A password will be e-mailed to you.

Bir paradoks gibi görünse de, alışveriş bağımlıları toplumunun değerler basamağının en tepesine yükselttiği –ve her şeyden önce, tüketici tercihinin bolluğu ve hayatımızla ilgili aldığımız herhangi bir kararı satın alma tercihiymiş gibi ele alma şeklinde çevirebileceğimiz– tür bir özgürlük, kenarda durup gönülsüz bir şekilde olanları izleyenlerin üzerinde hedefindeki kişilerden çok daha fazla yıkıcı etki yaratır. Bol miktardaki kaynaklara erişim sıkıntısı çekmeyen seçkinlerin, bu seçme sanatı ustalarının yaşam biçimi, elektronik işlem [processing] süreci içinde büyük bir değişim içine girmiştir.

Elektronik Sinoptikon kanalları ve gittikçe küçülen kaynakların filtresinden geçen ve bir karikatüre veya korkunç bir mutanta dönüşen bu yaşam biçimi, toplumsal hiyerarşinin alt basamaklarına doğru inmektedir.

İşini iyi bilen tüketici

Hayatın bütününü bitmek bilmeyen bir alışveriş çılgınlığı gibi ele alma özgürlüğü, dünyayı, tüketim mallarıyla tıka basa dolu bir depo olarak tasarlamak demektir. Baştan çıkarıcı tekliflerin bolluğu karşısında herhangi bir tüketim malının haz potansiyeli hızla tükenmeye yazgılıdır. İşini bilen, kaynaklarını iyi değerlendiren tüketicilerin şansına, bu özellikleri onları metalaşmanın bu tür tatsız sonuçlarına karşı korumaktadır. [Bu tüketiciler] arzu ettikleri şeyleri elde edebildikleri kadar kolayca istemedikleri eşyalarını elden çıkarabilmektedir. Hızlı yaşlanmaya olduğu kadar arzuların doğasında bulunan kolay eskime ve verdikleri tatminin geçiciliğine karşı da sigortalıdırlar.

Kaynakları iyi değerlendirmek demek, seçeneklerin arasında istenileni seçme özgürlüğü demek olduğu kadar –belki de ondan daha önemlisi– yanlış seçimlerin sonuçlarından muaf olmak, böylece seçimlerden oluşan hayatın en tatsız yanlarından uzak durmak demektir. Örneğin, “plastik seks”, “yekvücut aşk” ve “saf ilişkiler” –yani, insan birlikteliğinin metalaştırılmasının veya ticarileştirilmesinin görünümleri– Anthony Giddens tarafından, kurtuluşun araçları ve onun ardından gelecek yeni mutluluğun, bireysel özerkliğin ve seçme özgürlüğünün yeni, eşi benzeri görülmedik ölçüsünün garantisi olarak tanımlanmaktadır.

Kim arzularının peşinde özgürce koşabilir?

Zengin ve güçlü seçkinler için bu durumun gerçekten doğru, ama tek doğru, olup olmadığı tartışmalı bir konudur. Onların durumunda bile, yalnızca ilişkilerin daha güçlü ve kaynaklarını daha iyi kullanabilen üyelerine odaklanan biri, Giddens’ın savını gönülden destekleyebilir. Bu üyeler arasında, zorunlu olarak, arzularının peşinde özgürce koşabilmeleri için ihtiyaçları olan kaynaklardan yoksun zayıflar da vardır (ilişkilerin istemsiz ama uzun vadeli sonuçları olan ve sona eren evliliklere kendi özgürlüklerinin ilanı gözüyle bakma durumunda olmayan çocukları saymak bile gereksizdir). Kimlik değiştirme kişiye özel bir durum olabilir fakat her zaman için bazı bağların koparılması ve belli bazı zorunlulukların inkârını içermektedir; özgürce seçme hakkı tanınması bir yana, değişimin muhatabı olanların fikri sorulmaz bile.
Bununla beraber, “saf ilişkilerin” bu tür “ikincil etkileri” göz önüne alınsa bile, zengin ve iktidar sahibi kesim söz konusu olduğunda artık gelenek halini almış boşanma anlaşmalarının ve çocuklar için konan finansal hükümlerin, “ikinci bir emre kadar” türden ilişkilerde çok yaygın olan güvensizlik duygusunu hafifletmeye yönelik olduğu ve güvensizliğin tamamen giderilemediği durumlarda ise bunun, “zararın azaltılması” ve kişiyi “geçmişte” işlediği günahlar ya da yaptığı hatalar için sonsuza dek pişmanlıktan kurtarmanın karşılığında ödenen makul bir bedel olacağı savunulabilir. Fakat neredeyse hiç şüphe yoktur ki (kırılgan evlilik sözleşmeleri ve birliğin “karşılıklı tatmin” dışındaki her türlü işlevinden “arındırılmış olması” dahil) bu yeni tarz ilişki biçimi daha çok sefalet, üzüntü ve acıya neden olmakta ve gittikçe artan sayıda dağılmış, sevgisiz ve ümitsiz hayatlar üretmektedir.

Fırsatların aşırı çoğalmasıyla yıkım tehditi artar

Özetlemek gerekirse, “dükkân dükkân dolaşıp fiyat araştırması yapma” türü bir hayatın karakteristik özelliği olan kimlik esnekliği ve taşınabilirliği, kurtuluş vasıtaları olarak, özgürlüklerin yeniden paylaşımı enstrümanları kadar işlevsel değildir. Dolayısıyla kimliğin bu özellikleri hem bir nimet hem de lanettir – hem çok çekici ve arzu uyandırıcı hem de itici ve korku vericidir, birbirine taban tabana zıt duygular uyandırırlar. Tutarsız ve yarı nevrotik tepkilere neden olabilen çelişik değerlerdir. Sorbonne’dan düşünür Yves Michaud’nun ifadesiyle, “Fırsatların aşırı çoğalmasıyla yıkım, dağılma ve parçalanma tehditleri de artmıştır.”1

Kendine bir kimlik kurma görevinin yıkıcı yan etkileri de bulunmaktadır. Çatışmaların odak noktası haline gelir ve birbiriyle uyuşması imkânsız dürtüleri tetikler. Herkes tarafından paylaşılan bu görev, her bir birey tarafından, kesin çizgilerle ayrılmış koşullar altında gerçekleştirilmek zorunda olduğundan, insanlık durumlarını böler ve birlik ve dayanışma üretmeye yönelik bir insanlık durumundan çok, acımasız bir rekabeti körükler.

(Can Yayınları tarafından yayımlanan Akışkan Modernite kitabının 139. 140 ve 141. sayfalarından alınmıştır.)
1. Yves Michaud, “Des Identités flexibles”, Le Monde, 24 Ekim 1997. 141

Daha fazla yazı yok
2024-04-19 03:46:03