A password will be e-mailed to you.

Bir kuyuya bakar gibi Bilge Friedlaender’ın eserlerine bakmak

Bilge Friedlaender, Nehir, Ev, KitapBilge Friedlaender, Kare Mutasyon, Yerçekiminin ReddiBilge Friedlaender, Yarıp Geçirmek Bilge Friedlaender, KareBilge Friedlaender, İpler

Bilge Friedlaender’ın Arter’de açılan “Sözcükler, Sayılar, Çizgiler” adlı sergisindeki eserlere bir kuyuya bakar gibi bakmak. İlk seferde kendini ele vermeyen baktıkça yeni anlamlar ve düşünceler yaratan bu eserlere yoğunlaştıkça sadeliğin, derinliğin, sessizliğin ve yoğunluğun anlamını görür gibi oluyor insan…

Robert Kolej mezunu, uzun yıllar Amerika’da yaşamış, doksanlı yıllarla birlikte Türkiye’ye dönüş yapan ve 2000 yılında kaybettiğimiz sanatçı Bilge Friedlaender’ın 1970’li ve seksenli yılların başındaki çalışmaları Arter’de sanatseverlerin beğenisine sunuluyor. Genç bir yaşta sözcüklerin, sayıların ve çizgilerin kendinde olan durumları Friedlaender’ı gelip bulur. İnsan eliyle yapılmış bu formların ardındaki bu dünyada uzun yıllar bir ressam-filozof olarak gezinir. Bu türden formların sanat için ne tür bir estetik değer oluşturabileceğinin yanında formların felsefesini yaparak eserler üretir. Sayılarla, sözcüklerle ve çizgilerle gerçekliğe bir yere kadar ulaşabiliriz düşüncesinden hareket ederek, gerçekliğe ulaşmada bu formların önemi ve bir mekân olarak kullanılan kâğıtla girebilecekleri ilişkiye eğilir. Bir de 1970’li yıllarda refah seviyesi artan Amerika’nın devasa yapılarına karşı çıkış isteği, eserlerini daha minimalist olarak ele almasına yol açar.

Friedlaender da ‘enine olmayı’ tercih edenlerden

Kendi trajedisini bir ömür boyu yaşamış Sylvia Plath’ın ‘Boyunayım’ adlı şiirinde belirttiği bir hakikate ulaşmak içindi belki de bütün çabası Bilge Friedlaender’ın. Enis Akın’ın özenli çevirisinde ne diyordu Plath? “Ama enine olmayı tercih ederdim / Ben kökünü toprağa batırmış bir ağaç değilim / Taşları ve o ana sevgisini emen /Bu yüzden büyüyemiyorum parlak yapraklara her nisan / Bir çiçek tarhının güzelliği de olamadım ne yazık ki / Sanki özenle boyanmış ve kendi payına düşen hayranlarını kabul eder gibi / Pek yakında bütün yapraklarından birer birer döküleceğini bilmeden / Benimle karşılaştırılırsa, ölümsüz sayılır bir ağaç / Ve bir çiçek o kadar uzun boylu değildir belki / ama kalkışmanın anlamını bilir / Bense ömrünü bir ağacın, cesaretini istiyorum bir çiçeğin”… Bilge Friedlaender’ın da sayılar, sözcükler, çizgiler ve kare gibi insan eliyle yapılmış formları ele aldığı eserlerinde tam da bu türden bir hakikat arayışı içinde olduğunu düşünüyorum. Onun bu türden formlarla ulaşmaya çalıştığı gerçeklik, bu dizelerden başka bir şeyi düşündürmüyor bana. Kendisi de bir güncesinde yatay çizginin ne türden anlam olanaklarına geldiğini şu sözleriyle dile getirir. “Yatay bir çizgi, tam bir ömür sürme potansiyeline sahiptir. Doğada kendini gösterdiği gibi, sonsuz kez çoğalarak, kaybolarak, ölerek ve yeniden doğarak uzanabilir… Yırtışmış bir çizgi sonsuz olasılığa sahiptir, tıpkı yaşam tutkusunun ancak kopuşla ifade edilmesi gibi. Bir çizgi o tutkuyu içerebilir”.

Bildiğimiz kitaplara benzemiyor

Sanatçının kızı Mira Friedlaender ile küratör Işın Önol‘un adeta bir kazı çalışması yaparak oluşturduğu “Sözcükler, Sayılar, Çizgiler” adlı serginin oldukça ilginç bir öyküsü var. Sanatçının 1977’de Massachussetts Üniversitesi’nde açılan bir sergide sanatçıyla ilgili bir katalog yapılmaması üzerine Friedlaender eve gidip kendi katoloğunu kendisi yapar. Serginin adı da sanatçının ilk kitabı olarak gördüğü ve adını “Sözcükler, Sayılar, Çizgiler” olarak verdiği bu kitaptan alıyor. İşte bu kitabın içinde yer alan eserler ve daha fazlası bugünlerde Arter’in üçüncü katında sergileniyor. Sergi, tam da Bilge Friedlaender’ın unutmaya yüz tutulduğu bu günlerde, onu yeniden hatırlamanın, eserlerinin arkasındaki düşüncenin bize kazandıracaklarının imkânını yaratıyor.

Bir nehrin topografik görüntüsü

Bir kuyuya bakar gibi Bilge Friedlaender’ın eserlerine bakmak. Kuyuya baktıkça o sadeliği, derinliği, sessizliğin ve yoğunluğun anlamını görür gibi… Friedlaender’ın eserlerine de böyle bakılması gerektiğini düşünüyorum. İlk bakışta kendini ele vermeyen baktıkça yeni anlamlar ve düşünceler yaratan bu eserlerden bir tanesi “Aita Nehri Deseni”. Sanatçının antropolog eşi ve çocuklarıyla 1978 yılında Papua Yeni Gine’de 6 ay ücra bir köyde kalmasını bu eserle ölümsüzleştiriyor. Doğayla iç içe geçen bu aylardan sonra sanatçı, adeta o köyün bütün topografik görüntüsünü, denize dökülen ırmağını ve çeşitli coğrafi şekillerini; noktayla, çizgiyle, sarmal ve karelerin birlikte yarattığı etkiyle görünür kılmış. Salonun ortasında sanatçının enstalasyon çalışması var. Devamlı kendini değiştiren bir çalışma olarak düşündüğü “Nehir, Ev, Kitap” adlı çalışma, bu serginin de dikkat çeken çalışmalarından bir diğeri. Salonun ortasında yerde duran 9 tane kanoya ya da sala benzer bir nehir aracı sanki yol almakta. Bu araçların gövdeleri üzerinde kâğıtların dokuz kez katlanmasıyla oluşmuş birbiri ardına sıralanmış evler var. Ve tabiî ki nehrin gelip geçtiği yerlerden kopardığı taşla. Diğer yandan bir kenarda küçük bir masa. Sanatçının fazla bir şeye gereksinim olmadan doğa içerisinde yaşanabileceğini gösterdiği bu çalışma, hayatında da bu kadar sade ve basit olması gerektiğini kanıtlar gibi.

Karelerin yer çekimiyle imtihanı

Hemen karşı duvarda ‘Nazım Hikmet’e Saygı’ adlı çalışma gözüme takılıyor. Sanatçının evlerinin yakınında kesilen kiraz ağaçlarının gövdelerini kâğıt üzerindeki farklı renkteki guaj boyalara baskılamasıyla oluşturduğu bu eser, Nazım’ın iki dizesine atıf olarak görülüyor. “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” ve “Ben bir ceviz ağacığım Gülhane parkında”.
Sergi salonunda ilerlerken, sanatçının kare ve çizgilerle oluşturduğu eserler oldukça geniş yer tutuyor. Bu türden çalışmalarını kâğıt, ip, tel gibi basit malzemeler ve doğal objeler kullanarak oluşturan sanatçı, şeylerin kendi dünyalarına müdahalenin ancak çok küçük boyutlarda olabileceğinin altını çizer gibi. Bunun yanında kare ve çizgi gibi farklı formların içinde yer alan ip, tel gibi maddelerin yarattığı estetiğe baktıkça daha anlaşılır oluyor. Diğer yandan yer çekimi konusuna da eğilen sanatçı, kareleri mutasyona uğratarak yer çekimini eserlerinde yendiği gözleniyor.

Bilge Friedlaender’ın sözcüklerden, sayılardan, çizgilerden ve kareden oluşan dünyasını daha yakından görmek isterseniz sergiyi 15 Ocak 2017’ye kadar gezebilirsiniz.

Daha fazla yazı yok
2024-04-27 05:06:32