalarda, üç ay içerisinde iki adet Roma villasının büyük bölümü açığa çıkarıldı. Bunlar yemek odaları, dinlenme odası, havuz ve hazneli çeşme (implivium) ,bahçe ve çevresi sütunlu havuz (atrium), salon, kiler ve Latrine’ydi. Bu odaların beş tanesinin tabanında çeşitli konuların resmedildiği mozaik döşemelere rastlandı. Bunlardan dört adedi kaldırılarak Gaziantep Müzesi’ne taşındı.

 

Ekstra: Kırşehir’de kutsal arkeolojik üçgen

Bu kutsal üçgeni ek bir rotayla genişletmek isterseniz, size bir önerimiz daha var: Kırşehir. Kutsal üçgenin hemen kuzeyinde yer alan ve karayoluyla gidecekseniz İzmir-Gaziantep ya da Gaziantep-İzmir rotasına kolaylıkla ekleyebileceğiniz Kırşehir üç arkeolojik kazı ve üç komşu antik kentle kendi butik kutsal arkeolojik üçgenine sahip.

Tarihi İpekyolu üzerinde bulunan, 4 bin yıllık kültürel mirası barındıran Kırşehir Kaman’da 33 yıldır kazı çalışmaları sürdüren ve bugüne kadar 2 bini aşkın eserin ortaya çıkarılmasını sağlayan Japon Anadolu Arkeoloji Enstitüsü aralarında İş Bankası‘nın da yer aldığı destekçilerle 1985 yılında Kalehöyük’te başlattığı kazı çalışmalarını, 2009 yılından itibaren Yassıhöyük ve Büklükale’ye de taşıdı.

Kalehöyük’teki kazılar, Altes Prens Takahito Mikasa tarafından 1978 yılında Tokyo’da kurulan Japon Anadolu Arkeoloji Enstitüsü (JIAA, Japanese Institute of Anatolian Archeology)  tarafından 1985’de başlatıldı. 280 metre çapında, 16 metre yüksekliğinde tipik Anadolu höyüğünde sürdürülen kazılar, 40 yılı aşkın süredir Türkiye’de yaşayan Dr. Sachihiro Omura Başkanlığında yürütülüyor. 4 bin yıllık geçmişe sahip Kalehöyük’te bugüne kadar tarihi M.Ö. 2300’e kadar giden, Osmanlılardan Eski Tunç Çağı’na uzanan 4 ayrı kültür katmanına ait 2 binin üzerinde eser gün yüzüne çıkarıldı. Kazılardan çıkan eserler, Kalehöyük’teki Japon Bahçesi içinde yer alan Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor. Anadolu’nun merkezinde tarihi İpekyolu üzerindeki bölgede bundan sonra yapılacak kazı çalışmalarında Kalkolitik ve Neolitik Çağlara dair katmanların açığa çıkarılması bekleniyor.

Kazı çalışmalarına dahil edilen Yassıhöyük’te tespit edilen kerpiç binanın, büyük bir yapının bir kısmı olduğu ve Asur Ticaret Kolonileri Çağı’na ait bulunduğu kanıtlanmış olup, Büklükale’deki buluntular ise Hitit İmparatorluk dönemine tarihleniyor.

 

İLGİLİ HABERLER

SANATÇILAR KENTİ TEOS HAYATA DÖNÜYOR

Arkeoloji Müzesi’nden Enerji Müzesi’ne Bir Kavis

Daha fazla yazı yok
2024-04-29 08:33:04