A password will be e-mailed to you.

Türkiye Cumhuriyeti olmasaydı, modernleşme ve ulus-devleti eleştirme imkanımız olmayacaktı. Bu kutuplaştırılma içinde, muhaliflerinin dahi içine sinmiş, olmazsa olmaz günlük yaşam pratiklerimizin modern Cumhuriyet projesiyle ilişkisini ise dilerim kaybetmeden, anlayacağız.

Cumhuriyet Ortak Değerimizdir; Herkesin Bayramı Kutlu ve Umutlu Olsun!

Ulus-devlet geleneksel imparatorlukların sonudur. Tüm kimlikleri, egemenliği eline geçiren ulus adına ve dışında yok sayar. Ama imparatorluğun feodal olumsuzluklarına/eşitsizliklerine de savaş açar. Ulus-devletle geçilen yönetim biçimi ise cumhuriyettir; cumhuriyet mutlaka ve sadece ulus-devletin yönetim biçimi değildir, federal cumhuriyetler de vardır ama cumhuriyet asla imparatorluğun yönetim biçimi olamaz. Cumhuriyet dışındaki yönetim biçimleri ise krallık/padişahlık ve meşrutiyettir.

Öte yandan gerek ulus-devletin ve/veya cumhuriyetin gerek imparatorluğun ve/veya feodal toplumun egemenlik ilişkilerini üretim ilişkileri belirler. Cumhuriyete odaklanırsak, egemenlik ilişkileri üretim ilişkilerine göre belirlendiği için tek tip bir cumhuriyetten söz edilemez. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, Kaddafi’nin Libya’daki Halk Cemahiriyesi, Türkiye Cumhuriyeti bu konudaki farklı örneklerdendir. Diğer bir deyişle cumhuriyetin içini farklı ideolojik özle doldurmak mümkündür. Düzen partileriyle sınırlı bir köşe kapmacadan, ideolojik radikal mücadele ve dönüşüme kadar tüm iktidar değişikliklerine cumhuriyet yönetimi imkan verir.

Türkiye bağlamında değerlendirdiğimizde, imparatorluktan ulus-devlete geçişin yönetimsel noktası olan cumhuriyeti ve o sonucu hazırlayan 20. yüzyıl başındaki bağımsızlık savaşını küçümseme, inkar etme, kötüleme hakkımız yoktur.[1] Hele ki 21.yüzyılda dahi anti-emperyalist bağımsızlık savaşlarının[2] ne kadar güç ve desteklenesi olduğunu vaz ederken.

Ulus-devletlerin kurulma süreçleri, retrospektif bakıldığında eksiklik, yanlışlık ve hatta vahşet içeriyor olabilir. Bu Türkiye için de geçerlidir; Türkiye’ye has değildir. Ayrıca yine bu bağlamdaki olumsuz eleştirilerle Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanını küçümseyebilecek, karşı çıkabilecek grup ya da kişilerin olabilmesi de kanımca imkansızdır. Cumhuriyet ortak değerdir; içini doldurmakla ilgili çeşitli mücadele ve çatışmalara imkan verir ve ideolojik iktidar değişikliklerine set koyan mevcut egemenlik ilişkileridir, cumhuriyet yönetim biçimi değil. Padişahlık ve meşrutiyet hanedan gerektirir. Yine Türkiye özelinde düşündüğümüzde, Osmanlı İmparatorluğu tercihi söz konusu edildiğinde parlamento eşliğinde ya da değil Osmanlı Hanedan’ının yönetimi söz konusu olur. Sosyalistinden AKP yöneticilerine, Kürt milliyetçisinden Ermeni diasporasına, fantazileriyle yaşayan küçük bir zümre hariç, kimsenin o feodal ve gelenekçi düzeni tercih etmesi düşünülemez; hatta olası böyle bir tercih eşyanın tabiatına aykırıdır. Ulus-devletten, modernleşmeden/Batılılaşmadan, kapitalizmden şikayetçi olanların varlıkları, mücadeleleri ve siyasal sistemi kendi lehlerine değiştirme imkanları cumhuriyet içinde mümkündür. Daha da ötesi istedikleri cumhuriyeti mücadele ederek kurma imkanları vardır. Düşman cumhuriyet değil; cumhuriyeti kimin kullandığıdır.

Cumhuriyet’in kurulduğu Ekim ayında (10 Ekim), Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti Ankara’da, özellikle erken Cumhuriyet yıllarının sembolü demirağların merkezi Ankara Garı önünde, Türkiye’nin dörtbir yanıdan gelen  Cumhuriyet’in partisi CHP başta olmak üzere, Cumhuriyet’i eleştirseler dahi Cumhuriyet’in her yaştan her kategoriden çocuklarının üzerinde patlayan bomba herkesi (tepkisi olumlar biçimde dahi olsa) sakat bıraktı. Bu travmanın somut acısıyla yukarıda zikrettiğim sembolleri anlamlandıramadık ya da fuzuli bulduk.

Zaten küresel kapitalizm Türkiye’nin başkenti olarak İstanbul’u çoktan empoze etmişti. Medya, finans kapital, uluslararası algı için İstanbul Türkiye’nin önüne geçmişti hatta. Cumhuriyet’in sembolik makamı Çankaya Köşkü, Şark şatafatıyla beslenen tüketim toplumunun ahlaki ve biçimsel modeli olarak Beştepe’ye çoktan taşınmıştı ve Köşklükten Saraylığa postmodern bir sıçrayış yapmıştı.

Uzun yıllar zihinsel dönüşümü ve giderek geniş kitlelerin ikna edilmesini başardıktan sonra, kullanılıp şimdi bir kenara atıldıkları için “kandırıldıkları” akıllarına gelen organik aydınların başarısıyla Yeni Türkiye diye kurulan 2. Cumhuriyet’tir. Arkasında da 12 Eylül 1980’den beri Türkiye’yi ciddi bir sınıfsal muhalefet olmadan yönetebilme imkanını büyük başarıyla kullanan küresel sermaye yer almaktadır.

Kimbilir belki daha serinkanlı bakabiliriz artık “1.Cumhuriyet”in kazanımlarına.  Türkiye Cumhuriyeti olmasaydı, modernleşme ve ulus-devleti eleştirme imkanımız olmayacaktı. Bu kutuplaştırılma  içinde, muhaliflerinin dahi içine sinmiş, olmazsa olmaz günlük yaşam pratiklerimizin modern Cumhuriyet projesiyle ilişkisini ise dilerim kaybetmeden, anlayacağız.

Tüm bu nedenlerle ve bu konjonktürde 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı, bayram saymayacak kimseyi hayal
edemiyorum. Dikkatinizi bir noktaya daha çekmek isterim: Türkiye Cumhuriyeti’dir söz konusu olan Türk Cumhuriyeti değil. Ve tekrar ediyorum Cumhuriyet herkese lazım bir araçtır; sisteme muhalifler onu yıkmak değil; ele geçirmek isterler. Dolayısıyla cumhuriyet ortak değerimizdir. Kutlu olsun.


[1] 14 Temmuz 1789 (Fransız) Burjuva Devrimi, burjuvaziyi ortadan kaldırmak isteyen ideolojilerce de önemsenir. Ve Fransa bu tarihi, her sınıf ve ideolojiden bir halk bayramı olarak kutlar. Kuşkusuz iki olayın önemini eşitlemiyorum, teşbihte hata olmaz.

[2] Bunların da birçoğu başarıyla sonuçlandığında ulus-devletleşmeye adaydır.

Daha fazla yazı yok
2024-04-25 10:38:44