A password will be e-mailed to you.

 

Parlak, temiz, beyaz bir kabus gibi üzerimize çöken Happy End, Michael Haneke’nin başta Bilinmeyen Kod ve Saklı olmak üzere filmlerinden bir kolajı andırıyor. 

Michael Haneke, 70. Cannes Film Festivali’nde -bir kez daha- tüylerimizi ürperten filmi Happy End’in sinopsisi olarak bir Rilke şiirinden fırlamışa benzeyen şu iki cümleyi yazmış:  “Etrafımızda, dünya, ve biz körüz, tam ortasında. Bir Avrupalı burjuva ailesinin hayatından bir kesit”. Fransa’dan İngiltere’ye geçmek isteyen mültecilerle dolup taşan Calais’de kendi meselelerine odaklanmış, hizmetkarları Faslı olan bir ’beyaz’ ailenin öyküsünü anlatıyor.

Happy End, bir Haneke filmleri kolajı sayılabilir; Bilinmeyen Kod ve Saklı başta olmak üzere, Yedinci Kıta, Tesadüfi Bir Kronolijinin 71 Parçası, Benny’s Video ve Ölümcül Oyunlar’dan izler taşıyor. Yönetmenin iki kült oyuncusu Jean Louis Trintignant ve Isabelle Huppert’in yanı sıra bu ensemble kadroda  Matthieu Kassovitz, Toby Jones, Hassam Ghancy ve genç oyuncu Fantine Hardouin başarıyla rol alıyor.

Filmin kahramanlarından biri 13 yaşındaki bir kız çocuğu! Depresyondaki annesi fazla ilaç alıp hastaneye kaldırılınca seks müptelası sadakatsiz babası onu intihar eğilimli büyükbabası, işkolik ve soğuk halası, sorumsuz ve kompleksli kuzeniyle yaşamak üzere kendi evine getirir. Filmin başında hamster’ının yemeğine annesinin anti-depresanlarını karıştıran ve ölümüne kayıtsız kalan Anais’in annesinin durumundan da sorumlu bir sosyopat olabileceğini düşündürüyor, Avusturyalı usta. Babasının ikinci eşine sadakatsizliğini fark eden, büyükbabasının ölme arzusunu hisseden, etrafında olan biten her şeyi görmesine rağmen bunlardan duygulanamayan bir karakter, Eve. Adının Havva anlamına gelmesi de rastlantı değil… Masum ve mazlum kızçocuğu imgesini tersine çeviriyor, Avrupa’nın nizam ve intizamını, temizlik ve beyazlığını tersine çevirdiği gibi…

Happy End, Eve’in telefon ekranından hamster’ının kafesindeki ölümünü ve koridorun ucunda annesini gördüğümüz imgelerle başlıyor. Elimizden düşürmediğimiz akıllı telefon ekranını kadraj olarak kullanıyor, Haneke. Anais’in bir arkadaşıyla yazışmalarını da ekranda görüyoruz. Hem bir gözetleme ve kayıt aracı hem iç dökmeye yarayan bir tür günce olarak işlev görüyor telefon. En mahrem konuşma ve yazışmalar telefonla yapıldığı gibi hiçbirini gizli tutmak da mümkün olmuyor.

Filmdeki ikinci plan bir inşaat alanının tamamını görebilen bir güvenlik kamerasından: Bir toprak parçasını, üzerindeki işçilerle birlikte devasa temel çukurunun içine göçmesine tanık oluyoruz. İhmalkarlığın yol açtığı bariz olan bu iş kazası filmde iktidar – sermaye – nüfuz ilişkisini, göçmen olsun olmasın işçilerin maruz kaldığı adaletsizliği sergilemek için kullanılıyor. İş kazası değil iş cinayeti diye adlandırdığımız bir olay, bu yaşanan. Haneke filmlerinin ayrıcalık ve sömürü karşıtı toplumsal angajmanına eklenen bir halka. Burjuvazi eleştirisi, mültecilerin haline duyarlılık gibi kavramlara değinmek isteyip de teğet geçen ya da derinleşemeyen, dini referanslardan medet uman filmleri düşününce “İyi ki Haneke var,” dedirten bir çalışma. Bakmayı, görmeyi, göstermeyi bilen ve öğreten bir yönetmenin, hakiki bir sinema ustasının eseri.

Mülteciler bu filmde yokluklarıyla, üst orta sınıf Avrupalılar ise varlıklarıyla boy gösteriyor. Sömürüden kaçanların sığındıkları yeni bir sömürü düzenini, bembeyaz örtülerle kaplı sofralara davet edilmeyen Afrikalıların halini anlatan bu filmde mutlu son anlamına gelen Happy End de gelmek bilmiyor…

Daha fazla yazı yok
2024-04-19 15:44:57