Tatavla Tiyatro’nun Lysistrata Düşleri, savaşın güncelliğiyle birleşerek beni, peşinen, cezbetti.

Savaşlar kadınları özel alandan kamusal alana taşımak işlevine sahiptir; zira erkekler cephededir ve daha vahimi hayatlarını kitlesel olarak kaybetmektedirler. Ancak ev içi rollerin tüm ağırlığı da hala kadınların üzerindedir. Dolayısıyla bu özgürleşme (emancipation) ek görevler üstlenmek anlamındadır. Üstelik söz konusu  özgürleşme bir takım önemli yoksunluklar pahasınadır. 1930’larda Freud’un teorisinin çıkış noktasını oluşturacak thanos- eros diyalektiği, M.Ö.411’de eski Yunan’da Aristofanes’in (M.Ö.456- M.Ö.386) Lysistrata’sında temel problematik haline dönüşür; kadınların bu bağlamdaki erotik yoksunluğu ve onu, thanos’u (ölümü/savaşı) önlemek amacıyla bir “silah olarak kullanması”  Lysistrata’nın çıkış noktasıdır.

Atina-Sparta arasındaki Pelopones Savaşları’nın (M.Ö. 431-404) ortasında yazılmış olan bu savaş karşıtı oyun genellikle feminist bir bakış açısıyla sahnelenmiştir; zira iki tarafın kadınlarının birleşerek, barış için erkeklere “ı-ıh” demesi, cinsel bir boykota gitmesi hikayelendirilir.

Lysistrata’nın, ki ordunun azadı (lysis: tasfiye, azad, gevşeme; stratos:ordu) anlamına gelmektedir, Aristofanes tarafından feminist bir bakış açısıyla yazıldığını söylemek anakronizm olur; ayrıca özgün hikayenin akışı ve sonu, geleneksel toplumdaki ve o dönemki Atina’daki kadının konumundan bağımsız değildir. Nitekim Sarah Culpepper Stroup, oyuna konu edilen kadınların, soyun yeniden üretiminden sorumlu “kutsal anne/ev kadınları” değil; metresler, fahişeler (hetaira)  olduğunu ortaya koymaya çalışır.[1] Ancak, ölüme karşı cinselliğin, savaşa karşı barış anlamında ele alınması ve bu karşıtlığın kadın-erkek dikotomisi üzerinden hikayeleştirilmesi çağdaş feminizan dramaturji çalışmalarına verimli bir zemin oluşturur.

1966-1967 sezonunda  Lale Oraloğlu Lysistrata/Kadınlar I-Ih Derse’yi sahnelediğinde, oyun müstehcen bulunarak yasaklanır.[2] Ancak L.Oraloğlu açlık grevine başlar, grevinin dokuzuncu gününde mahkemede bitkin olarak ifade verir ve yeni bilirkişilerin verdiği raporla oyunun müstehcen olmadığına karar verilir ve bu olaylar nedeniyle de seyirciden muazzam bir teveccüh görerek İstanbul, Ankara ve İzmir’de sahnelenir.

O yıllarda, kadın egemen ailemin “her şeyi öğrenmesi ve bilmesi” elzem tek ve kız çocuğu olarak gerek yasağı, gerek oyunu ve o dönem dillere pelesenk olan “kadınlar ı-ıh” derse sloganını, cinsel içeriğinden çok toplumsal muhalefete dönüşmüş niteliğiyle, çocuk hafızamdan hayata nakletmişimdir. Ve dolayısıyla Lysistrata benim için direniş ve zafer anlamı taşır.

Tüm bu edebi, tarihi, bireysel birikimle Tatavla Tiyatro’nun Lysistrata Düşleri, savaşın güncelliğiyle birleşerek beni, peşinen, cezbetti.

Salonun açılışından itibaren ortamı sıcaklaştıran müzik, iki perde olarak uyarlanmış oyunda, bence  başrole sahipti: Tangodan rock’n roll’a; Bregovitch’in Kalaşnikof’undan Bandista’nın Bundan Sonra Ne Bacı Ne Bayan’ına; Müzeyyen Senar’ın  Huysuz ve Tatlı Kadın’ından Inna İndia Guk Guk Guk’a. Ne yazık ki oyun tanıtımında müzikten sorumlu ayrı bir isim belirtilmemiş. Oyunun temposunu belirleyen ve seyirciyi sahneyle bütünleştiren bu müzik seçimini başarı olarak, oyunu uyarlayan ve yöneten Ömer Akgüllü’ye ekliyorum, bu taktirde.

Müge Ersan, mükemmel diliyle çağdaş ve aslında çağsız bir metin kaleme almış. Bu yeni metinde Aristofanes’in güldürürken problematikleştirdiği aslında politik sorun; özellikle ilk perdede  feminizan bir üslupla özdeşleşme  sağlarken; bir yandan da Aristofanes’de hiç bulunmayan her iki cinsiyetin de aslında nasıl toplumsal olarak kurgulandığını bir ortak mağduriyet olarak ortaya koymayı başarıyor. Yönetmenin diğer cinsiyet kimliklerini tüm doğallığıyla ve sembolik cinsellikleriyle oyuna yedirmesi,  özellikle eski Atina sahnesinde norm içinde algılanırken;  görece modern bir sahnede travestinin bir erkekle öpüşmesi seyirciye maalesef bir güldürü olarak geçiyor.[3] Genel olarak cinsellik içeren sahnelerin, geleneksel Eski Yunan groteskliğinden modern zamanlara geçildiğinde hayatın içine tüm doğallığıyla ve “eşitliğiyle” yerleştirilmesi/yerleşmesi ise yönetmen ile oyuncuların ortak başarısı. Özellikle kara perdenin enstrüman olarak kullanıldığı iki gencin sevişme sahnesi şiirsel bir fotoğraf gibi.[4]

Lafı oyunculara bağladığım şu noktada, herkesin ama genç, çok genç oyuncuların oyuna ve oyundan çok yazar ve yönetmenin fikirlerine çok inanmış ve hatta adanmış oldukları gözüme çarptı. Bu durum muazzam bir motivasyon ve dinamizm katmış. Diyalogdan ziyade mim ve hatta akrobasinin egemen olduğu oyunda;  oyuncuların kinetik performansı bir kenara, yeni sahneye adaptasyon hızı seyirciyi çok yükseltiyor.

Sahneler arası geçişler, bir seyirci olarak beni çok etkiler; yönetmen için de işin en zor yanlarından birinin bu olduğunu düşünürüm. Lysistrata Düşleri’nde bu sorun, yeni metnin ( oyuncuların bir gece yarısı Lysistrata oyununu çıkarmak üzere hazırlığı) kolaylaştırıcılığı sayesinde de olsa; brechtvari yabancılaştırma ile seyircinin kendiyle yüzleşmesi sağlanarak  hem süreklilik hem kopuş üzerinden aşılmış. İkinci perdede süreklilikteki başarı bir miktar düşse dahi, oyunun geneli fragmante bir bütünselliği yakalıyor.

İkinci perdede Türkan Öğretmen çok etkileyici bir kompozisyon ama, biraz bayram öncesindeki şeker/çikolata reklamlarından esinleşmiş gibi. Yine ikinci perdede bombanın nerede patlayacığının ve ne zarar vereceğinin öngörülemesini ve vahşetini din üzerinden kabullenen başörtülü kadın sembolü de pek bir klişe izlenimi veriyor. O sahnenin bağlandığı hippili ve İmage’inli (sözde) karşı çıkış da, bence olumsuz yorumlanma riski taşıyor.

İlk sahnede yok sayılan erkeklerin, finaldeki sürprizi ve dönüşümü bence, hem Lysistrata’nın  birçok yorumu içerisinde, hem de sosyolojik manada devrimci bir vurgudur.[5] Kadının erkeğe eşitliği mücadelesinde çeşitli biçimlerde “erkekleşen” kadınlara ve o mücadelenin yetersizliğine verilen cevaptır. Yazılarımda ve konuşmalarımda hep söylediğim gibi eşitlik kadının pantolon giyebilmesi değildir; erkeğin……. Sonrasını Tatavla Sahne’ye gidin görün.

Bir noktayı aktarmadan geçemeyeceğim. Oyun içeriğinde barışa, savaş karşıtlığına slogan ötesinde daha fazla yer verilmesini bekliyordum. Bunun tamamen yok olduğu da  sanılmasın.

Lysistrata çok sevdiğim bir oyundur; klasiğinin bu kadar az sahnelendiği bir coğrafyada  bir başka uyarlama[6] bana peşinen itici gelmişti. Bu gereksiz önyargımı kıran, yakın tarihteki başka sahnelemelerinde Kanlı Nigar üslubuna düşülen bu klasiği,  sorumluluk ve risk alarak yükselten Tatavla Tiyatro ekibini kutlarım.

Yukarıdaki sosyolojik, felsefi, politik yorumlarımla yanlış yönlendirmek istemem. Böyle kaygıları olmayan seyircinin de hiç zorlanmadan ve neşeyle izleyeceği bir oyun bu. “Sanat filmi gişesi”ne mahkum olmayacak kadar çok yönlü ve çekici.

Dolu dolu, heyecanlı, eğlenceli, dinamik, sıcak, güncel, evrensel ve devrimci bir yorum; Lysistara Düşleri bu zor günlerde umudunuzu artıracak.

Tatavla Tiyatro’nun ise amatör heyecanı koruyan profesyonel bir yapıyla kurumsallaşarak uzun soluklu olmasını dilerim.

 

 




 

[1]Yılmaz,M.(der.);““Kadınların Tasviri: Aristophanes’in Lysistrata’sı ve Yunan Kadınlarının Hetaira[1]laştırılması” Üzerine”, http://www.bukak.boun.edu.tr/?p=311 ( erişim 18.10.2015)

[2] 5 Nisan 1967 günlü Milliyet Gazetesi, olayı, şu kelimelerle duyurur: "‘Kadınlar I-ıh Derse’ Müstehcen Bulundu: Oraloğlu Tiyatrosu’nda temsil edilmekte olan Aristofanes’in "Kadınlar I-ıh Derse" isimli piyesi, Basın Savcılığınca müstehcen bulunmuştur. Prof. Dr. Sahir Erman, Prof. Dr. Öztekin Tosun ve Prof. Dr. Ayhan Önder’den kurulu bilirkişinin verdiği rapordan sonra Savcılık eserin temsilden kaldırılması için Valiliğe yazı yazmıştır. Ayrıca Savcılık isteği üzerine Beşinci Sulh Ceza Mahkemesi eserin temsiliyle ilgili olarak şu kararı almıştır: "Seyredenlerin ar ve hâyâ duygularını incitici mahiyette müstehcen görülen piyesin sahnelerine ait fotoğrafların suç delili olarak muhafaza altına alınması" Eserin temsiliyle ilgili şahıslar hakkında da kovuşturmaya başlanmış, tiyatro vitrinindeki fotoğraflar da kaldırılmıştır. Tiyatro yöneticileri dün akşam üzeri ve geceki oyunlara gelen seyircilere savcılığın kararını bildirmişlerdir". aktaran, Yılmaz,L.;  “Oraloğlu Tiyatrosu”, http://tiyatromuzesi.org/drupal/levend_yilmaz/oraloglu_tiyatrosu. (erişim 18.10.2015)

[3] Seyircilerin içerisinde olduğum için, bu tepkinin seyircinin kalıpyargılarından mı, yönetmen ve hatta oyuncunun bir  aykırılık üzerinden komiklik yaratmak tercihinden mi kaynaklandığını objektif olarak teşhis etmem mümkün değil.

[4] Tabii ki ben oyun boyunca fotoğraf çekmedim. Ancak bu sahnenin fotoğrafını yetkililerden talep ettik. Kendilerinde de yokmuş.

[5] Radikal feminizmin erkeği kendi meclisinde yok sayan,dışlayan kategorik yaklaşımından; cinsiyet kimliğine atfedilen tüm değerlerin değiş tokuş edilebileceği bir toplumsal yapıya geçiş.

[6] 1961’de Nazım Hikmet ve V.Komissarjevski bu oyunun Rusça uyarlamasını yazarlar: Kadınların İsyanı.1983’de aynı oyun Şalvar Davası adıyla sinemaya uyarlanmıştır. Şener Şen başrolünü oynamış, Kartal Tibet yönetmiştir.

Daha fazla yazı yok
2024-03-29 09:08:29