A password will be e-mailed to you.

…Bataille kötülüğü bir antagonizma gibi dilin içinde konumlandırmaz, burada da yine antagonizmanın bizzat kendisi oluverir ve her şey bir kaynak gibi oradan türer. Bataille’ın edebi eserleri, yaşamına sıkça başvursa da, doğrudan otobiyografik değildir. Ancak Bataille çok çeşitlidir…

Georges Bataille’ın Fransız ve dünya edebiyatına getirdiği kışkırtıcı histerik dilinin önemini zaman geçtikçe yeniden keşfediyoruz. Kötülük diyagramı üzerine kurulu ve bana göre kesinlikle diyalektik olandan yoksun hatta karşı olarak işlenen, sürekli bir terk ediliş ve bir bırakılış üzerine kurulu bir dile sahiptir. Bir şeyin karşıtlığı değildir Bataille’ın dili; şeyin her zaman kendisidir. Doğrusu onun dili, bir diyalektik olarak karşıt bir konum almaz asli olanın yerine geçer ve o şeyin kendisi olur. Hatta şunu çok rahat bir şekilde diyebiliriz ki, her şey onun diline karşıt bir konum alır.

Bataille’ın dili kendisine özgü ve benzeri olmayan bir normdur. Nietzsche, Heidegger, Sade, Hegel gibi düşünürlerden etkilenerek huzursuzluğun erdemini ortaya sermeye çalışmış ve kötülüğü edebiyatın bir uzuvu haline getirmiştir. Özellikle Blanchot ile birlikte Nietzsche’nin Fransa’da tanınmasına ve okunmasına ön ayak olmuşlardır. Bataille kötülüğü bir antagonizma gibi dilin içinde konumlandırmaz, burada da yine antagonizmanın bizzat kendisi oluverir ve her şey bir kaynak gibi oradan türer. Bataille’ın edebi eserleri, yaşamına sıkça başvursa da, doğrudan otobiyografik değildir. Ancak Bataille çok çeşitlidir. Denemeler, öyküler, şiirler, romanlar yazmıştır. Eserlerinde imkânsızın tezahürünün daha net hale geldiğini belirterek; acı, ölüm, zevk gibi nosyonların sınırlarına yaklaşmakla ilgilenir.

1928 yılında ilk baskısı gerçekleşen “Gözün Hikâyesi”nin neredeyse üzerinden bir asır geçmesine rağmen bugün hala ilk günkü gibi etkisinin sürdüğüne şahit oluyoruz. Birçoğuna göre bu kitap dönemi gereği 20. yüzyılın en skandal eserlerinden birisi olarak görülür. Kimilerine göre ise avangardist bir tutumla büyük bir yıkım ve kırılma yaratmakla birlikte, yenilik adına da bir milattır. Kitabın içinde Susan Sontag’ın “Pornografik İmgelem” ile Roland Barthes’ın “Göz Metaforu” başlıklı önsözleri bulunmaktadır. Her iki yazarın Bataille ve kitap hakkındaki görüşleri okuyucuya farklı bir bakış açısı sunuyor. Ben de bu iki yazarın farklı ve etkileyici görüşlerinden yola çıkarak, “kayıt dışı metinler” serisi kapsamında Gözün Hikâyesi kitabına “üçüncü bir önsöz” yazmak istedim. Bataille’ı ve kitabını kendi yorumsamam doğrultusunda ele almak istedim. (Gözün Hikâyesi kitabı Berna Serveryan’ın Fransızcadan çevirisiyle 2014 yılında dördüncü baskı olarak Chiviyazıları Yayınları tarafından yayımlanmıştır.)

ÖNSÖZ

Yanılgının Şeffaflığı

Bataille’ın metinleri dilin kendisini aşmaya çalışır ve dilin kaçınılmaz yetersizliğini tanımlamak için sürekli olarak dili kullanmanın ironisine dikkat çeker. Bataille, kendisi gibi ölüm takıntısı içinde yaşamamızı, ama aynı zamanda ölüm karşısında neşe içinde yaşamamızı tavsiye ediyor ve bunun en ünlü formüllerinden biri olan erotizmi “ölümde bile yaşamın onayı” olarak görüyor. Ölüm korkusu bizi rahatsız ediyor, belki de cinsellik bizi bir anlığına ondan kaçmaya itiyor. Bu, özellikle ölümün hafife alınabileceği anlamına gelir. Belki de Bataille bize tersten şunu diyor: “Bir insanın eğer iyi bir yaşamı yoksa iyi bir ölümü de olmasın” ve hepimizin korkarak kaçmaya çalıştığı ebedi yanılgımızı dürüstçe dile getiriyor. Edebiyatı da bunun bir mirasçı yaparak, labirentin içinde gezinen metinlerini hümanist bir idea için kesinlikle üretmedi ve hatta bilinçli bir şekilde insanın ve edebiyatın sınırlarını zorladı. Bataille, bu bağlamda pazılın hep bir parça eksik ya da fazlasının karşılığı oldu.

Bataille, konunun hiçbir zaman yalnızca kendisine itaat etmediğini, ancak konuyu, kendisine uygulandığında bile ihlal, kötülük, sınır aşma, suçluluk gerektirdiğini düşünerek yorumlar. Bu, onun kendinden geçmiş mülksüzleştirme, erotik hezeyan, gözyaşları, devrimci patlamalar, işkence veya ölüm şeklinde kayıtsızlıkla kavradığı egemen anların baş dönmesine dönüşür. Kendini kuran öznenin sınırının bir tür taşmasından kaynaklanan tüm bu sınırlayıcı anlar, öznellik anı için gerekli olan bir tür antagonizmaya tanıklık eder. Bataille’deki konunun parçalanma dışında asla deneyimlenmediğini bilemiyorsak, egemenlik çağrılarına kesinlik olmadan nasıl isyan ettiğini de anlayamayız.

Onu insan olarak tanımlayan iletişim gerekliliğini tam da bu şekilde karşılıyor. Sadece parçalandığımızda insanız. Kendi kendine yeten bir varlık, yırtılmadan kendi içine kapanmaz, iletişim kuramaz. O yüzdendir ki Bataille özne olmayı reddeder ve modernite ile amansız bir çatışma halindedir. Çünkü ona göre batı metafiziğindeki ikilikler (diyalektik düşünce) tarih boyunca birçok zemin üzerinde düşünce olanakları bulmuştur ve bu durum; insanın kendisiyle kuracağı derin içkin ve egemen öznelliğini her zaman kapatmıştır.

Bataille, içkin kapanmayı dışsal olana başvurmadan, yani aşkın olan tarafından kapatılmış içkin durumu tekrardan aşkınlaşarak açamayacağımızı ve asla en başa geri dönemeyeceğimizi çok radikal bir şekilde vurgular. Ve bu iç kapanmaya temas etmemiz gerektiğinin önemine değinir. Ancak bu iç teması sağlarken de dışa bağlı kalmadan ve dışa açılmadan deneysel bir yolla kendi içimizde mücadele ederek, bu yolla sınır aşmamızın ve ihlal etmemizin gerekliliğinde ısrar eder. Kendisini metinle ilişkilenme noktasında “aşkın bir özne” olmaktan çıkarma peşindedir. (Bataille bu noktada Althusser’e yakın durmaktadır.) Kendi söyleminin ya da dilinin öznesi olmak istemez, içsel aktarımın deneysel bir parçası olmak ister sadece. Aktarımın akışı içinde görünmeden, fark edilmeden erimek ister. Bana göre Bataille’ın önemi de burada yatmaktadır. Aktarımın içinde olduğunun bilinmesine rağmen, dilin içinde tespit edilememesidir.

Şeffaf yanılgıları bize en çarpıcı ve yalın bir şekilde anlatan Bataille, bedeni bir iletişim aracı olarak ortaya koyar. Bir düşünce biçimi olarak bedeni kabul etmez, aksine bir düşünce biçiminin aktarım aracı –yani devamı- olarak görür. Çünkü ona göre beden, iletişimin kesintisiz aktarımı için parçalanmak zorundadır. Simone karakteri, iletişimin aktarımı için bir tür parçalanma nesnesidir. Bir başka deyişle Simone, bedenin ve cinselliğin bir tür aktarım ve iletişim öbeğidir. Erotizm, bütünlüklü olmanın sonucu değil; parçalanmanın ve ayrışmanın hazzıdır. Organların yer değişiminin bağımsızlığıdır. Organizmanın sekteye uğradığı, sistemin işlevsiz kaldığı yegâne alandır.

Bataille bizlere erotik fantazmalar yaratmaz. Yaşamın tahribatını erotizm üzerinden aktarır. Don Juan Kilisesi’ndeki papazın haz ve acı içindeki uluyuşu, papazın bedeninin İsa’dan, teolojiden ve kiliseden ayrıştığı ve parçalandığı anın en güzel resmidir. Bir anlamda aşkın düşüncenin; bedenin bir tür ayrışmasının kopuşudur. Bilindiği üzere modernite, bireyi aşkın ve ahlaki saiklerle kontrol altına alarak, bütünlüklü öncelemesini tasarlar. Bütünlük, batı metafiziğindeki bedenin, bireyselleşme ve özgürlük hiyerarşisi içindeki özneleşme sürecidir. Bundan dolayıdır ki Bataille, postmodern düşünürler için her zaman önemli görülmüştür.

Bataille bir anlamda yanılgının muğlak ve karamsar tarafını bize en şeffaf bir şekilde anlatmaya çalışırken; bir yandan da yanlışın şeffaflığı karşısına yanılgıyı bir diyalektik olarak konumlandırmaz. Yanlışın bizzat yerine yanılgıyı koyar. Yanılgının şeffaflığı modernitenin acımasız bir serüvenidir. Marcelle’in kendisini astığı dolabın manzarası bir yanlışın sonucu olarak ortaya çıkmaz, bir yanılgının başlangıcı olarak belirir. Cesedin yanı başında Simone’un seviştiği belirsiz kişi, olayları anlatan esas kitabın başkarakteri –yani kitabın anlatıcısı- bizim şeffaf yanılgımızdır. (Unutulmamalıdır ki Auschwitz” de olabildiğince şeffaftı ve bu şeffaflık ilerlemeci aklın sonucuydu. Kampların şeffaflığını sağlayan şey, etrafına örülü yüksek duvarların iç tarafını göstermemesiydi. Duvar, Nazi düşüncesinin şeffaflığını temsil ediyordu. Auschwitz bir yanlışın değil, büyük bir yanılgının sonucuydu.)

Bataille kitabı bizim yanılgımızla bizlere anlatır ta en başından beri. Ve Simone ile ilk cinsel birleşimini cesedin yanı başında yapar. Bu durumdan çok fazla rahatsız olur, acı duyar. Ama bu durum acı verdiği için de hoşuna gider. Acı ölen kişiyi bir natürmorta çevirir. Ve onlara o an yabancılaşma hissi yaşatır. Obje ile yaşanılan cinsel bağ, acımasız bir serüvendir. Ölüm olabildiğince şeffaftır ve şeffaflık yabancılaşmanın sonucudur. Dolabın şeffaflığını sağlayan şey, etrafını kapatan –içinin görünmesine engel olan- ahşap parçalardır. Dolap, ölümün şeffaflığını temsil eder. Şeffaflık, yanılgımızın her zaman dolabın içini görme ve bilme isteğinin ikilemde kalan muammasıdır. Çünkü dolap, görmenin yanlış serimini oluşturur.

Dolabın dışında kalanlar için dolabın içi bir tür dirimsel olgudur. O dirimsel olguya kavuşmak ve onun yerine geçmek isteyen yanılgının arzusudur. Şeffaflık dirimselliği doğruluyor. Ölüm ne kadar şeffaf ise o kadar dirimseldir. İşte bu noktada Bataille yanlışın olağan ahlaki suniliği yerine, moderniteye hapsolmuş dirimsel yanılgımızın şeffaflığını, söylemleriyle yerine koymaya çalışıyor. Bunu yaparken de aşkın olanı fundamental bir iç görüyle, bir iç deneyle gürültülü bir şekilde yıkarak yerinden ediyor. Bataille’da doğru olan, karmaşık ve muamma değildir. Doğru olan, kötülük ve karamsarlık gibi belirgin bir şekilde net ve keskindir. “İnsan ölmek için dünyaya gelmez; dünyaya geldiği için ölür” söylemi kadar keskindir.

Bilindiği gibi dünyadaki bütün aşkın teolojik paradigmaların temeli bunun tersi üzerine kuruludur. Yani insan ahirete kavuşmak için dünyaya gelir. İşte bundan dolayıdır ki Bataille hiçbir zaman geleneksel bilgi ve söylemle yetinmemiştir. Niteliksel olarak kozmik muammayı kavramamızın zorluğuna dikkat çekmiştir. Ve daha çok bu geleneksel bilgileri reddederek ve koşullarını da zorlayarak sınır aşma arzusuyla hareket etmiştir. Bataille dışardaki dünyanın aşkın olan ahlaki normlarını kabul etmeyerek, her zaman kendi ahlakının içkin normu olmuştur. Çünkü Bataille’deki ontoloji kesintisiz bir biçimde içkindir ve sınır aşma, ihlal etme üzerine kuruludur.

Son olarak şunu diyebilirim ki Blanchot’da edindiğim paradoksun aynısı Bataille için de geçerli. O paradoks da şöyle ki: “Eğer herhangi birisi bana Bataille ile ilgili bir soru yöneltmezse, açıkçası Bataille’ın ne olduğunu her zaman bileceğim; ama eğer biri bana onunla ilgili bir soru sorar da ben açıklamaya kalkışırsam, işte o zaman Bataille’ın ne olduğunu hiçbir zaman bilemeyeceğim.”

 

İLGİLİ HABERLER

ANTONIN ARTAUD ile kayıt dışı metinler: Yaşayan Mumya

Maurice Blanchot ile kayıt dışı metinler: Ölüm Ânım

Daha fazla yazı yok
2024-04-28 10:55:14