A password will be e-mailed to you.

Ayşegül Yaraman’ın İstanbul Belediye Başkanı seçimleri adaylarının canlı yayın monoloğu hakkında  notlarını paylaşıyoruz:

Soru-cevaplı canlı yayın ne iki adayın daha çok tanınmasını, ne İstanbul’un sorunlardan müteşekkil “çile”sinin  örgüye çevrilmek şöyle dursun; yumak topu halinde sunulmasını dahi olanaklı kılmamıştır… (Siyasal yorumlar erkek alanı olduğuna hükmedilen futbol teşbihiyle yapılıyor yaygınlıkla. Yün örgüsü benzetmem buna naziredir.)

Birçok fragmanını gördüğümüz filmin tamamının aslında fragmanların kolajından ibaret olduğunu sıkılarak izledik..

Özellikle İmamoğlu’nun söylevi (içkisiz sosyal tesis, harem-selamlık havuz kullanımı “reklamı”, “o kadar kusur imam oğlunda da olur” veya ” karşı kutuptan oy almak da gerekli canım” gibi sebep bulmalara maruz bıraksa da) kemik CHP oy verenlerini konsolide etmiştir. Yıldırım’ın, dahil olduğu siyasal çevrenin  hâlâ elde edemediği sosyal ve kültürel sermaye yoksulluğuna rağmen Cumhurbaşkanı’ndan örnek aldığı üstten dil ve kibir ile hiç de paralel olmayan vücut dili ve konuşma üslubu ise, muhtemelen kendi itaatkar oyverenini dahi birçok açıdan tatmin etmemiştir. ( Bu halet-i ruhiyenin adını koyamasalar dahi)

Aslnda üç kişilik olmayan bu gösterinin vesile olduklarına masa dışındaki gruplardan başlamak istiyorum. Haber kanallarının bir çoğunda gazeteci, araştırmacı ve öğretim üyeleri açık oturumu hep birlikte izlemişler; gerek öncesi gerek sonrasındaki beyanatlardan/yorumlardan benim tek hissettiğim, iyi ki bu kişiler aday değil sevinci olmuştur:

Gazeteciler, kadına şiddetin her türlüsüyle zan altında olup, yandaşı medya tarafından bu eyleminin vaktiyle üstü örtülmüş İsmail Küçükkaya‘nın moderatörlüğü üzerinden haset ve bağlı eleştirilerini yürütmüşlerdir; tabii ki benim ortaya koyduğum bu defoya değinmeksizin; zira o durum vak’a-yı adiyedir. Küçükkaya’yı moderatörlüğe uygun görmeyen kanalların tek istisnası Küçükkaya ile pek tabii ki kendini özdeşleştiren Fox ekibidir. Küçükkaya’ya eleştiriyi makulleştirmek ise; kendisi defalarca kadınlığım üzerinden değil, mesleğimle değerlendirilmek istiyorum dediği halde, kadın moderatör örneği olarak Didem Arslan’ın nasıl farklı ve haklı olabileceği üzerinden yapılmıştır. Bu hayıflanmayı, neden ben değil diyemedikleri için yapan kurt erkek gazetecilerin; mülakatın (üçlü toplantıya başka bir ad veremiyorum) yorumu için oluşturdukları masalarda kadınlara verdikleri “yer”in vitrin süsünü aşamaması cinsiyetçi ikiyüzlülüğün net görüntüsüdür.

Kamuoyu açısından ise laikçi, ulusalcı kesimin Küçükkaya’ya toz kondurmazken adı açıklandıktan sonraki kıyameti koparması beni çok şaşırtmıştır. Doğrunun bir vesileyle anlaşılması iyidir, o başka. Tabii toplantı bittikten sonra eski Küçükkaya yandaşlığına geri dönen kesim de az sayıda değildir. Tüm “suçlamalar” ve yukarıda dile getirdiğim şiddet karnesi, nasıl olduğunu keşfedemediğim bir hızla temize çekilmeye başlanmıştır.

Öğretim üyelerinin bazıları da aynı kolaycılığa, belki Didem Arslan‘ın daimi konuğu olma “kaçırılmaz fırsatı” ihtimalini sevdiklerinden dolayı düşmüş ve kadın temsilini; neden iki adaydan biri kadın değil sorusunu akıllarına bile getirmeden kadının figüran rolüyle sınırlamanın ötesine geçememişlerdir.

Ayrıca hatırlatmak isterim: Didem  Arslan  iki lideri birlikte konuk etme fikrini ilk dile getirendir ama İmamoğlu seçim propagandası sürecinin başından itibaren  zaten bu talebi defalarca dillendirmiştir. Konuyu ortaya atan asla Didem Arslan değildir.

Binali Yıldırım detayına vakıf olduğum bir siyasal figür değil; dolayısıyla dün akşam ilk kez kendisini bu kadar uzun izledim. Bu yüzden; isteksiz, motivasyonsuz ve heyecansız tavrının bir tarz olup olmadığını bilemem. Başka bir deyişle, bu bence bezgin üslubun, hayata karşı mı yoksa İstanbul Beldiye Başkanlığı görevine karşı mı olduğunu anlamam zor. Her iki halde de cazip değil. Ancak, motive, hırslı, heyecanlı, özellikle diline ve sözcüklerine, en gergin olduğu anda dahi hakim rakibi karşısında yukarıda zikrettiğim özellikleri iyice olumsuz bir kanaat uyandırıyor.

Bu noktada ekranlardaki yorumcuların İmamoğlu’nun sinirlenmesini ummak tahminini de anlamadığımı eklemek isterim. Ahmet Hakan karşısındaki sebatını unutmayalım. Ordu valisi meselesi ise, grup içinde ve anne yanında olmanın getirdiği bir “gaza gelme”dir, içeriği ne olursa olsun.  Kendisinin kişiliğinden gelen veyahut strateji icabı öğrenilmiş izlenimi veren coşkulu ama parlamayan davranış örnekleri daha yaygındır; münazara talebi hep ondan gelmiştir ve bu yüzden ben kendisinin sinirlenmesini ve hatta ilk bölümde olduğu üzere aşırı gerilmesini hiç beklemedim. Reklam metinlerini bile tutuk okuyan Yıldırım’ın ise devletle özdeşleşmiş, istihza içeren, küçük gören ama aklna bir türlü söyleyeceğini getiremiyormuş izlenimi veren hali, kendisi hakkındaki üstünkörü önyargıma denk düştü. Hızlı ve heyecanlı ile ağır ve durgun. Ulaşmak için yırtınan ile atanan. Koşarak konuşan ile antraktlı konuşan. Sırıtan ile müstehzi. Genç ile yaşlı. Bilgilen(diril)miş ile bilmeye gerek görmemiş. Yükselme ile tenzil-i rütbe…

İki birbirinin içinde saptamamı, kısmen tekrarlamak pahasına, yinelemek isterim. Yıldırım ve ait olduğu siyasal kadronun ukala, ezen dili (ki bu durum Tayyip Erdoğan‘ın herkese “sen” diye hitap etmesiyle kısmen normalleşmiştir bile) otoritaryen kişilik yapılarının yaygın olduğu toplumlarda fazla yadırganmamaktadır. Bu ezen dil, samimiyet olarak dahi algılanabilmektedir ki sosyolojik olarak geleneksel-kırsal üslupla da ilintilidir. Mülakat sırasında Yıldırım’ın laf kesmesi,özellikle  yalancılıkla suçlarken kullandığı azarlama dili bu üstenci üslubun örnekleridir. (Fuat Keyman bu üsluba siyaset biliminde “kibir” denir diye yorum yaptı ama, kibir günlük kullanımda da aynı manadadır; bunu bir bilim dalının kavramı olarak nitelemek de bir başka kibir dili örneğidir.)

Yıldırım’ın, AKP sözcüleri, sorumluları sayesinde kanıksanan ve hatta sevilen bu “babacan” (!) üstten dili; Ekrem İmamoğlu‘nun son derece içselleştirdiği mesafeli ama eşitlikçi ve ayrımcılıktan arındırılmış dili karşısında fevkalade demode kaldı. Bir adayın kendisi için oy beklediği seçimlere bir hafta kala, laubali bir üslupla, güya karşısındakini ezmek adına bir meslek grubunu (işletmecileri) aşalayacak fütursuzlukta bir beyanatının siyasal propaganda ile ilintilendirilmesi mümkün değildir. Siyasal iletişim açısından da insanlık açısından da bu gaftır, hakarettir. Hele ki ait olduğu partinin ülke ekonomisini yöneten “damadı” da rakiple aynı okuldan mezun bir işletmeciyse. Şekil şartlarının içerikten önemli olduğu yayında hazır cevap İmamoğlu da moderatör de (zaten hiç fikri takip yahut adayların söyledikleriyle ilgili fikir yürütme ve konuyu açma gayret ve hedefinde değildi.) bu hakarete cevap yetiştiremediler. İzmir’de en çok oy alan AKP adayının kendisinin iddia ettiği üzere Binali Yıldırım olmadığını (bilgi yetersizliği veya format nedeniyle) söyleyen de olmadı zaten. Monologdan kastım bu tarzdır.

Günlerdir açıkça hazırlanan bir senaryo dahilinde yürüyen mülakatta en zor görev, yine de bence, gelen yorumları canlı yayına katmayı bile başararak sürdüren moderatör İsmail Küçükkaya’ya aitti. Ve kendisi yine bence bu “oyunun” net kuralları içindeki en başarılı aktördü. Kendisine hiç sempati beslememiş biri olarak, bir başkasının bu “görevi”, bu ahval ve şeraitte daha iyi yapabileceğini hiç düşünmüyorum. Partiler ve adayları ise çapları kadar, aynı sistemin parçaları olarak fena denemeyecek (gerçekçi olup imkansızı hayal etmediğimiz taktirde) bir belgesel bırakmışlardır.

En başarısız bulduklarıma gelince; elinde çanta program program gezen öğretim üyesi meslektaşlarımın sığlığı, hep aynı “hiçbir şey”i söylemeleri; siyasal iletişimcilerin  klişelerin ötesinde derinlik getirememeleri; televizyoncuların kıskançlıklarını aşamayan sıradan yorumlarıdır.

Mülakatın galibi “kafa tutmakta olduğumuz” ABD kökenli yayın kuruluşu Fox Tv ve sözde demokrasi belagatıdır.

Son not: “hayati” yayına geç gelen eski başbakan ve Meclis Başkanı Yıldırım’ın kasıtla yapılamayacağını düşündüğüm  bu davranışını hâlâ anlamış değilim. Müslüman mahalesinde salyangoz satma misali, yaklaşık 30 yıldır derse geç kaldığı için sınıfa almadığım öğrencilerimden utandım.

 

İLGİLİ HABERLER

 İzmir’de İki Sergi ve Hatırlattıkları

Modern imtiyazdan* postmodern mutenalaşmaya Teşvikiye

Daha fazla yazı yok
2024-05-03 21:11:32