A password will be e-mailed to you.

İki ayrı dünyadan iki bambaşka canlının yolu kesişir. İlk bakışta birbirlerinden çok farklı gözüken bu erkek ve dişi aralarındaki tüm engellere rağmen birbirlerini tanımaya karar verir ve sıra dışı bir aşk yaşamaya başlarlar. Başrolünde Jennifer Lopez ya da Jennifer Aniston’ın oynadığı, 90’ların sonuna ya da 2000’lerin başlarına ait bir romantik komediden ödünç alınmış gibi duran bu konuya, neredeyse tamamı su altında geçen bir belgeselde şahit olacağınıza inanır mısınız? Ahtapottan Öğrendiklerim (My Octopus Teacher) filmlerde denk geldiğimizden çok daha imkansız, çok daha zor, çok daha saplantılı bir aşk hikayesi…

Yönetmen Craig Foster, yeni bir dünya keşfetmek için her gün aynı yosun ormanına dalmaya ve bir su altı günlüğü tutmaya karar verir. Rutini sırasında beklenmedik bir arkadaş edinir. Önceleri onu uzaktan izleyen bu su canlısı ona kolay kolay güvenmez. Zekasından etkilenen Foster, sabırla onunla bağ kurmayı bekler. Bazen birini gerçekten sevince onun hazır olacağı günü beklememiz gerekir çünkü… Ne de olsa aşk çoğu zaman bir çekinik bağlanma-kaygılı bağlanma meselesi değil mi?

Aradan geçen günlerle birlikte karşılıklı güven sağlanır. Adam onun vahşi doğasıyla kabul ederken, ahtapot da doğanın yok edicisi insanlığın bu temsilcisinin zarar vermek için yanına gelmediğini hisseder. Küçük dokunuşlarla başlar her şey. Zamanla temasları da artmaya başlar. Tipik bir flörttür artık izlediğimiz… Suda birlikte yüzerler, sarılırlar, romantik bir biçimde önlerinden gelen balıkları seyrederler. Birlikte sosyalleştikçe ilişkileri derinleşir.

Bedenin, dokunmanın ve cinselliğin tekrar bir tabu halini aldığı 2020’de böylesine katıksız bir sevgiye, bir vahşi hayvanla insanın hayali bile güç sarılışına tanıklık etmek, izleyiciye de kendini sorgulatıyor: O zaman aynı dünyanın, aynı dili konuşan, aynı kültüre ait insanlarının bile ortak bir sevgide buluşması neden bu kadar zor?

Aşk incelik ister

Biri bu aşk için her gün Atlantik’in en soğuk noktalarından birine (Batı Kap) ortama uyum sağlamak için her gün kıyafetsiz dalarken; diğeri gardını düşürüp, onunla vakit geçirebilmek için av olmayı bile göze alır. Çünkü aşk incelik ister Pakize Barışta’nın o şarkıda dediği gibi… İkisi de bu aşk için fedakarlıkta bulunur, ikisi de çaba gösterir.

Ve bir gün araları bozulur, bir ekipmanı fark etmesi ahtapotun güvenini sarsar. Korku ve hızla ortamdan uzaklaşır. Foster kendini affettirebilmek ve güvenini geri kazanabilmek için günlerce onu arar. Kadehlerdeki dudak izleri misali, avlanmış midye ve yengeç parçaları düşer payına ve bir haftanın sonunda büyük buluşma tekrar gerçekleşir.

Biri su altına biri su üstüne ait bu iki üstün zekalı canlı evrenin bütünlüğü içerisinde ne kadar benzer olduklarını keşfeder birbirlerinde. Keşfettikleri aidiyet hissidir aslında. Bu dünya üzerinde 50 küsur yıl geçiren bir çocuk babası, ahtapot sayesinde aidiyeti yakaladığını itiraf eder.

Hastalıkta ve sağlıkta

Her aşk büyük sınavlarla test edilir. Ahtapot bir kolunu köpek balığına kaptırır, Foster ise günlük hayatında yara almıştır. Ahtapotu artık av için çıkamadığı ininde beslemeye başlar. Artık gün birbirlerinin yaralarını sarma günüdür, hastalıkta ve sağlıkta… Ancak aralarındaki aşkla beraber engeller de büyür. Foster, suda olmadığı zamanlarda bile ahtapotu düşünür. Öyle ki büyüleyici su canlısı rüyalarına bile girer. Ahtapot içinse mesele bir ölüm kalım meselesi haline gelmeye başlar. Yönetmenle geçirdiği savunmasız anlardan birinde yine saldırıya uğrar ama zekasıyla kurtulmayı başarır.

Ve doğadaki her şey gibi aşkın da sonu vardır. Bütün sevgiye, bütün özveriye ve bütün çabaya rağmen bu aşkın sonunu da doğa getirir. Aralarına başka biri girer, bir erkek ahtapot… Yavrularının hayatı ve türünün devamı için kendi gibi vahşi bir son beklemektedir öğretmeni, direnmez.

Hayatının neredeyse bir yılını bu aşka adayan Foster, hâlâ gözleri dolarak paylaşır bu hazin hatırayı… Bir yandan rahatladığını da söyleyerek. Duyguların ve bağlanmanın bu kadar yüksek yaşandığı bir aşkın sürdürülebilir olmadığını kendi de bilir. Yas süreci ağırdır. Ama ne bu aşktan pişmandır ne de bu aşk için yaptıklarından…

Bir ahtapotu sevmekle başlayacak her şey!

Adının hakkını mükemmel biçimde veren My Octopus Teacher (Ahtapottan Öğrendiklerim); sevmek, sevebilmek, sevgiyi kabul edebilmek, doğanın akışına, sevginin kendiliğindenliğine teslim olabilmek, aşkın yıkıcı değil yapıcı da olabileceğini görmek, birini kusurlarına rağmen değil kusurlarıyla (vahşiliğiyle) bile sevmek, evreni bütünüyle algılamak ve aidiyeti sevebilme kapasitesinde bulmak üzerine bir belgesel. Öğretebileceği çok şey var, eğer öğrenmek isteyen varsa ve tabii o öğrenciler en başta kendini sevmeyi biliyorlarsa…

Ayşegül Sönmez’in Manifesto Korona (Bir İzolasyon Baladı) yazısında hatırlattığı Julia Kristeva’nın aşk tanımını ve Sönmez’in sorusunu hatırlayalım burada: Aşkı yeniden icat edecek bizler miyiz? “Şüpheli, yaralı, biraz tiksinti veren, belirgin bir bedeni ve imgesi olmayan, özelliğini yitirmiş, bir arzu ve güç evrenine yabancı, tek arzusu aşkı yeniden icat etmek olan” bizler… Cesaretimiz var mı aşka?

 

İLGİLİ HABERLER

Manifesto Korona ( Bir İzolasyon Baladı )

“Bir Başkadır” Benim Memleketim

https://www.instagram.com/p/CIKi1J9K6yF/

 

Daha fazla yazı yok
2024-05-09 21:02:42