Bu soruyu sanatsal bir metafor olarak sormuyorum Berat Işık, somut ve hayati bir soru olarak soruyorum sana: Hala hayatta mısın gerçekten? Evin yıkıldı mı? Sen, eşin ve çocuğun uyuyabiliyor musunuz? Sokağa çıkabiliyor musun?
Kürt güncel sanatçıları, doksanların ortalarından bugüne Kürt sorunu ve demokrasi meseleleri üzerine birçok çalışma ürettiler. Halil Altındere‘nin 5. İstanbul Bienali‘nde sergilenen Tabularla Dans/ Kimlik adlı çalışmasından bu yana görünür olan bu üretimler, Berat Işık’ın 5 Kasım’da açılan Hala Hayatta mısınız? sergisine kadar farklı medyum ve tekniklerle hızını kaybetmeden Türkiye ve dünya güncel sanat ortamı içinde var olmaya devam etti/ediyor.

Berat Işık, Hala Hayatta Mısın, 2016.

Yani yaklaşık olarak 20 senedir nevi sanatsal çalışmalar ile yüzyüze geliyoruz, temas ediyoruz, yorumluyoruz ve tartışıyoruz. Ancak bütün bu üretimlere sebep olan politik koşullarda ne herhangi bir iyileşme ne de iyileşme ihtimali görünüyor. Koşullar hiçbir umut vaat etmeden, ağırlaşarak, hayatları, kara bir delik gibi yutmaya devam etmekte.

 

Coğrafya hakikaten sanatçının kaderi mi?

Bu süreç boyunca sanatçıların yetkin bir estetik ve düşünme kapasitesiyle ele aldığı mevzuların başında egemen çıplak zor‘un Kürt coğrafyasında yaşayan sanatçıları, bizzat maruz bıraktığı şiddetin çeşitli vehçeleri oluşturuyor. Sanatçılar, sivil birer vatandaş olarak hukuk sisteminin bütün olağandışı yaptırımlarının direk mağduru olarak bir taraftan sanatsal çalışmalarını sürdürürken, diğer taraftan herkes gibi hayat mücadelesi vermeye devam ediyor.

Tabii ki sanatçıların sokaktaki herhangi bir insandan ayrıcalıklı bir konumu olamaz: Hayat bütün canlılar için eşit değerde bir mefhumdur. Ancak burada söz konusu olan sanatçıların düşünme ve eyleme kapasitelerinin egemen şiddet sarmalı içinde nasıl değişmeden, dirençle ve inatla devam edebildiği sorunudur.

Berat Işık, Hala Hayatta Mısın, 2016

Berat Işık, Hala Hayatta Mısın, 2016

Bu sorun başka bir soruyu da doğal olarak gündeme getiriyor: Sanatçılar, bu meseleler üzerine düşünmeye ve üretmeye mahkum mu kalacaklar? Nasıl çıkılacak bu girdaptan? Coğrafya hakikaten sanatçının kaderi mi? Evet yüce Haldun, sen mi haklı çıktın?

Bu dönemdeki üretimlerin geneline baktığımızda kritik edilen politik/kültürel mevzuların, çoğunlukla ironik, kimi zaman alegorik bir mizahi eleştiriye yaslandıklarını görebiliriz.

Bu sanatçıların işlerini merak edenler Mehmet Çeper, Şener Özmen, Fatih Tan, Cengiz Tekin, Fikret Atay, Murat Gök, Erkan Özgen, Berat Işık gibi sanatçıların işlerine bakabilir. Ancak Berat Işık’ın sergisinde bu ironik dilin, biraz daha görünür bir dile, direk anlatıya doğru yaklaştığını görmek mümkün. Son iki senede bir tür cehennem ortamına maruz bırakılan Kürt coğrafyasında, Berat Işık, her günü hayatta kalma, canını koruma endişesinin farklı alanlarda yansıması ile karşımıza çıkmış görünüyor. Zaman ve mekanın hayatla bağlantıları belirgin bir unsur olarak dikkatlerden kaçmıyor sergide.

 

Kimin için işliyor bu telaşlı enformasyon

Işın Önol, küratörlüğünü yaptığı Hala Hayatta Mısınız? sergisini, zaman/mekan ve hayat üzerine, farklı üç ana sütunla inşa etmiş. Sergi alanına girer girmez, mekana yayılan kaotik akustik, saatin kadranında toplanıyor ve yeniden mekana yayılıyor. Bir yanda kulakları sağır eden top, tank seslerini karşı duvarda askeri marş ritmindeki rotatiflerin sesleri takip ederken, basın özgürlüğünün militer bir hiyerarşiye doğru bıktıran evrilişini gösteriyor. Zaman dar ve haber yetişmek zorunda. Ama hangi haber ve nasıl? Kimin için işliyor bu telaşlı enformasyon? Yan yana durmuş iki duvar saatinin tik takları tehlike çanları olarak belirirken enformasyondan dezenformasyona, objektiflikten, tek tip, sıradüzen gazeteciliğin coğrafyalar arasında mesafelerin büyümesine sesi yayıldıkça yayılıyor. Farklı bir algı yaratılmasında, şiddetin derinleşmesinde, gündelik hayatın içindeki taleplerin kriminalize ediliş ve sunuşuna, etik dışı ve bir tür suç ortaklığı rolü ile bize tanıdık bir tutumun iri göstergelerini sunuyor.

Berat Işık, Hala Hayattı Mısın, Depo Tophane'de.

Neler yaşıyoruz ve bu yaşadıklarımız başka yerlere nasıl yansıyor? Diyarbakır’daki birilerinin yaşadıkları, İzmir’de, Çorum’da nasıl karşılık görüyor.

Nasıl işliyor zaman?

Berak Işık sanırım buna yaralı zaman diye karşılık veriyor. Aynı saat dilimi içinde uzak bir coğrafya saati gibi işliyor ortak mekanda zaman. Batı ve Doğu saatleri farklı işliyor. Zaman böğrümüze saplanmış kör bir bıçağın her saniye yara içinde döndürülmesi ile daha ölümcül bir hal alıyor. Bir taraf bıçağın güvenli kısmıyla tarif ederken zamanı, diğer taraf bütün tehditkarlığı ile sapına kadar batırılmış bıçağın kesici tarafını görüyor Berak Işık’ın penceresinden. Yani bir saniyelik zaman dilimi bile öyle hayati bir önem taşıyor ki, her saniye bir hayat hoyratça söndürülüyor çünkü…

Kuzey Avrupa’nın şiirsel manzaraları içinde olmakla, Suriçi bir evin ahşap bir kapısının ardında yaşamak güven ve huzur için yeterli olmayabilir bu akışta. İkisinde de zaman aynı kıyıcılıkla akıyor.

Bu sebeple Mehmet Uzun‘a atfen yayılan dalgaların seyrinde Mehmet Uzun ve Berak Işık aynı zaman dilimi içinde, yerin değil de, aradan on yıllar geçse de aynı kaderin öznesi olmak durumunda kalabiliyor.

 

Köy Yok, Kent Var; Kent Yok, Ölüm Var

Bu zamansallıkta bıçağın kemiğe dayandığı birer et parçası olmaktan öte geçmiyor yaşanan durum. Canlı hayatı bir bütün olarak yaşamla ölüm arasında tiktaklarla ilerletiyor.

Hayatın EKG’si ne zaman kesintisiz sinyalini verecek belirsiz.
Doksanlı yıllar, kırsal hayatın tamamen kör egemen şiddetin yıkıcılığından geçtiği, kent hayatının nispeten nefes alınabilir bir durumda, siyasal cinayetlerin ve infazların sınırlı bir toplumsallığı hedef aldığı yıllardı. O yıllarda köyünü terke zorlanmış topluluklar kentin çeperlerinde tutunma kavgası verirken, ölümü görüp sıtmaya razı olma psikolojisi içinde toplumsal bir dönüşümün de habercisi olacaktı.

Yeni kentli nüfus konut ve barınma sorunları ile başbaşa kalırken, kentin çeperlerinde kırkent hayatı gibi ara bir mekansallıkta yaşarken, konut ve nüfus politikaları ile bir anda kendini kentin merkezi alanları içinde buldular.

Berat Işık’ın köyden göç etmiş ve kentsel dönüşüm politikalarının mağdurlarını ele aldığı belgeselindeki o kent, doksanların köyleri ile aynı kaderi paylaşmaktan kurtulamamıştır. Bir kentin topluca kıyıma maruz kaldığını Suriçi bir evin kapısının ardından gelen ağır mekanize silah sesleri belgeselde ele alınan dönüşüm politikalarının yaşanan şiddet ve gaddarlık iklimine karşı masum birer politika olduğunu unutmamak gerek.

Kentin kenar şeridinde beton istilasına uğrayan o mahallelerin var olup olmadığını bile bilemiyoruz artık.

Hayatta mı o betonun içindekiler belirsiz?

Dolayısı ile bir mahkumun dışarıdaki sevenlerine seslendiği “Hala Hayatta mısınız?” gibi naif bir soruyu asıl şimdi size sormak gerek: Hala Hayatta mısın Berak Işık?

Diyarbakır’da yaşayan ve eserleri dünyanın önemli sanat merkezlerinde sergilenmiş bir sanatçı olan Berat Işık’ın Hala Hayatta mısınız? adlı sergisi, bizi bütün bu süreçler üzerine düşünmeye ve harekete geçmeye çağırıyor.

11 Aralık’a kadar Depo Tophane‘de devam edecek sergi, temsili de olsa o zaman dilimine dahil olmak isteyenlere tavsiye edilir.

 

Daha fazla yazı yok
2024-03-29 12:53:44