A password will be e-mailed to you.

Bu kitapta da, bir sayfadan öbürüne gözler önüne sermek istediğim gibi edebiyat, en nihayetinde kavuşulan çocukluğun ta kendisidir. Her şeyi çekip çeviren çocukluk bir hakikat barındırabilir mi? Bu soru kadar Kötülüğün saflarında yer almış yaratıcı gücü meşgul eden, ondan kaçmaya çalışırken yarattığı eserle işkenceye dönüşen pek az soru vardır. Ne var ki edebiyat, cevabın sonsuz ızdırapta ama bu ızdıraptan da haz almakta olduğunu söylüyor. Tehlikeli olduğunu kabul etmeliyiz. Zaten bu tehlikeyi göze alabilen bir ordu yok karşımızda. Belki korodan bahsedebiliriz: Kötülük korosundan.

Erinç Seymen, Homo Fragilis adlı sergisiyle bu koronun sesini, önceki sergilerini de düşünürsek bize tekrardan hatırlatıyor. Erinç Seymen, elbette bir edebiyatçı değil ama bu onun Kötülük korosunda olamayacağı anlamına gelmiyor. Hakikatin peşini bırakmayan Proust gibi Seymen’in Kötülüğü, Kayıp Zaman’ın İzinde kadar her daim yeni problemlerle bizi meşgul etmektedir. Seymen’in işleri cinsiyet, toplum, aile veya erkeklik çerçevesinden de incelenebilir. Bunlar yanlış yorumlar olmayacaktır. Ben Seymen’in işlerinin ayırt edici noktalarının bu olduğunu düşünmüyorum. Kötülük kavramının tüm bu yorumları kaynaştırdığını aynı zamanda dışladığını belirtmek isterim.

Erotizmden fışkıran kötü kan

Benim bu yazıda anlatacağım Kötülüğü, Bataille Edebiyat ve Kötülük kitabında büyük bir çaba içinde açıkça anlatıyor. Bataille için Kötülük nedir öyleyse? Kötülüğün iki zıt türü olduğunu söyler. Birincisi yolunda giden ve arzu edilen sonuçların alındığı insani eylemlerin gerekliliği ile ilgilidir. İkincisi temel tabuların kasten ihlal edilmesinden ibarettir. “…ölümün çıkarsız cazibesine kapılan Kötülük ile bencilce bir çıkara yönelen kötülüğün birbirinden farklı olduklarıdır. ‘iğrenç’ bir cinayet eylemi ‘tutkuyla işlenmiş’ bir cinayetle bir tutulamaz.” Burada anlatılan Kötülük, İyiliğin karşıtı bir kötülük değildir ya da ahlaksızlık da değildir tam aksine “yüksek ahlak”ı şart koşar.

En temel tabu olan erdemsizliği şiddetli bir şekilde işleyen Emily Bronte için Kötülük sanki tutkuyu sergilemenin en kuvvetli yoluymuş gibiydi. Edebiyat tarihinde Uğultulu Tepeler kadar bu tutkulu erdemsizliği işleyebilen çok az eser vardır. Çok genç yaşta ölen Emily Bronte’nin gerçek yaşamı ile yarattığı karakter Heathcliff arasındaki mükemmel tezatlığı, Bataille en büyük kafa karışıklığının nedeni olarak yazar. 

Çocukluğun egemen tavrıyla tasarlanmış ama sonra toplum aklıyla bu dünyaya son verilmiş bir hikayedir Uğultulu Tepeler. Catherine ve Heathcliff’in toplumdan uzak, izole bir ortamda çocukken başlayan aşkları, bunun toplum tarafından sakıncalı bulunmasıyla bir şekilde sonlanır. Geleneksel değerlere karşı çıkan bu çocuksu aşk, toplumun inkar ettiği saf özgürlüğü arzulamaktadır. Açıkçası bu toplumun sürekliliğinin reddi demektir. 

Erinç Seymen, Serva ex Machina, 2010, Kağıt üzerine mürekkepli kalem, 63×88 cm

Toplumun hep yok saydığı bu çocukluk döneminin erotizm ve Kötülükle olan ilişkisine daha sonra tekrar geleceğim. Öncelikle burada göstermeye çalıştığım Erinç Seymen’in işlerindeki sadist tavrının, Kötülüğün ta kendisi olan sadizmle ve ölümün kaçınılmaz kaynağı arzu ve hazla temas etmekten kaçınmadığını, hatta bunu bilinçli yaptığı. Özellikle İhlal Alıştırmaları ve Tohum ve Mermi sergilerinde cinsel haz daha ön plandayken, Homo Fragilis’te bu haz artık izleyicinin eserlerle olan ilişkisinden Seymen’in duyduğu sadistçe hazza dönüşmüştür. Bunu açmak gerekirse hazzın erotizmle, erotizmin Kötülükle olan ilişkisini öncelikle ifade etmek gerekiyor. “Bence erotizm, ölüme dek yaşamın onaylanmasıdır. Cinsellik ölümü kapsar; yeni gelenlerin yok olanların devamı oldukları ve onların yerine geçtikleri için değil yalnızca; üreyen canlının hayatını tehlikeye attığı için. Üremek yok olmaktır ve en basit eşeysiz canlılar bile ürerken kendilerini yok ederler.” Çocukça bir eylem olan haz geleceği reddeder. Birikimde bulunmaz. Toplumun akılcılığına ve iyiliğine karşı çıkarak şimdiki zamana odaklanır.

İhlal Alıştırmaları sergisindeki çoğu resim bu erotizme kurnazca bir çağrıda bulunur. Geleceği önemsemeyen şeytanca bir ahlakın açık ifadeleri mevcut. En başta dediğim gibi bu kesinlikle ahlaksızlıktan öte, yüce bir ahlakı telkin ediyor.

 

Heathclift’in karşı çıktığı dünya, ortak çıkarları kabul eden iyiliğin ve aklın dünyasıdır. Heathclift savaşmaktan geri kalmamıştır. Bu en sevdiği insan olan Catherine’in ölümü bile olsa duyduğu zevk tüyler ürperticidir. Hiçbir çıkar ve gelecek umursamayan Sadizm ancak yıkımdan zevk alır. “Yıkımların en acısı da insanoğlunun ölümüdür.” Sadizmin, öldürme eyleminden bir yarar beklemenin ötesinde sadece haz duyması yeterlidir. Serva ex Machina 2010 (Tohum ve Mermi), Seymen’in sadist imgeleminin anlaşılması için üzerinde durulması gereken heyecan verici bir çalışmadır. Bacaklarıyla birlikte elleri ve kollarının arkadan sıkıca bağlandığını gördüğümüz kadın, çıplak olarak doğanın içindedir. Kadının yüzünü göremediğimiz gibi, kim tarafından da bağlanıp oraya bırakıldığını da bilmiyoruz. Sadece başkalarına ait eller görüyoruz. Kadının bu eller tarafından da bağlandığından emin olamıyoruz.

Tek bir ihtimal kalıyor o da Erinç Seymen’in bu kadını bağlayıp vahşi ortama bıraktığıdır. Günlük hayatta göremeyeceğimiz bu vahşi hayvanların kadına henüz zarar vermeye başladığını göremiyoruz. Sanıyorum Seymen’in kötülük damarının ortaya çıktığı kısım burasıdır. Yüzünü göremediğimiz bir kadını istediğimiz kadın olarak hayal edebiliriz. Bedensiz elleri hemen sahiplenebilir, o ellerle vahşi hayvanları tahrik ederek kadına istediğimiz şeyi yapma özgürlüğüne sahip olabiliriz. Çünkü bunu bizden başka kimse bilmeyecektir. O ellerin sahiplenmesi çıkarsız haz dünyasını zorunlu kılar. Kötülük katmanlaşmaktadır. İzleyenin karşısında büyülenmekten başka çaresinin olmaması aslında Seymen tarafından zorunlu kılınmıştır. İzleyiciye başka şans tanımayarak Seymen’in erdemsizlikle kaplanmış bir dünya kurduğunu farkederiz.

Erinç Seymen, Aile Değerleri I, 2016, Kağıt üzerine mürekkepli kalem, 103×75.6×3.5 cm

Homo Fragilis sergisi ile birlikte Kötülüğe susamışlık giderilemeyecek hale gelmiştir. Hakikati gösterme isteği Seymen’i daha da hırçınlaştırmıştır. Zekice kurduğu tuzaklara takılan insanları gördükçe Seymen’in yüzündeki haz dolu ifadeleri görür gibiyim. Kötülük yapma sanatının tehlikesi kötülük yapanı dışarıda bırakmamasıdır. Nitekim Seymen zorunlu olarak bu tuzağa kendisi de düşmüştür. Bu zorunluluk işte Seymen’in sanatının kaynağını oluşturur. Kırılgan İnsan’ın dünyasına adımımızı atar atmaz Seymen bize şöyle demektedir: “Ben sizin için bir tuzağım. Size her şeyi söylemeye çalışmam boş bir çaba olacaktır; ne kadar dürüst olursam o kadar çok aldatmış olacağım sizi: sizi tuzağa düşürecek olan açık yürekliliğimdir.” Açık yüreklilikle anlatılan hakikat karşısında tüylerimizin ürpermesinden Seymen haz almaktadır. Bu erdemsizlikle yoğrulmuş erdemi gösterme hazzıdır. Çünkü hakikatin görünümü ancak hakikatsizliğin görünümüyle açıklanabilir. Seymen bizleri neden olduğumuz hakikatsizlikle karşı karşıya bırakarak, kaçabileceğimiz hiçbir kapı aralığı dahi bırakmamıştır. Seymen’in sayıca daha az eser üretmesi kanımca bu anlattığım Kötülüğü oldukça titiz işlemesinden kaynaklanıyor.

Erinç Seymen, Sürpriz Tanık I, 2011, Kağıt üzerine mürekkepli kalem, 70×100 cm

Erinç Seymen yakılmalı mı?

İkinci Dünya Savaşı’ndan kısa bir süre sonra haftalık toplumcu gerçekçi Action dergisi Kafka için aynı başlıkta bir anket yapmıştı: “Kafka yakılmalı mı?” Bu anketten önce Kafka’nın bu soruya çok açık cevap vermesine rağmen komünistler neden bu ankete ihtiyaç duymuştur? Bunu cevaplayabilmek için her tür otoriteye başkaldıran Kafka’nın neşeli dünyası kavramak gerekiyor.

Kafka’yı diğer yazarlardan, Kötülük saflarında yer almış yazarlardan ayıran en belirgin yanı suçlu olduğunu bilmesiydi. Zengin tüccar bir ailenin çocuğu olarak toplumun ondan beklediği, babası gibi başarılı bir tüccar olmasıydı ama o her ne kadar babasına kendini kabul ettirip, onu takdir etmesini beklediyse de edebiyatın neşeli ve çocuksu dünyasından asla vazgeçmemiştir. Edebiyatı sürdürme isteği onu ailesinden korkan bir çocuk haline getirmiş ama bu oyundan vazgeçeceği günün onun ölümü olacağını düşünmüştür. Bataille, Kafka’nın neden suçlu olduğunu şöyle açıklar: “Ne yaşama koşullarını ortadan kaldıran babasına karşı çıkmayı ister, ne de yetişkin bir insan ve baba olmayı. Bütün hakları saklı kalmak koşuluyla babasının çevresine girmek için kendi usulünce ölümüne bir mücadele verir; başarıyı tek bir koşulla kabul edecektir: Sorumsuz bir çocuk olarak kalmak.

Kafka sorumsuz bir çocuk olarak hayatının sonuna kadar mutsuz olmayı kabul etmiştir. Bir otorite olarak gördüğü babasına karşı çıkmayı yazdığı mektup aracılığıyla düşünmüşse de, babası o mektubu okuma şansı bulamamıştır: “Sık sık bir kabinde birlikte soyunduğumuzu hatırlıyorum sözgelimi. Ben sıska, güçsüz, ince; sen güçlü, iri, geniş. Kendimi acınılası bir halde görürdüm, üstelik yalnızca senin önünde değil, tüm dünyanın önünde, çünkü sen benim için her şeyin ölçütüydün. Sonra kabinden, ben senin elini tutmuş küçük bir kemik yığını olarak, insanların önüne çıktığımızda, iskele tahtalarının üzerinde çıplak ayaklarımla tedirgin, sudan korkan, senin bana iyi niyetle, ama aslında beni utançtan yerin dibine geçirme pahasına durmadan gösterdiğin yüzme hareketlerini tekrarlamaktan aciz, büyük bir çaresizlik içine düşerdim ve böyle anlarda tüm alanlardaki korkunç deneyimlerim eksiksiz bir biçimde örtüşürdü.”

Erinç Seymen, Konfor Alanı A, 2016, Kağıt üzerine mürekkepli kalem, 72×72 cm

 Erinç Seymen, Babişko, 2011, Kağıt üzerine mürekkepli kalem, 100×70 cm

Sorumsuzlukta ısrar

Erinç Seymen’e olan ilgimiz Kafka’nın çocuksu dünyasına benzer sorumsuzlukta ısrar etmesinden gelir. Kafka’nın babasına yazdığı mektup olmasaydı bile onun çocuksu dünyasına dair tahayüllümüz eksik olmayacaktı. Dava ve Şato’daki karakterler bizzat Kafka’nın kendisi olduğu gibi, yetişkinlerin giremeyeceği haz dolu oyun bahçelerini kuran da Seymen’in kendisidir. Erotizmin, çocukluğun egemen dünyasında en saf özgürlüğü sağladığını Heathcliff ile Catherine’in hikayesinde anlatmaya çalışmıştım. Burada erotizmin çocuksu karakteri, sanıyorum ki Kafka ile Seymen’in benzer kötülüğüne dikkat çekecektir. “Erotizm ile büyülenen bir adam, ailesinin karşısında duran bir çocuk gibidir.” Seymen’in çocuk dünyası da Kafka gibi eylemde bulunmaz. Eylemde bulunmama hali yasalara karşı çıkması demektir. Seymen de toplumun tüm yasalarını, kapı tokmağını indirmeyerek Agamemnon’un karısı Klytaimestra’nın, oğlu Orestes tarafından öldürülecekken kalkan eli gibi daha en başta kesintiye uğratmıştır.

Erinç Seymen, Gönüllü, 2014, Tuval üzerine yağlı boya, ø 80 cm

Komünistlerin Kafka’yı yakmak istediği gibi neden Erinç Seymen’i de yakabileceğine yaklaşmış oluyoruz. Bataille şöyle devam eder: “Onunki kadar komünist tutuma ters düşen başka bir şey olabilir mi? Komünizm, her şeyden önce eylemdir, dünyayı değiştirme eylemidir.” Ancak Seymen ve Kafka, şimdiki zamanı geleceği kurmak için harcayan, hedefi olan eylemi reddetmektedir. Anın hazzını çocuksu dünyalarında sonsuza kadar devam ettirerek doyumsuz bir yaşamı oluşturmuşlardır. Her türlü otoriteyi reddeden çocuk dünyasının elbette komünist toplumda da kendine yer bulması nasıl mümkün değilse, Seymen ve Kafka’nın da komünist toplum dahil hiçbir toplumda yer bulması mümkün değildir. 

Daha fazla yazı yok
2024-04-25 01:20:11