A password will be e-mailed to you.

Emma Dexter British Council’ın Görsel Sanatlar Sorumlusu, ünlü küratör Pera Müzesi’ndeki Grayson Perry sergisi için birkaç günlüğüne İstanbul’daydı.  Dexter ile Grayson Perry sergisinden Venedik Bienali İngiltere pavyonu sanatçısı Sarah Lucas’a pek çok şey konuştuk.

A: Sergi hakkında konuşmadan önce sanat ve sanatın nasıl bir dönüşüm geçirdiği hakkında konuşmak istiyorum biraz. Mesela ben Venedik’ten geliyorum. Daha önce galerilerin olmadığı bölgelerde galerilerin yoğunlaşmaya başladığını gördüm.

Bu kez özellikle “blue chip” denen birinci sınıf galerilerin daha önce kâr amacı gütmeyen galerilere ait olan alanda hakimiyet kurduğunu gördüm. Engin bir galeri tecrübesine sahipsiniz. Galerilerin sanata fazlaca hükmettiğini söylesem ya da hissetsem “demode” olduğumu düşünür müsünüz? Siz ne düşünüyorsunuz?    

E: Bence sadece galeriler değil. Sanırım asıl mesele para. Özel müzeler ya da bankalar veya tröstler ve vakıflar ya da özel şahıslar veya galeriler fark etmez. Son 15 yılda çağdaş sanata dair şeyler köklü bir şekilde değişti. Müzayede evlerinin çağdaş sanat satmadığı günleri hatırlıyorum. Bu alana girmeleri nispeten yakın bir tarihte aslında ve bu onlar için giderek önemli hâle geliyor. Bu aynı zamanda durumun bu hâle gelmesine de katkıda bulundu. Tam olarak sanatla ilgili bir şey olduğunu düşünmüyorum. Sadece bazı şeylerin nasıl desteklendiği ve bunlar için nasıl ödeme yapıldığı konusunda bir şeffaflık olduğunu düşünüyorum. Galerilerin her zaman sanatçıların büyük yerlerde büyük şovlar yapmasına katkıda bulunmuş olduğu düşüncesindeyim.    

A: Bu kez belki de daha görünür. Bunu gerçekten hissettim.

E: Doğruyu söylemek gerekirse, kısmen de olsa bir British Council temsilcisi olarak Okwui Enwezor’in mesela sizin çocuklardan bazıları ile karşılaştırıldığında pek de tanınmış olmayan sanatçıları davet ettiğini düşündüğüm için o hisse kapılmadım. 

A: Ama bu oldukça nadir. Geri kalanlar oldukça tanınmıştı.

E: Britanyalı sanatçıların arasından seçtiklerinin bir bölümünü ben….

A: Sonia’nın videosunu beğendim. Önceden hakkında hiçbir şey bilmiyordum. John’un eseri muhteşemdi. Tanıştık, çok dürüst biri.

E: Hoş bir adam.

A: Küçük bir söyleşi yaptık. Oldukça açıktı. Eserini sevdim.

E: Sonia ile de tanışabildiniz mi?

A: Hayır. John ile tesadüfen karşılaştım. Muhteşem bir eserdi. O yüzden oturup laflamak için zaman bulabildik. Lima ile de tanıştım.

E: Helen’in eserini gerçekten beğendim. O eseri hiç bilmiyordum. Uluslararası pavilion’daydı. Bir dakika kadar süren siyah beyaz filmlerden oluşan bir seriydi.  

A: Oscar Murillo da mı İngiliz?

E: Bu, Bienal tarafından önerilen bir seçim türü. 

A: Aslında eleştirimi henüz yazmadım. Oscar Murillo’nun eseri ile Steve McQueen arasındaki fark, birçok şeyi basitleştirmesi. Oscar Murillo bir yıldız hâline geldi ve bu onu etkilemedi bile –çocukların boyadığı kıyafetleri dağıtırdı. Bu benim için çok büyük bir şey. Bu çok açık yüreklice. Diğer yandan Steve, Ashes’i görmeye gitti. Hikaye inanılmaz, ağladım. Bir sanatçının önemsiz birini görmeye gitmesi ve onun için bir şeyler yapması oldukça nadirdir. Bu bana isimsiz siyahi insanların fotoğraflarını çektiğini bildiğiniz Robert Mapplethorpe’u hatırlattı. Siyahi bir adamı izleyicileri manipüle etmeden duygusal ve oldukça dramatik bir şekilde resmetmesini takdir ettim. Bu karşılıklı alışverişin sesi. Muhteşem bir iş.    

E: Büyülü, hüzünlü ve saygılı. Oldukça sevecen oldukça insani. İnsan etkileşimi hakkında. Şiirsel bir şekilde ifade edilmiş; iki taraflı ekranın hoş bir kullanımı. Ve ardından Sonia’nın bahsettiği şey……..Cinsiyet ve cinsiyetler arası ilişki konularına hep ilgi duymuştur.

A: Muhteşem bir performans sergiledi.  

E: O Sonia değildi.

A: O olduğunu düşünmüştüm. BBC’deki 4 Non Blondes dizisini hatırlattılar bana. O siyahi kızları hatırlarsınız. Londra’da aylak aylak gezinirlerdi, bir şeyleri taklit ederlerdi ve insanlar kendilerini tehdit altında hissederdi. Performansları konusunda kendilerine güvenemezlerdi. Televizyon için oldukça iyi bir video çalışmasıydı. Fakat sonra çekmeyi bıraktılar. Kendi adıma seçmiş olduğunuz şey “insani” kelimesiydi. Bu bienali izleyicilerin tecrübe etmesi açısından oldukça soğuk ve acımasız buldum. Devasa. Çok fazla eser, çok fazla, çok, çok fazla.   

-Fakat tüm bienaller bunun gibidir.

A: Onu biliyorum. Dünyadan çok sayıda eseri koyuyorlar. Tecrübe etmek için robot olmalısın.

E: Hoş sürprizler vardı. Baselitz’in aniden ortaya çıkmasını sevdim. Buna benzer daha fazla sürprizin olması sanırım hoşuma giderdi. Bir bakıma ihtiyaç duyulan şey farklı sahneler, farklı malzemelerdi. Aksi hâlde oldukça fazla fotografik temelli eser olurdu. Sanırım bu pavilionlara da yansımıştı. 

A: Sarah Lucas’ın söyleşisini okudum. İskoçyalı bir yazara konuşmuş. Bir ulusu temsilen katılmanın önemli olduğunu söylüyordu. Burada, Türkiye’de bu her zaman sorun olmuştur. Bu milliyetçi bir katkı olduğundan mı? Hükümetle bir sorunun varsa katılmayı reddetmelisin. Fakat Sarah Lucas için başka bir dünya. Büyük Britanya ve Türkiye iki farklı hikaye. “Evet gayet İngilizim, gayet İngiliz hissediyorum, bu yüzden benim için sorun yok,” diyordu.

E: British Pavilion ile ilgili güzel şeylerden biri, İkinci Dünya Savaşı’nın sonundan bu yana sahip olduğumuz, İngiltere’deki emsallerine uygun sanat politikası fikri. Sanat programlarının direkt olarak resmi kurumlarca başlatılmadığı ya da kontrol edilmediği anlamına geliyor. Komiteyi oluşturan British Council. En iyi kuratörlerden, eleştirmenlerden, müze müdürlerinden bazılarını davet ediyoruz.

A: Tüm dünyadan mı?

E: Hayır, Britanyalı olanlardan. Her defasında değişiyorlar, aynı kişiler değil. Her zaman farklı bir seçim paneli oluyor, duyuru yapılana kadar panelde kimin olduğu gizli tutuluyor. Ardından en güçlü eseri ortaya koyduğunu düşündükleri kişileri seçiyorlar. Sarah belli ki herkesin aklında en üst sıradaydı çünkü İngiltere’de oldukça etkili şovlar yapmıştı.  

A: Hiç onunla çalıştınız mı?

E: Aslına bakılırsa hiç çalışmadım.

A: Bunu hiç önerdiniz mi?

E: ICA’da iken bir grup şovunda yer almasını istemiştim. Beni geri çevirdi. Maalesef hiç önermedim. Büyük talihsizlik. Bu çok hoşuma giderdi. 

A: Eserlerine bayılıyorum.

E: Eserleri ile ilk kez gerçek anlamda 1992 yılında ilk solo şovunda karşılaştım. 

A: Vay, çok uzun zaman önce. Bazı insanlar yıllardır aynı şeyi yaptığını iddia ediyor. Bence durum bu değil ve aynı şeyi yapabilir. Kendini tekrarlayabilir. Onun Beyaz Küp solo şovunu gördüm. Fallokrasi ile sorunları var. Ben kendi ülkemin fallokrasisinin bir kurbanıyım. Eserlerini seviyorum. Feminist yaklaşımdan geliyorum. Ve onu oldukça feminist buluyorum. Benim feminizmim ve senin feminizmin uymayabilir diyor. Feminist olmak ve sanat Dünyasında feminist birini bulmak hakkında sizin görüşünüz ne?

E: Pekala bence Sarah’nın feminizmi oldukça hafif çünkü eserleri ile pek çok başka şey de yapıyor. 

A: Bir aktivist gibi değil. Çok daha derin.

E: Hayır sanırım bu avantaj hakkında Venedik’te basına konuşmuştu. Hem İngiltere’de hem de dünyada kadınların durumu hakkında katılmayacağı çok şey olduğunu söylemişti. Kızgınlıktan bir kariyer yapmak istemediğine ve sağlığınız için iyi olmayacağına karar verdiğini söylemişti. Her zaman istediğini yapmıştır. Fazlasıyla bir bireydir. Her şeyi kendince yapıyor. Bazı feministler onun eserlerine karşı çıkabilir. Ancak eserlerin etrafında gelişen oldukça hoş şeyler var… Örneğin kendi arkadaşlarını kadın karakterleri canlandırmak için kullanırdı ve onları ilham perileri olarak adlandırırdı. Hem kadın arkadaşlığının öneminin teyidi hem de rol dağılımlarını yaparken bu ilişkinin samimiliği var.  Aynı zamanda ilham perisi fikri…bu kadın ilham perisinden, modelden, metresten, vb. ilham alan erkek sanatçı mirası  ile bilinçli olarak oynuyor. Bunu arkadaş olan kadınlar arasında sevecen bir şeye dönüştürdü. İyi, kalıcı arkadaşlar. Bence sergide olmaktan dolayı gururlanacaklardır.

A: Konsept çok hoştu, tazeleyiciydi. Tükenmiştim, kaygılanıyordum. “Bunu görmeliyim, görmeliyim” diye sayıklıyordum. Sonra müzik başladı. Bana hissettirdiği şey, “Bir içkiye ihtiyacım var” idi. Çok iyiydi, tadını çıkardım.

E: Pavilionun resmi açılışını tam olarak böyle kutlamak istemişti; konuşmalar, kurdele kesmeler ya da hiçbir şey olmadan. Muhteşem bir müzik patlaması: kadın punk müzisyenlerinin bunu kendileri için yapan muhteşem rol modelleri.

A: British Council modeli hakkında konuştunuz ve ben de bu alanda eski bir gazeteciyim.  Türk sanat dünyasını adapte etmekten bahsediyoruz, ancak bu çok zor. Türkiye’nin paviliondaki kataloğunda sansüre uğradık çünkü suikasta uğrayan gazetecinin eşi tarafından Türk pavilion kataloğu için kaleme alınan bir yazı vardı. Bu yüzden kataloğu dağıtmadılar. Sanatta Britanya modeli şart. Bu açıklık, dikkatler üzerinizdeyken çok riskli. Sanat eseri üretmek çok zor. Sorumun ne olduğunu bilmiyorum. Sadece paylaşmak istedim. 

Bunun dışında söyleşilerinizden birinde “En sağlıklı durum, iyi bir kamu sektörünün yanı sıra iddialı bir galeriye sahip olduğunuzda ortaya çıkar. Bu yüzden Londra bu kadar muhteşem bir şehir olmaya devam ediyor” demişsiniz.

E: Bunu ne zaman söylemişim?

A: 4 yıl önce, Telegraph’ta.

E: Ah evet biliyorum. Kamudan özel sektöre geçiş hakkında.


A: Bu muhteşem bir formül. Kamu sektörüne ve iddialı galerilere sahipsiniz. Emma, kamu sektörünüz ve iddialı galerileriniz olmasaydı ancak çok güçlü bir özel sektöre sahip olsaydınız ne olurdu? Çünkü Türkiye’de tüm galeriler kapatılıyor.


 

E: Her şeyin değişim hâlinde olduğunu düşünüyorum. Olay bu. Olayların olduğundan daha hızlı gerçekleşmesini sağlayamazsınız. Her şey kendi hızında değişmelidir. Londra’nın minicik, küçücük bir sanat dünyası olduğu zamanları hatırlıyorum.

A: Ne zamandı?

E: 1970’ler ve 1980’ler. Demek istediğim tabii ki Londra bir dünya kentiydi. Şimdi ile karşılaştırıldığında hayal edilemezdi. Çalışma hayatım boyunca her şey çarpıcı bir şekilde değişti. Gerçekten kapıda sizi bekleyenin ne olduğunu bilemezsiniz. Farklı ekonomik şartların bazen nasıl beklenmedik sonuçlara nasıl neden olabileceği ilginçtir. Örneğin 1990’larda Londra’da çok kötü bir ekonomik durgunluk yaşadık ve bu gayrimenkul fiyatlarının düşmesi anlamına geliyordu. Ancak bu sanatçıların şehirde kolayca çalışabileceği anlamına da geliyordu. Bu Shoreditch’in göbeğinde kirada oturabilen Sarah Lucas gibi, Damien Hirst gibi, Tracey Emin gibi genç sanatçılar için bir nevi fertilizasyondu. O günlerde tamamen bir hiçti, kimse oraya gitmezdi. Söylemek istediğim, bazı şeyleri planlayamazsınız. Gerçekten önemli olan sanatçılarınızın olmasıdır. Sanatçılar vardır ve iyi sanat okulları vardır. İnsanların eğitime erişimi vardır. Sanatçılar bir yolunu bulacaktır. 

A: “Paran varsa ABD’de programlama yapabilir ve Avrupa’nın modernliğini New York’a ihraç edebilirsiniz” klişesine katılmıyor musunuz? Şu anda Çin aynısını yapıyor. Arap Dünyası diaspora benzeri bir kültür yaratmaya çalışıyor. Kadın hakları yok ancak sanat eserleri ve müzeler ihraç ediyorlar. Bu sanat dünyası tarafından tartışılan oldukça hararetli bir konu. Hito Steyerl, “İnsan haklarına önem vermeyen bir devletiniz varsa vakit kaybetmeden bir Guggenheim inşa edebilirsiniz,” diyor.    

E: Bunlar da alternatifler. Örneğin dijitaliniz var, performans sanatınız var. Performansın yeniden ortaya çıkışı da piyasanın yönlendirdiği sahneye alternatif arayan sanatçılar için bir başka yol. Büyük müzelere, büyük nesnelere, pahalı sanata yapılan yatırım…Bunu anlamıyorum.

A: Sizinle konuşunca daha iyimser oldum.

E: Her zaman yapılacak bir sürü şey, kaydedilecek ilerlemeler vardır.

A: Sanat fuarları konusunda da iyimsersiniz. Herkes bundan şikâyet ediyor. 

Daha fazla yazı yok
2024-04-29 08:35:08