A password will be e-mailed to you.

 

Berlin’e varır varmaz ayağımın tozuyla yalnız sinemalarını değil tavırlarını da sevdiğim iki ustanın Altın Ayı için yarışan filmlerini denk getirebildim: Rithy Panh’ın Everything Will Be Ok ve Claire Denis’nin Avec Amour et Acharnement.

Yaşları kemale eren iki ustanın da gidişattan memnuniyetsizliği belli oluyor içeriklerinden. Panh makro düzeyde diğer canlıları acımasızca tüketen, hepsine ve hemcinslerine zulmeden insan uygarlığını hicvediyor. Denis ise Fransız usulü aşk üçgenine zamanın ruhuna uygun bir yorum getirirken kadının özgürleşme çabasının hala sürdüğünü ve kadın erkek ilişkilerindeki eşitsizliğin bir türlü bozulmadığını vurgulayarak mikro düzeyde anlatmış meramını.

Panh’ın stop motion hissi veren, esasında dioramalardan oluşan ve kamera hareketleri sayesinde kurgulanınca hareketliymiş gibi görünen canlandırmalar ve multi-media kullanarak yaptığı deneysel film hayvanların dünyayı ele geçirdiği ve insanların onlara yaptığı zulmün intikamını aldığı bir distopya anlatıyor. Panh, diorama figürlerinin sanatsal niteliğine ve multi-medyanın yüksek temposuna rağmen, hayvan sesleriyle makine seslerinin birbirine karışarak korkunç çığlık ve inlemelere dönüşen ses kurgusu ve hayvanlar üzerinde deneyler ve mezbaha görüntüleriyle izlemesi çok zor bir filme imza atmış. İronik olarak da adını Türkçeye tam olarak Her Şey Güzel Olacak diye çevirebileceğimiz Everything Will Be Ok koymuş… Bu karanlık masalı özgürlük umuduyla bitirdiği için olsa gerek.

Rithy Panh

Hayatını ve sanatını Kamboçya soykırımını anlatmaya adayan, Einstein’ın deyişiyle o hazin 20. yüzyılın kırılamayan önyargılarından birini değiştirmenin atomu parçalamak kadar zor olduğunu bize anımsatmaktan vazgeçmeyen Rithy Panh belli ki insanlığın gidişatından umudunu kesmiş… Yeryüzündeki tek esin verici şeyin sanat olduğunu inkar etmeyerek filmini yaratırken, öte yandan sinemanın da bir iktidar biçimi olduğunun altını çiziyor, hatta filmde “Sinema canavardır,” cümlesini kuruyor.

Claire Denis’nin filminin İngilizcesi, yönetmenin müziklerini kullanmaktan vazgeçemediği ve bu filmin de müziklerine imzasını atan Tindersticks’in Both Sides of the Blade adlı parçasının adını taşıyor. İki Ucu Keskin Bıçak diyebiliriz, sanki filmi daha iyi anlatıyor… Bir adı da Fire (Ateş) ki ileride Claire Denis’nin Vincent Lindon ve Juilette Binoche ile filmi vardı hani, adı neydi, diye düşünüp duralım!

Fakat Vincent Lindon ve Juliette Binoche’un kimyaları o kadar iyi tutuyor ki filmin başında onları romantik anlar yaşarken görünce niye daha sık bir araya gelmiyorlar sinemada diye düşünmekten kendini alamıyor insan. İlişkileri sarsılmaya başladığında da kimyasal reaksiyona giriyorlar adeta!

Gregoire Colin

Vendredi Soir (Cuma Gecesi) gibi büyüleyici bir filme hazırlandığımızı düşünürken geçmişin karanlığından çıkıp gelen Gregoire Colin’in gölgesi düşüyor bu tutkulu ilişkinin üzerine. Denis hareketli bir el kamerasıyla çok yakın planlara girmekten çekinmeden, yaşanının sahiciliğini izleyiciye hissettirecek insan dokusunu ve dokunuşunu yakalıyor. Ortaya hem dinamik hem zarif bir sinematografi çıkıyor.

Denis, romancı Christine Angot ile birlikte yazdığı senaryoya zamanın ruhunu yakalamak için pandemiyi ve Beyrut Limanındaki büyük patlamayı ve ısrarla vurguladığı ırkçılık karşıtı söylemleri de yerleştirmiş, Denis. En iyi filmlerinden biri değil, ama bir Claire Denis filmi. O da kadına özgürlük vererek söndürüyor Ateş’i.

Daha fazla yazı yok
2024-04-29 01:17:35