Sanatatak yazarı Efe Beşler bu hafta ve her hafta yeni çıkan kitaplardan en önemlilerini seçiyor: İstanbul’dan Mektuplar, Afrika Devrimlerinin Figürleri: Kenyatta’dan Sankara’ya ve Modern Türkiye’nin İnşası: Doğu Anadolu’da Ulus, Devlet ve Şiddet

Sanatatak yazarı Efe Beşler bu hafta ve her hafta yeni çıkan kitaplardan en önemlilerini seçiyor: İstanbul’dan Mektuplar, Afrika Devrimlerinin Figürleri: Kenyatta’dan Sankara’ya ve Modern Türkiye’nin İnşası: Doğu Anadolu’da Ulus, Devlet ve Şiddet

İstanbul’dan Mektuplar

Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Bulgar Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Hüseyin Mevsim tarafından çevrilen ve Kitap Yayınevi tarafından yayımlanan Hristo Brızitsov imzalı İstanbul’dan Mektuplar, bir dönem İstanbul’da yaşamış sonra da Bulgaristan’a taşınmış bir Bulgar gazetecinin gözünden iki farklı İstanbul’u anlatıyor. 

1901 yılında İstanbul Ortaköy’de doğan Hristo Brızitsov’un çocukluk ve gençlik yılları Boğaz kıyısında, babasının Beyoğlu Rumeli Hanı’ndaki katında geçmiş. Bu dönemde Brızitsov İmparatorluğun önemli değişimlerine ve olaylarına tanıklık etmiş. Balkan Savaşları sonrasında ailesiyle İstanbul’u terk ederek Sofya’ya yerleşmişler. Babasının mesleğini seçen Brızitsov, Bulgar basınında kısa bir süre içinde yazdığı özgün edebi yazılarla bayağı bir ünlenmiş. Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni rejiminin uyguladığı reformlar Bulgaristan’da merak konusu olunca, belli aralıklarla uğradığı, çocukluğu ve gençliğinin geçtiği İstanbul’a bu sefer daha kapsamlı bir şekilde 1932 senesinde dönmüş. İmparatorluğun çöküş dönemlerinde ayrılan Brızitsov’un İstanbul’a 20 yıl sonra dönüyor olması farklı duygular yaşamasına yol açmış. Dünkü İstanbul ile bugünkü İstanbul’u, imparatorlukla modern cumhuriyeti, geleneksel yapı ile modernliğin karşılaştırmasını yaparken bayağı bir zorlanmış, Brızitsov. İstanbul’u düşünürken çocukluğundaki, gençliğindeki İstanbul mu, yoksa bugünkü İstanbul mu diye soruyor kendi kendine. Çocukluğundaki kozmopolit ortam ve Levanten semtlerindeki yaşam mı ya da  milli ve modern başkentlikten düşmüş İstanbul mu? İşte bu ikilikler arasında gidip gelen duyguların çatışma halini yansıtan bir kitap. Brızitsov yaşadığı bu karmaşık ve çelişkili duygu halini geçmişiyle beraber anlatmaya çalışıyor. Yazar, okuyucuya da her iki resmi sunarak, iyi veya kötü nitelemesi yapmadan, bu ikiliğin çözümünü okuryazarın kararına bırakıyor. Belki de biz kitapseveler için ikili haller biraz da ağır bir yük olabilir. Çünkü kitapta, eninde sonunda bir seçim veya seçimsizlik arasında gidip gelen bir durum söz konusu. Brızitsov akıcı üslubu ile gözlem ve anılarını 24 mektupta toplayarak, bizleri 1930’ların İstanbul’una götürüyor. 

Bu kitap, modern Türkiye’nin öncesine ve sonrasına ışık tutuyor. Bu tip anı veya gözlem kitapları tarihi anlamak için bazen daha faydalı ve akılda kalıcı olabiliyor. Dönemin yazarları kendi kişisel gözlemlerini anlatırken bize tarih kitaplarında anlatılandan daha farklı perspektifler sunabiliyor. Bu tür kitapların okuyucuya daha insani bir bakış açısı kazandırdığını düşünüyorum. O yüzden benzer çalışmaların tarihi öğrenmek açısından faydalı olabileceğini yadsımamak gerekiyor. 


Afrika Devrimlerinin Figürleri: Kenyatta’dan Sankara’ya

Said Boumama imzalı Afrika Devriminin Figürleri adlı kitap Notabene Yayınları tarafından yayımlandı. Kitabın çevirisini Şule Ünsaldı yapmış. Afrika’nın iz bırakan, sistem tarafından pek de sevilmeyen radikal önderlerinin sömürgecilik, anti-emperyalist tutumlarını irdeliyor. 

Son dönemlerde Afrika ile ilgili kitaplar sıkça yayımlanmaya başlandı. Türkiye’deki üniversitelerde Afrika çalışmaları ile ilgili bayağı bir açık vardı esasında. Özellikle Dipnot Yayınları ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi bu alanın öncüsü olarak, Afrika Çalışmaları hakkında makale, dergi, kitap ve çeviriler yayımladı. Türkiye, Afrika’nın siyasi, kimlik politikalarına genelde çok uzak durmakta. Gözlemlediğim kadarıyla, sanki Afrika kıtası yokmuş gibi hareket edilmekte. Afrika’nın ne sanatı ne siyaseti ne yaşamı yeterince irdeleniyor ve konuşuluyor. Bunun üzerine yapılan yorumlar, hatta çalışmalar bile çok kısıtlı. Halbuki Afrika birçok açıdan bizler için bir hazine. Büyük tecrübeler, yaşam pratikleri, mücadeleler, acılar ve önderler sunuyor bizlere. Fakat sadece futbol (dünya kupası) vb popüler alanlarda Afrika akla geliyor. O da yüzeysel bir şekilde veriliyor. Bu tip küresel olayların dışında pek de görülmeyen, belki de görülmek istenmeyen bir kıta Afrika. İşte görmezden gelinen Afrika yavaş yavaş Türkiye’de de incelenmeye başlanıyor. Şimdilik çeviri kitaplarla ilerleyen bir süreç de diyebiliriz. 

Kitap, kıtayı özgürleştirmek için 1940-1980 yılları arasında uluslararası hukuk alanında mücadele eden önderlerini anlatıyor. Yazar esasında militan bir sosyolog (bu tür aktivist sosyologlar dünya üzerinde çoğalmış durumda, devletler de defolarının ortaya çıkmasını pek de istemiyorlar. Bu aralar Türkiye’de hedefteler, sevilmeyen araştırmacı grubu). Kitabın içinde birden fazla tema var: “reformist hukuk anlayışından meşru şiddet anlayışına geçiş, anti-sömürgeciliğin anti-emperyalizme dönüşmesi, sömürgesizleşme ve gerçek bağımsızlığın birbirinden ayrışmaya başlaması ve tüm bu süreçlerde bu figürlerin pek çoğunun temsilcisi olduğu ulusal burjuvazinin rolü. Önderlerin, bir yandan kabileciliği, kültürcü kavramları, ‘sınıf mücadelesi olmadan’ gerçekleştirilecek bir sosyalizmi ve sonunda komünizmi sorgulayarak mücadele perspektiflerini yenileme çabaları, ama bir yanda da başarısızlıkları, yanılgı ve zaafları, dahası yön değiştirmeleri”*.  Kitaptaki önderler, neoliberalizmin yıkıcı, kaotik ve baskıcı dünyası ile tekrar gündeme geliyorlar. Bu önderler, dünyanın dört bir yanında patlayan isyanların içinde yaşayan genç kuşaklar için değerli bir esin kaynağı oluyor. Günümüzün kaotik dünyasında bu tip önderlerin, liderin farklı ve radikal görüşlerine ihtiyacımız olabilir diye düşünüyorum.  

*Arka kapak metninden alınmıştır.

Afrika ile ilgili benzer yayınlar:

Avrupa Afrika’yı Nasıl Geride Bıraktı, Walter Rodney Dipnot Yayınları

Rasta ve Direniş, Horace Campbell, Dipnot Yayınları

Steve Biko Siyah  Bilinci, Barış Ünlü

 

Modern Türkiye’nin İnşası: Doğu Anadolu’da Ulus, Devlet ve Şiddet

Haziran ayında İletişim Yayınları’ndan Uğur Ümit Üngör’ün imzasıyla Modern Türkiye’nin İnşası adlı kitap yayımlandı. Kitap, Doğu Anadolu’nun ulus-devlet perspektifinin şiddeti inşasından yola çıkarak Türkiye Cumhuriyeti’nin milliyetçi nüfus politikalarına odaklanıyor.

Son zamanlarda Doğu’da alevlenen savaş durumu, Suriye’deki yaşanan iç savaş hali, Almanya’nın Ermeni Soykırımı’nı, kabul etmesi gibi çok önemli gelişmeler aslında bizi ister istemez geçmişe doğru götürüyor. Neden? Çünkü Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce 1915’de yaşanan Ermeni Soykırımı (tehciri) ile şiddet sarmalının başlaması ve bunun bulaşıcı hale gelmesi, toplumun sessiz kalarak onay vermesi ve Türk ulus-devletin bu şiddet ve anlaşma üzerine kurulması arasında çok büyük benzerlikler bulunmakta. Osmanlı İmparatorluğu, doğu vilayetlerini uzunca bir süredir merkezileşme stratejisini hayata geçirmek ve doğu sınırlarını korumak amacıyla şiddeti de kullanarak kontrol altına almak istiyordu. Bu yüzden İkinci Abdülhamid zamanında Kürt aşiretleri ile işbirliği yapılarak Hamidiye Alayları kuruldu. Birçok yerde Ermenilere ve diğer Hristiyan halklara saldırlar gerçekleşti. Bunu akabinde de, 1915 öncesinde Ermenilere yönelik bazı bölgelerde katliamlar oldu. İkinci meşrutiyet sonrası ile siyasi ortam İttihat ve Terakki lehine değişmeye başladı ve 1913’den sonra şu an adlandırmakta olduğumuz Kemalist rejimin tohumları o dönemlerde atıldı. İTC’nin (İttihat ve Terakki Cemiyeti) hedefi homojen bir ulus-devlet modeli yaratmaktı. Ermenileri Anadolu’dan çıkarttıktan kısa bir süre sonra, hedef Kürtler olacaktı. Tüm bu toplumsal değişimi yapabilmek için milliyetçi bağlamda iskan ve nüfus politikalarına başvuruldu. Bu kitap da, ulus-devleti inşa edebilmek için 1913’den 1950’ye kadar olan dönemde yapılan bu homojenleştirme aşamalarını, nüfus politikalarını ve zorla asimilasyonları ele alıyor.  Yazar, yapılan bu toplum mühendisliğinin sonucunda, rejimin şiddet yoluyla zorla asimilasyon ve sürgün gerçeğini yarattığını bilimsel dayanaklara göre anlatıyor. Üngör, toplum mühendisliğinin nüvelerini anlatırken, kişisel görüşmelere, söz konusu olan bölgelerde daha önce yapılmış sözlü tarih çalışmalarına, yazılı kaynaklar ve belgeleri kapsamlı bir şekilde ele alarak anlatıyor, tarihimizde yaşanan acıları bilimsel bir üslup ile ortaya koyuyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş öncesi ve sonrasını farklı perspektiften ele alan bu kitabı, gerçek meraklılar için tavsiye ediyorum.        

Daha fazla yazı yok
2024-03-28 16:56:26