A password will be e-mailed to you.

Bir film eleştirmeni ve bir feminist olarak çok zor geliyor bu cümleyi kurmak, ama Agnès Varda öldü. Tek avuntumuz hangi filmini izleyecek olsak içinde yüzde yüz Agnès’i bulacak olmamız. Ölüm haberini kendi verebilecek olsa nasıl bir muziplik bulurdu diye düşünmekten kendimi alamıyorum… Mor ve bordo elbiseleri ve iki renkli saçı gözümün önünde, insanın içine işleyen sesi kulağımda…

İstanbul’daki Agnès Varda retrospektifi Agnès Hakkında Her Şey’in son gösterimleri yarın Caddebostan Kültür Merkezi’nde yapılacak. İstanbul Fransız Kültür Merkezi desteğiyle 17. Filmmor Kadın Filmleri Festivali, İstanbul Modern ve Kadıköy Belediyesi Sinematek / Sinemaevi işbirliğiyle düzenlenen bu olağanüstü toplu gösterim için bir Agnès Varda yazısı kaleme almıştım. Onun gibi eşi benzeri bulunmayan bir sinemacının 60 yıllık kariyerini yazarken elbette elimi bol tuttum. Sadece bir özetini kullandık basılı malzemelerde. O özetin üç katı kadar tutan yazının tamamını aşağıda paylaşıyorum. Agnès Varda’yı tanımayan bir genç sinemacı ya da sinemasever kalmamış olmasını umarak! Onun bir filmine gönderme yaptığım başlıkla:

Çok güzel filmlerin var, biliyor musun?

Sinema tarihinin en özgürlükçü ve en yenilikçi yaratıcılarından, feminist hareketin sinemadaki en önemli temsilcilerinden, Fransız Yeni Dalga akımının öncüsü ve Rive Gauche grubunun kurucularından biridir, Agnès Varda. İnanılmaz çeşitlilikte ve zenginlikte bir filmografiye ve sürekli kendini yenileyen bir enerjiye ve yaratıcılığa sahiptir. Geliştirdiği sineyazı / cinécriture kuramıyla çektiği filmler resim, fotoğraf, enstalasyon ve edebiyatı bir araya getiren disiplinlerarası çalışmalardır.

Kişiliği de filmografisi kadar güçlü ve renkli bir sanatçıdır. Bir kadın olarak kimliği, bir feminist olarak tavrı, kendine özgü perspektifi, mizahı ve oyunbazlığı, öykü anlatıcı olarak doğal yeteneğiyle harmanlanır. Kendini yaratıcı-tanık / auteur-témoin olarak tanımlayarak kurmaca ile belgesel, öznel ile nesnel arasındaki sınırları kaldıran filmlerinin ekseninde yer alır. Bir ‘sineyazar’ olarak doğrudan öznesi olmadığı filmlerinde de varlığını hissettirir. “Filmlerime mutlaka dahil olurum, kendini beğenmişlikten değil yaklaşımımdaki dürüstlükten,” der.

Dürüstlük Agnès Varda’nın pek çok erdeminden biridir. 60 yıl sonra yönetmen olarak vardığı noktayı nükteli yaklaşımıyla şöyle özetler: “Gençken film izlemezdim. Aptal ve naiftim. Belki çok film izlemiş olsam film yapmaya kalkmazdım; bana engel olurdu. Tamamen özgür, çılgın ve masum olarak işe başladım. Bugüne dek çok film izledim ve çok güzel filmler izledim. Filmlerimin belli bir kaliteyi tutturmasına özen gösteriyorum. Reklam çekmem, başkalarının hazırladığı projeleri gerçekleştirmem. Star sistemine dahil olmam. Kendi küçük işimi yaparım.”

Durağan karelerden hareketli resimlere

Bir Fransız anne ile Anadolu’dan Belçika’ya göç etmiş bir Yunan babanın çocuğu olarak 30 Mayıs 1928’de Ixelles’de doğdu. Ailesi 2. Dünya Savaşı’nda Fransa’nın Akdeniz kıyısına, Paul Valery’nin şiirlerinde anlattığı Sete’e yerleşti. O zamanki adıyla Arlette Varda, Paris’te École du Louvre’da fotoğraf ve sanat tarihi öğrenimi gördükten sonra Jean Vilar yönetimindeki Théâtre National Populaire’de fotoğrafçı olarak çalışmaya başladı.

Fotoğraf ve sanat tarihi eğitimi Varda’nın sinemasında teknik ve estetik yetkinlik olarak her daim etkisini hissettirdi; sanat sevgisi de bir esin kaynağı olarak filmlerine damgasını vurdu. Bir yandan fotografik açıdan mükemmel kompozisyonlarıyla dikkat çekti bir yandan da sevdiği tabloları, fotoğraflarını, filmlerden bölümleri, mimari elemanları, edebiyat alıntılarını kendi yapıtlarının birer parçası haline getirdi. Jean-François Millet’nin Orsay Müzesi’nde sergilenen, 19. yüzyıl sonunda toplayıcılık hakkını kısıtlamaya yönelik bir yasayı yermek için çiftçilerin yoksulluğunu dile getiren Toplayıcılar / Les Glaneuses adlı tablosundan yola çıkarak tüketim toplumunun yoksulluğu körüklemesini ve kapitalist sistemde standartlaşmayı eleştirdiği Toplayıcı ve Toplayıcılar / Les Glaneurs et La Glaneuse (2000) adlı filminde dijitalleşen sinemanın sağladığı kolaylığı değerlendirerek doruğa çıkardığı gibi bir ‘imge toplayıcı’ oldu.

‘İmge toplayıcılık’ bakışını her daim çalışan ve üreten insanlara yönelten, sokaktaki sıradan insanları gözlemleyen Varda sinemasının temel unsurlarından biridir. Gerçek insanları filme kaydetmeyi sever, onları tanımak ister, hayatlarını merak eder ve izleyicileriyle de paylaşır; hakiki bir hümanizm, hakiki bir ilgi ve hakiki bir duyarlılıkla.

“Esinlenme yaratının özüdür” (TEDx Talks Venice Beach Şubat 2018) der ve kadınlığından, hamileliğinden, anneliğinden, yaşlanmakta olan bedeninden, eşi Jacques Demy’den, oğlu Mathieu Demy’den, arkadaşı Jane Birkin’den, onun kızı Charlotte Gainsbourg’dan, kedisinden, stüdyosundan, evinin bulunduğu sokaktan, o sokaktaki esnaftan, meydandaki satıcılardan, kürtaj hakkı için mücadele eden kadınlardan, yazlık evinin bulunduğu adadaki dul kadınlardan, kırsal kesimde hayat kavgası veren sıradan insanlardan esinlenir. Kedisi Zgougou için yaptığı video art çalışması, çektiği fotoğraflar, boş bir apartman dairesi, Paris’teki karyatidler, Loire’daki şatolar onun için film malzemesidir. Sinema Müzesi önündeki merdivenlerden sinema tarihine geçmiş klasiklerdeki ünlü merdiven sahnelerine uzanmayı bile başarır T’as de beaux escaliers, tu sais’de (1986).

Kural tanımayanlar da Varda’nın gözdeleridir. 1968 – 1970 ve 1979-1981 yılları arasında Los Angeles’ta yaşadığı dönemin de ürünü olan filmler arasında bir tür Hollywood hippi filmi olarak tanımlanan Aslanların Aşkı (…ve Yalanları) / Lions Love (…and lies) ve graffiti örneklerini fon alarak Amerika’dan kesitler sunan Fısıldayan Duvarlar / Mur Murs, Varda’nın farklı kültürlere, farklı yaşam tarzılarına açıklığını, onun dışa dönük, meraklı ve duyarlı kişiliğini yansıtır.

Sol Kıyı’nın sineyazarı

Sinemaya da bu düşünce yapısıyla, büyüdüğü Sete yakınında filme adını veren kasabada yaşayan balıkçıların öyküsünü anlatarak adım attı, Agnès Varda. Kendisi gibi sanat tutkunu Alain Resnais’nin kurgusunu yaptığı Paralel Yaşamlar / La Pointe Courte (1954), ünlü sinema tarihçisi Georges Sadoul tarafından Fransız Yeni Dalga akımının öncülerinden biri olarak değerlendirildi.

Diğer Yeni Dalga yönetmenleri misali Cahiers de Cinema dergisinde yazarlık yapmamış olan Varda, Resnais ve Chris Marker ile birlikte Seine Nehri’nin sol yakasına verilen Rive Gauche adıyla anılan, Yeni Dalga’ya kıyasla hem politik hem estetik açıdan daha sofistike, daha rafine, daha entelektüel ve gerçek anlamda modern filmler üreten grubu oluşturdu. Eşi Jacques Demy’nin ve dönemin başka Fransız yönetmenlerinin de zaman zaman dahil edildiği bu grubun bir manifestosu bulunmamakla birlikte düşünce olarak zamanının ilerisinde yer alan, hep yeni biçemler geliştiren filmleriyle öne çıkmaları ortak paydalarıydı.

Agnès Varda, bağımsız karakterini koruyarak kendi manifestosunu yaptı. Jean Astruc’un kamera-kalem / camera-stylo fikrini ileriye götürüp sineyazı / cinécriture kavramını geliştirdi. Bu kavramı şöyle anlatır Criterion Koleksiyonu’ndan çıkan Four by Agnès Varda DVD Setindeki Hatıralar bölümünde: “İyi yazılmış bir film aynı zamanda iyi çekilmiştir, oyuncular iyi seçilmiştir, mekanlar da. Kesme, hareket, açılar, filmin ritmi ve kurgusu, bir yazarın cümlelerinin anlamının derinliğini, kullandığı sözcüklerin, zarfların, paragrafların, öyküyü ilerleten ya da akışını sekteye uğratan bölümlerin vb. sayısını seçtiği gibi ele alınır. Yazıda buna biçem denir. Sinemada biçem, sineyazıdır”.

Format, tür, süre ayırt etmez

Sinema sinemadır Agnès Varda için, format, tür, süre ayırt etmez. Çeşitlilik içerir filmografisi. Kurmaca, belgesel, doküdrama, essay-film, kısa film, video-art… Ne uyuyorsa aklındaki projeye onu uygular. Kısa filmi bir gençlik merakı, belgeseli bir amatörlük dönemi işi olarak gören yönetmenlerden değildir. Süreye asla takılmaz. Kaç dakika gerektiyorsa projesi, o uzunlukta çeker filmini. Çoğu sinemacının oğluyla Los Angeles’a giden yeni boşanmış bir kadının arzular ve sanatla yoğrulmuş öyküsünü anlatan Yalancı Belgesel /Documenteur’den (1981) bol ödül kazanacak uzun metrajlı bir film çıkarırdı, Varda bir saatte bağladı konuyu.

Paralel Yaşamlar’dan sonra beş kısa belgesel ve oğlu Mathieu Demy’yi yaptı. İlk başyapıtı 5’ten 7’ye Cléo / Cléo de 5 à 7 (1962, Cannes Film Festivali Altın Palmiye adayı) onların ardından geldi. Genç, güzel, ünlü, yetenekli, zengin, başarılı işadamı bir sevgiliye sahip Parisli şarkıcının kanser olup olmadığını öğreneceği testin sonucu beklediği iki gergin saatte geçen filmde feminist tavrını hem kahramanına hayati bir değişim geçirterek hem dönemin klişelerine uymayan başka güçlü kadın karakterler yaratarak feminist tavrını da sergiledi.

1965’te Berlin Film Festivali’nde Gümüş Ayı ve Interfilm ödüllerini kazandığı Mutluluk / Le Bonheur’de filme adını veren kavramı çarpıcı bir renk ve mekan kullanımıyla göz alan bir aşk üçgeni çerçevesinde tersine çevirdi. Ertesi yıl Elsa la Rose adlı belgeseline konu olacak yazar Elsa Triolet’ye büyük bir aşkla bağlı şair Louis Aragon’un “Mutlu aşk yoktur” dizesini bir Pierre Bonnard tablosuna dönüştürmüş gibiydi. Biçem ve konu çeşitliğiyle hayranlık uyandıran Varda, 1966’da başrollerini Michel Piccoli ve Catherine Deneuve’ün üstlendiği, Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan için yarışan Yaratıklar / Les Créatures ile bu kez fantastik sinema yaptı. Yıllar sonra Agnès’in Plajları / Les Plages d’Agnès ve Noirmoutier Dulları / Quelques Veuves de Noirmoutier adlı belgesellerinde döneceği, yazlık evlerinin bulunduğu adada geçen filmin esin kaynakları Bergman’ın Yedinci Mühür’ü ve şeytani kötülüğü ele alan yazar Lautréamont’un kitaplarıydı.

Feminist sinemanın farklı tonları

1977’de kaçış sineması olarak nitelendirilen bir popüler türü tersine çeviren ve ona feminist bir kimlik kazandıran bir anti-müzikal olan Biri Şarkı Söylüyor, Diğeri Söylemiyor / L’une chante l’autre pas adlı çığır açan filmine dek belgesellere ağırlık verdi. Vietnam Savaşı’nda Kuzey Vietnam’a destek veren grup filmi Vietnam’dan Uzakta / Loin du Vietnam (1977), ABD’deki siyahların sivil haklarını savunan ünlü militan gruba dair Kara Panterler / Black Panthers (1968), 1963’te Küba’ya yaptığı ziyarette çektiği, devrim sonrası adada hayatı belgeleyen 1800 civarında fotoğraftan kurguladığı Selam size Kübalılar / Salut les Cubains (1971) politik açıdan öne çıkan işleri oldu.

Simone de Beauvoir’ın kürtaj hakkı için yazdığı manifestoya imza atan, tutucu Fransız basının “les salopes / kaltaklar” hakaretine gülüp bu sıfatı inadına kullanan 343 kadından biri olarak aktif biçimde feminist harekete katılan Varda’nın Kadınların Cevabı: Bizim Bedenimiz, Bizim Cinselliğimiz / Réponses de femmes: Notre corps, notre sexe (1975) belgeseli apayrı bir önem taşır. Kürtaj yaptıran kadınları savunan avukat Gisele Halimi’nin de dahil olduğu film mülakatlar aracılığıyla kadınlık tanımlarını irdeler.

Varda’nın bir başka feminist başyapıtı da Çatısız Kuralsız / Sans Toit ni Loi’dır (1985). Adını yalnızlıktan alan Mona’nın hayatın başlangıcı misali sudan çıkıp yürümeye başlaması, yerleşmeyip göçebeliği, bir yere bağlı kalmayıp sürekli hareket halinde olmayı tercih etmesi, yerleşik olana tepkisini simgeler. Göçebe bir hayat süren toplayıcı insanın tarım yapmaya başlaması yerleşik hayata geçişini simgeler. Çatısız Kuralsız’da Mona bir çiftçinin ona verdiği araziye patates ekip orada yaşamayı reddeder, kitap okur! Sonradan kadını eve kapatacak olan insan uygarlığının başlangıcını reddetmektedir adeta. Sinemanın kurallarına da karşı koymaktadır çerçeveden çıkarak…

Agnès Varda’nın yenilikçiliği ve feministliği sayesinde hakkında hemen hepsi kadın akademisyenler tarafından kaleme alınmış birçok kitap ve makale yazıldı. Amsterdam Üniversitesi’nden Aslı Özgen Tuncer, 5’ten 7’ye Cleo, Çatısız Kuralsız ve Agnès’in Plajları filmlerini yürüme hareketini merkez alarak irdelediği “Women on the Move: The Politics of Walking in Agnès Varda” (Hareket Halindeki Kadınlar: Agnès Varda Sinemasından Yürümenin Politikası) başlıklı makalesinde Deleuze-Guattari referanslarıyla ele alır. Katherine Ince “Feminist Phenomenology and the Film-World of Agnès Varda” (Feminist Fenomenoloji ve Agnès Varda’nın Film-Dünyası) başlıklı makalesinde “Agnès Varda’nın söz konusu olduğu yerde, hem filmleri hem femininite ve feminizme dair önermeleri kadın öznelliğine ve biçimlendirmesine, femininiteyi anlatılarında ya da film-metinlerinilerinin maddi yapısında, bir kültürel inşa olarak temsil etme pahasına ayrıcalık tanır,” diyerek 1975 tarihli Kadınların Cevabı: Bizim Bedenimiz, Bizim Organımız / Réponses de femmes: Notre corps, notre sexe ve diğer filmlerindeki kadınlık tanımlarını ve feminist yaklaşımını ele alır. Laura Marks’ın Avusturyalı sanat tarihçi Aloïs Riegl ‘gözlerin dokunma organı işlevi üstlendiği’ anlamına gelen ’haptic’ teriminden yola çıkarak tanımladığı haptic görsellik kavramının Varda sinemasındaki karşılıklarını irdeler. Jacquot de Nantes’ta ölmekte olan eşi Jacques Demy’yi, Toplayıcı ve Toplayıcılar’da kendi bedenini yakın planlarda görüntüleme biçimiyle ilişkilendirir. Varda sinemasının genel olarak insan bedeniyle ilişkisini Merleau-Ponty’nin Düşünür ve Gölgesi adlı eserinin yansımaları olarak değerlendirir.

Yeni milenyumun yıldızı

90’lı yıllarda kaybettiği eşi, ünlü yönetmen Jacques Demy’ye adadığı belgeseller yaptıktan sonra yeni milenyumun da yıldızlarından biri haline geldi Agnès Varda. Kendini ve sinemasını yineleyebilen bir yaratıcı olarak, dijital devrimi benimseyip hareket serbestisi kazandıran küçük ve becerikli kameralarla çekim yapmaya hemen adapte oldu.

2000’li yıllarda Avrupa’nın ortasında vahşi kapitalizm, standartlaşma ve fırsat eşitsizliğini sergileyip paylaşımcı, özgürlükçü ve eşitlikçi bir dünya görüşünü yansıttığı Toplayıcı ve Toplayıcılar ve onun iki yıl sonraki devam filmiyle bir kez daha festivallerin gözdesi oldu. Disiplinlerarası çalışmayı da bırakmadı, bu filmlerinde. Agnès’in Plajları / Les plages d’Agnès ve fotoğraf ve enstelasyon sanatçısı JR ile birlikte yaptığı 2018 Cannes Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan Mekanlar ve Yüzler / Visages, Villages, bir yandan sergiler açıp konferanslar vermesine olanak sağladı.

Bir feminist ikon olarak duruşunu da korudu. 2018 Cannes Film Festivali’nde Cate Blanchett’ı kırmayıp film endüstrisindeki cinsiyet eşitsizliğini protesto etmek için Lumiere Tiyatrosu’nun merdivenlerindeki gösteriye katıldı. Ama bir söyleşisinde “Cate Blanchett ve bütün o kadınlar bu eylemi yapmak istiyordu. Bana kalırsa, kadınların emeğinden bahsetmek istiyorsak, en önemlisi mahallelerde, fabrikalarda, sığınma ya da aile planlama merkezlerinde konuşmalar yapmaktır. Cannes’daki gösteriş benim için pek önemli değil: Asıl feminist çalışma eğlence sektöründe yapılmaz”. (14 Ocak 2019 Le Parisien)

Son iki yılda Toronto’dan, Marakeş’ten İstanbul’a dek dünyanın her yerinde retrospektifleri düzenlenmeye, masterclass talepleri gelmeye başladı ve Varda onursal ödüllere boğuldu. Son olarak 2019 Şubat ayında Berlin Film Festivali’nde gösterilen sıradışı otobiyografisi Agnès, Varda’yı Anlatıyor / Varda par Agnès ile yeni kuşakların hayranlığını topladı. “Esinlenme, yaratım ve paylaşım” olarak tanımladığı film yapma sürecini anlattığı otobiyografisiyle genç kuşaklara unutulmaz bir ders verdi. 90 yılın yorgunluğuna rağmen Berlinale Camera ödülünü almak için festivale katıldı ve o müthiş kişiliğiyle herkesi etkiledi. Fransa’nın en yüksek düzeydeki Ulusal Madalyası Legion d’Honneur, Fransız Akademisi’nin Renee Claire ödülü, Amerikan Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi’nin onursal Oscarı, aldığı diğer ödüllerden sadece birkaçı…

 

İLGİLİ HABERLER

Agnès, Varda’yı anlattı… Doyamadık!

Agnès Varda’nın gözünden: Sosyalizm ve ça-ça-ça

Daha fazla yazı yok
2024-04-19 20:18:36