Allah, Vatan, Soy, Millet, Mukaddesat; Türk Milliyetçiler Derneği (1951-1953)

Bu hafta birbirinden değerli kitaplar yayımlandı. Bu kitaplardan ilki, Murat Kılıç tarafından yazılan ‘Allah, Vatan, Soy, Millet, Mukaddesat: Türk Milliyetçiler Derneği (1951-1953)’ adlı çalışması. İletişim Yayınları’ndan yayımlanan kitabın ana konusu Türk Milliyetçiliği’nin oluşum aşamaları. Türkiye’de milliyetçiliğin temeli Cumhuriyetin kuruluşuna kadar uzanan bir süreçtir. O dönem alınan kararlar, özellikle 1924 Anayasası’nın Türklük esasına göre tanzim edilmiş olması ile Cumhuriyet’in kuruluşu bu felsefe ile şekillendi ve Lozan sonrası önemli bir kesimden destekçi (Kürtler hariç) bulmasını sağladı. 1930’larda siyasi, hukuki ve askeri uygulamalar Türk Milliyetçiliği’nin temelini oluşturarak 1950’deki Demokrat Parti iktidarına kadar uzandı ve hükümete “kaynaşmış” bir tek parti dönemi toplumunu sundu. Buradan hareketle, Demokrat Parti döneminde Türk Milliyetçiliği her alanda daha hissedilir olmaya başladı. Mesela Kıbrıs meselesi ya da 6-7 Eylül 1955 olayları diyebiliriz. 1950’den 1980’lerin ortasına kadar demokrasi söylemi altında çalkantılı, koalisyonlu, darbeli, idamlı, hapisli yıllar yaşandı. 1980’lerden sonra hızla, klişe deyimle küreselleşen dünyada etnik ve kimlik siyaseti daha görünür olmaya başladı. Etnik ve kimlik siyasetinin iletişim araçlarının da gelişmesi ile kendini görüşünü daha rahat ifade etme imkanına sahip olmaya başladı. Batı’da kimlik siyaseti daha yumuşak bir şekilde geçiş yaparken, kapalı toplumlarda kimlik siyaseti bir taraftan da egemen kimliğin itirazı ve sert tepkileriyle sonuçlandı. Şiddetli baskıları da diyebiliriz. İletişim kaynaklarına kolay ulaşım ile beraber Türkiye gibi içe kapalı ülkelerin araştırmacıları yavaş yavaş alternatif tarihi inşa etmeye başlayarak, Cumhuriyet tarihinin hakikatlerini arşiv ve belgelere dayandırdılar. Böylece yıllarca bir odaya kilitlenen bilgiler, dönemin de etkisiyle bir anda su yüzüne çıkmış oldu. Haliyle de toplumun çoğunluğu ortaya çıkan sarsıcı belge ve bilgiler kabullenmek istemedi. İşte bu kitap da 1951-1953 dönemine detaylı bir şekilde dönerek, milliyetçi ve muhafazakar söylemin inşasına odaklanıyor ve onların düşüncelerini, dünyayı nasıl değerlendirdiklerini anlatıyor. 1951-1953 dönemi arasında, Milliyetçiler Derneği her türlü milliyetçi fraksiyonu bir araya topluyor. Özellikle, Türkçüleri, Anadolucuları ve çeşitli muhazakar grupları bir platformda bir araya getiriyorlar. Mesela Nihal Atsız, Nurettin Topçu, Nur Talebelerinin ağabeylerinden Bekir Berk, hamasi şair Arif Nihat Asya, Remzi Oğuz Arık, DP milletvekilleri ve daha nice milliyetçi ve muhafazakarlar… Bu isimlerin ve destekleyenlerin kesişim noktası , Kemalist tek parti yönetimi ile hesaplaşarak, komünizme karşı da direniş göstermekti. Nihai hedefleri ise, resmi ideoloji olarak milliyetçiliği baz alarak etno-kültürel bir temelde muhafazakar bir ülke yaratma hayaliydi. Bu dernek, komünizmi düşman belleyerek, şovenizmin yayılmasını, ajitatifleşitirilmesini ve popülerleştirilmesinde mihenk taşı oldu. Bu milliyetçi-muhafazakar birlikteliğe geniş ve detaylı bir perspektiften bakmak isteyenler için önemli bir çalışma. Hatta günümüz Türkiyesi’nin artan milliyetçiliğinin kaynağını keşfetmek, meraklısı için önemli bir kazanım olacaktır diye düşünüyorum.

 

Bu Bir İsyan Şarkısı Değil, Lazlar, Kimlik, Müzik

 Haftanın ilginç kitaplarından biri Nilüfer Taşkın’ın yüksek lisans tezi olan ‘Bu Bir İsyan Şarkısı Değil: Lazlar, Kimlik, Müzik’ çalışması. İletişim Yayınları’ndan yayımlanan bu kitap, Laz kimliğini, müziğini, ekonomisini kapsamlı bir şekilde anlatıyor. Kürtlerle ilgili olağanüstü bir durum gerçekleşince, seçilmişlerin, devlet görevlilerinin ve genelde toplumun çoğunluğunun ağzından klasikleşmiş şu tekerlemeyi duyabilirsiniz: “ lazıyla, kürdüyle, çerkeziyle, alevisiyle, sünnisiyle bir mozaiktir Türkiye”. Evet, aslında Türkiye gerçekten de mozaiktir, ama çok çeşitli etnik grup ve dinler bu topraklarda yaşarken kendilerini yeterince ifade edemezler, hatta çekinirler. Veya tam tersi, bu tehlikeleri görenler gönüllü olarak hakim kültürün altında asimile olurlar. Kültürleri, dilleri bir şekilde yaşamasına rağmen egemen kültür daha baskındır. Lazlar bu tekerlemedeki gibi ne siyasette ne de akademide birincil özne konumunda olmamışlardır. Kimdir bu Lazlar diye sorsak acaba kaçımız doğru cevabı verebilecektir. Kitapta anlatıldığı gibi, Lazlar, yöresel veya bölgesel olarak dillerini, müziklerini, kimliklerini Türkiye çapında çok da görünür olmasa da yaşamaya çalışıyorlar. Araştırmacı Taşkın, “müzik ağırlıklı olmak üzere kimlik teorisinden milliyetçiliğe, ekonomi politikten performans teorisine kadar uzanıp günümüzdeki laz kimliğinin genel bir çerçevesini çizerek Laz halkını biraz daha yakından tanımamıza ve anlamamıza yardımcı oluyor” diyor. Taşkın kitabında, Lazların yaşam biçimlerini geniş bir çalışmayla sunuyor. Yazar, bu çeşitliliği genç yaşta aramızdan ayrılan Kazım Koyuncu’dan, meydanda oynana horona, “Karadeniz Rock”’tan diğer müzisyenlerin etkisine kadar inceliyor. Bu çalışma sadece müzikle bitmiyor tabii ki. Kentleşme sürecinden çay tarımının tarihine, Laz aydınların üretimine kadar araştırıyor. Hatta daha da cesur bir yaklaşım sergileyerek, Lazların perspektifinden Kürt hareketine bakışı ele alırken milliyetçilik gibi yakıcı bir konuyu Türkiye’nin etnisite ve kimlik siyaseti üzerinden bizlere sunuyor. Bu kitapla, Lazların dünyasına daha kapsamlı bir şekilde girmiş, belki de zihninizde yer etmiş folklorik bakış açısını bir kenara da bırakmış olacaksınız. Lazları belki de hiç bilmediğiniz, tanımadığınızı bu kitapla fark edecek, bunda sonra etnik kimliklere daha fazla saygı duymaya başlayacaksınız.

 

Ne Yapabilirim? Geleceğe Kartpostallar

Bu hafta tanıtımı yapılacak o kadar çok kıymetli kitap var ki gönül istiyor hepsini yazmak. Bu hafta seçtiğim bir diğer kitap ise, Gündüz Vassaf’ın ‘Ne Yapabilirim? Geleceğe Kartpostallar’ı. Türkiye’nin önemli yazar ve psikologlarından biri olan Gündüz Vassaf, geçen yıllarda birçok kitabı yayımlanmış ve yaklaşık 20 yıl boyunca Radikal Gazetesi’ndeki köşesinde yazmıştı. Fakat Radikal Gazetesi kapanınca Gündüz Vassaf’ı bir süre göremez olduk. Vassaf, bence çok enteresan bir yazar. Her yerde göremezsiniz onu. Her programa çıkmaz, fazla röportaj vermez, sık sık ortalıklarda dolanan şimdiki yazarlar, aydınlar gibi değildir. Kendisiyle tanışmam ta 20 yıl önceki Radikal Gazetesi’nin çıktığı dönemlere denk gelir. Ben onun bilgili ve vicdan sahibi olmasının yanında, naif bir kişiliğe sahip olduğunu düşünürüm. Sanki bu yüzyılın değil de, 19 yüzyılın aydınlarına benzetiyorum her nedense. Kendi halinde bir aydın, belki de entelektüel? Farklı konulara temas ettiğini okumaya başladığınızda görebiliyor, anlayabiliyorsunuz. Hiç olmadık yerde ilginç bir anekdot verebiliyor mesela. Neyse bu kadar Vassafı’ı övdükten sonra, yeni kitabı “Ne Yapabilirim? Geleceğe Kartpostallar”ı kısaca anlatmaya başlayabilirim. Arka kapağındaki özeti okuduğumda “ah ne kadar Gezi’ye benziyor” dedim kendi kendime. Gezi’nin ilk günleri gibi örgüte, partiye, hatta ideolojiye bağlı olmayanlara sesleniyor. Ben böyle bir ilişki kurdum açıkçası. En önemlisi Vassaf, değişim kendimizde olduğunu unutmayarak başka yerlerde kötümserliğe, edilgenliğe kapılmadan aramamız gerektiğini söylüyor bizlere. Değişimi ertelemeyin diye uyarıyor. Okuru da ruhsal olarak çaresiz duruma düşürmemek için de, kitabın başlığındaki soruyu soruyor: “Ne Yapabilirim?” . Bu soruyu sorarken de yeni bir ahlaka davet ediyor bizleri Vassaf. Galiba yeni bir ahlakı oluşturmanın, yaratmanın zamanının geldiğini de bize yeni kitabıyla hatırlatıyor. “Düş gücünün avukatı” Gündüz Vassaf’tan barışa, özgürlüğe, haksızlıkları vurgulamaya, düşlemeye, değişime, birlikteliğe, geleceğe dair şiirsel bir kitap olduğunu altı da çiziliyor. Tüm bunların hepsini bugünkü Türkiye’den talep etmiyor muyuz zaten? Gerçekleşiyor mu? Orası da size kalmış diyelim… Eskilerden Günümüze Dair…

 

“Altın Nesil”in Peşinde: Fethullah Gülen’de Toplum, Devlet, Ahlak Otorite

Bu hafta tanıtacağım son kitap 2012 yılında İletişim Yayınları’ndan Yavuz Çobanoğlu’nun titizlikle hazırladığı araştırması “Altın Nesil”in Peşinde: Fethullah Gülen’de Toplum, Devlet, Ahlak Otorite adlı çalışması olacak. 15 Temmuz’da başarısız olan darbe süreciyle beraber Fethullah Gülen, geniş kesimlerce artık Türkiye’de istenmeyen insan olarak ilan edilmeye başlandı. Aslında bu süreç 17/25 Aralık 2013 tarihli operasyonlarla doruk noktasına ulaşmıştı. İki İslami kanat karşı karşıya gelmiş, iktidar gücüne sahip olanlar Gülen hareketine mensup kişi ve kuruluşları bir bir tasfiye etmeye başlamıştı. Araları açılan ve yıllardır devletin kritik kademlerinde gizlice mevzilendiği söylenen Cemaat üyelerinin, en son TSK’nın içine sızarak 15 Temmuz’daki başarısız darbeyi gerçekleştirdikleri söylendi. Son gelişmelerden Cemaatin darbenin içinde aktif bir rol oynadığı az çok da belli oldu. Tabii ki burada farklı farklı sorular sorulacaktır. Mesela darbeye teşebbüs edenlerin tümü Gülen hareketinden miydi? Neden darbe yapmak istediler? Neden bu kadar fazla general ve amiral karıştı? Belki bu tip soruları ilerleyen günlerde, aylarda daha net öğrenebileceğiz. Yargılama aşamasında daha açık ve net ifadelerle karşılaşabilir, darbenin farklı yönlerini görebiliriz. Bu yüzden masumiyet karinesini de akıldan çıkarmadan sonuna kadar demokrasiyi savunup, sonuçlarını beklemeliyiz. Fakat geçmişteki darbelere bakarak da şunu söyleyebiliriz ki, karanlık kalacak taraflarının olması da muhtemeldir diyebiliriz. Aslında konuyu uzatmamın sebebi, günümüzün politik ortamının güncelliği ve gerçekliğinin tespitini yaptıktan sonra Gülen Hizmeti’nin bu noktalara nasıl geldiği sorusuna ön hazırlık yapmak istememdir. Bu hafta tanıtacağım “Altın Nesil”in Peşinde kitabı tam da bu sorunun cevabını veriyor. Yavuz Çobanoğlu’nun titizlikle yaptığı araştırması sonucunda, Fethullah Gülen’i bize tüm ayrıntılarıyla sunuyor. Bilindiği gibi, Gülen 1990’lardan itibaren popülerleşen, siyasilerle beraber iç içe bir yaşama sahip olduğu için de etkili bir figür. Din ve kanaat önderi olarak etkisi geniş bir kesime yayılan Gülen ve hareketi, ilham olarak da “hoşgörü” ve “hizmet” faaliyetleri ile akla geliyor ve bu şekilde örgütleniyorlardı. Gülen Hizmeti’nin karşında olanlar ise de, devleti ele geçiren gizli bir örgüt gibi addediyor ve Cemaat adıyla anıyorlardı. Çobanoğlu, Gülen ve hareketini düşüncelerini yorumlamaya çalışıyor bu kitapta. Nasıl bir ahlak, nasıl bir yaşamı tercih ediyorlar sorusunu soruyor ve cevaplıyor. Yazar, Fethullah Gülen’in tüm konuşma metinlerini inceleyerek, altın nesil üzerindeki sosyal ahlak tasarımını ele alıyor. Bu tasarımın da güçlü otorite, özellikle de devlete milliyetçilik bağlamında yaslandığını ortaya koyuyor. Batıcı bir saikle hareket ettiğinin analizini yaparak statükocu damarlarını da milliyetçilik-güç-devlet perspektifinde işliyor. Yakın dönem Türkiye’nin önemli bir toplumsal olgusunu anlamak için sağlam bir kaynak olduğunu düşünüyorum. Bugünlerde geçmişe dönüp, hatta yüzleşip, nerede hata yapıldığını görmek adına zihin açıcı olacaktır bu kitap. Aşağıda Cemaat ve ordu ile ilgili yazılmış benzer kitapları bulabilirsiniz. Uğur Mumcu, ‘Tarikat – Siyaset – Ticaret’ Uğur Mumcu Vakfı Yayınları Can Kozanoğlu, ‘İnternet, Dolunay, Cemaat’ İletişim Yayınları, 1997 Narcis Serra, ‘Demokratikleşme Sürecinde Ordu. Silahlı Kuvvetlerin Demokratik Reformu Üzerine Düşünceler’ İletişim Yayınları, 2011 Binnaz Toprak, ‘Türkiye’de Farklı Olmak Din ve Muhafazakarlık Ekseninde Ötekileştirilenler’ Metis Yayıncılık, 2012 Ahmet İnsel, Ali Bayramoğlu ‘Bir Zümre, Bir Parti: Türkiye’de Ordu’ İletişim Yayınları, 2013 Ahmet Şık, ‘Paralel Yürüdük Biz Bu Yolarda’ Postacı Yayınevi, 2014 Ruşen Çakır, Semih Sakallı ‘100 Soruda Erdoğan x Gülen Savaşı’ Metis Yayıncılık, 2014

Daha fazla yazı yok
2024-03-28 11:18:11