A password will be e-mailed to you.

Muhafazakârlığa Karşı Feminizm kitabının yazarı ve Pazartesi, Birgün, Bianet gibi yayın organlarındaki yazılarıyla tanıdığımız Handan Koç ile #Metoo’lar, kadına yönelik şiddet, cinsel tacizin kitaplardaki izdüşümü hakkında konuştuk…

 

2017’nin kadın hareketi için küresel alanda en çok ses getiren girişimi şüphesiz #metoo’lar oldu. Bu hareketin yankıları hâlâ sürüyor, örneğin geçtiğimiz günlerde Altın Küre Ödül Töreni’nde katılımcılar siyah giyerek tepkilerini ortaya koydular. Hollywood çevresinin cinsel taciz itiraflarıyla başlayan süreci okurken cinsel tacizden daha fazlasını hedef alan bir kadın ayaklanması olarak değerlendirmenin daha uygun olduğunu düşünüyorum. Öncelikle sizin bu süreci nasıl değerlendirdiğinizi merak ediyoruz?

2017’nin sonlarında başlayan bu kampanya “Time’s Up”la devam ediyor. Kadınlar zorba erkeklere artık yeter, süreniz doldu, size ek süre vermeyeceğiz, konuşacağız, değiştireceğiz diyor. Bu kampanya anladığım kadarıyla tüm sektörlerde kadın erkek eşitliği isteyen bir içeriğe de sahip. Kampanya Türkiye’de de oldukça çok izlenen bir tip olan, sesi boyu bosu ile pek güven veren Charlie Rose‘un pis bir adam olduğunu geç de olsa ortaya döktü, Rose’un programı 8 kadının “cinsel taciz” iddiasında bulunması üzerine yayından kalktı. Ayrıca Kevin Spacey gibi çok beğenilen bir tipi devirmesi de gücünü gösteriyor. Bu düşüşün Fransa’da tacizci din adamlarının maskesinin indirilmesine yakın bir etkisi oldu bence. Bunlar ülkemizde de net algılanabilen sonuçlar.

Time dergisi ise cinsel taciz skandallarında maruz kaldıkları istismarlar konusunda sosyal medyada #metoo etiketiyle kampanya başlatarak sessizliğini bozan insanları “Yılın Kişisi” seçti. Time dergisinin 1970 yılında kapak yaptığı Amerikalı feminist Kate Millet’i geçen yıl kaybettik. Keşke yaşasaydı ve onun yorumunu alabilseydik. Kate Millet’in 1998 yılında Pazartesi dergisini ziyaret ettiğinde verdiği röportaj da bugünlerde okumaya değer.

#Metoo Hollywood’da 300’den fazla kadın oyuncu, yönetmen ve yazarın dahil olduğu, film endüstrisi ve diğer sektörlerdeki sistematik cinsel tacizle mücadele etmek adına düzenlenen bir kampanya olarak gelişti. İşin içinde Altın Küre Ödül Töreni gibi bir popüler kültür “zirve”si olunca global etkisi elbette büyüdü. Balon gibi sönmeyecektir. Çünkü Amerika’nın bir kesimi için Trump hezimetinin yarattığı bir öfke var. Trump’sız bir gelecek arayan kamuoyunun bu kampanyayı beslemeye uygun bir ortam yarattığını düşünüyorum.

Kadın hareketi açısından 2017’de uluslararası etkisi çok büyük olan pek çok kampanya oldu. 25 Ocak’ta Donald Trump’ın başkanlığı devraldığı gün ABD başkenti Washington’da yüz binlerce kadın bir yürüyüş düzenledi. Eylemde konuşma yapan ABD’li ırkçılık karşıtı feminist ve LGBTİ eylemcisi, akademisyen Angela Davis’in yaptığı direniş çağrısının sloganı: “TRUMP GİDENE KADAR DİRENİŞTEYİZ, ÖZGÜRLÜK YOKSA HUZUR DA YOK!” Bu çağrının Türkiye’ye kadar ulaştığında neden yaralarımıza dokunduğunu ve enternasyonal bir dayanışma duygusu teşvik ettiğini anlatmaya gerek var mı?

 

Geçenlerde şöyle bir istatistik çıktı: “Kadın cinayeti artarken kadın cinayeti haberleri azalıyor“. “Türkiye’de kadına yönelik şiddet ve cinayetle alakalı, 2015 yılında 29 bin 49 haber çıktı. Aynı alanda 2016 yılında 19 bin 858, geçtiğimiz yıl ise 19 bin 429 haber çıkışı medyaya yansıdı. Oysa ki 2016 yılında erkek şiddeti nedeniyle hayatını kaybeden kadın sayısı 328 iken, geçtiğimiz yıl yüzde 30 artışla 409’a yükseldi.” Bu orantısızlık maalesef meselenin “popülaritesi” hakkında ipucu veriyor mu sizce?

Türkiye’de kadınların çok izlediği TV programları ve diziler var. Bunlardan biri evlenme programlarıydı malum sarayın emri ile yayından kaldırıldı, bir tür sanal flört ortamını ev içlerine taşıdığı için olsa gerek. Bu programlar kadınlar için tek mutluluk yolu olarak evlilik hayatını gösteriyordu. Bazen şerde hayır var, iyi ki kalktı. Şimdi malum bir Müge Anlı programı formatı var cinayet, insan kaçırma, eziyet reality show’u diyebiliriz bir tür, bir de annesi babası meçhul çocuklar veya bebeği kaçırılmış ebeveynler programları var. Mağdurlarının da zalimlerinin de kadınlar olduğu hikâyeler çoğunlukta diye gözlemliyorum ben. Kadın cinayeti haberleri bu paketlerle uyumlulaştırılıyor. Akşam ana haber bülteninde o gün yaşanan korkunç ve ilgi çekici olaylardan biri olarak harmanlanıp sunuluyor. Bir korku toplumu içinde yaşıyoruz. Yakın tarihimize bakınca gitgide çok çok tekinsiz bir ülkede yaşadığımız aşikâr. Erkek şiddetine karşı mücadele eden feminist kadın hareketi geleneğinin yarattığı kültür yok edilmek isteniyor. Her insanlığa, eşitliğe faydalı bilgi kaynağı gibi bu alan da karartılmaya çalışılıyor. Ama malum erkek cinayetlerine karşı mücadele eden hiçbir kadın grubu da boş durmuyor.

 

“Taciz” ve “kadına şiddet” bağlamında edebiyatta, kitaplarda karşımıza ne çıkıyor?

Altın Küre Ödül töreninde The Handmaid’s Tale‘ deki rolüyle “En İyi Kadın Oyuncu” ödülüne layık görülen Elizabeth Moss ödülünü feminist yazar Margaret Atwood’a adadı. Dizinin uyarlandığı ve ülkemizde Damızlık Kızın Öyküsü ile yayımlanan kitaptan alıntı yaptı:

“Artık bir kitabın kenarlarındaki beyaz boşlukların içinde yaşamıyoruz. Artık hikâyeler arasındaki boşluklarda değiliz. Biz o hikâyelerin kendisiyiz ve artık kendi öykülerimizi kendimiz yazıyoruz.”

Kadın erkek eşitliği davasına gönül veren tüm kadınlar için acayip bir andı. Çok etkileyiciydi…

 

Edebiyatta ya da herhangi türde bir yazıda, zaman zaman tüm açık seçikliği ile karşımıza konuyor taciz. Sizce herhangi bir sınır olmalı mıdır, varsa bu sınır nerede başlar ya da biter?

Kate Millet Cinsel Politika kitabını 1970’de yazmış. Bu kitap bir araştırmadır ve değişik yazarlardan -D.H. Lawrence, Henry Miller, Norman Mailer, Jean Genet– yapılan alıntılarla başlar. Bu bölümün başlığı cinsel politika örnekleridir. Edebiyatta dahil olmak üzere her metin bir teorik bakış açısı ile ele alınabilir. Kadınlar için 70’lerin feminist hareketi içinde bir olgu olarak Kate Millet’in kitabı bir devrim yaratmıştır. Çünkü bizlere feminist teorik bir bakış açısı sunar. Bu feminist bakış açısı ile cinsel davranışlar ve ilişkiler bir boşlukta yer almaz. Millet’e göre “Cinsel ilişki kültürü meydana getiren davranış ve değerlerin yüklü olduğu bir mikrokozmos gibidir”.

Kate Millet: “Cinsler arasındaki ilişki politika ışığında incelenebilir,” diye yazar ancak politika tarifi şöyledir: “Güçlülük temeline dayanan ilişkilerden, bir grup insanın bir başka grup insan tarafından yönetildiği düzenler”

Metinleri cinsel zorbalık açısından ele alabilecek bakış açılarını geliştirmek, bize bu anlamda bir ölçü koyma imkânı sunar. Edebiyatta sorular ve cevaplar hep edebiyatın içinde ama foyalar açık edildiği zaman en mutaassıp metin içinde cinsel zorbalığı, en açık saçık anlatımda zarif bir eşitlik arayışını görmek, eleştirmek ve reddetmek mümkün diye düşünüyorum.

 

Aslında şunu sormak istiyorum tam olarak: (bir anlamda çubuğu diğer tarafa bükmek için, zihnimizi biraz zorlamak adına) Diyelim ki bir öyküde tüm açık seçikliğiyle işlenen bir pedofili yahut taciz anlatısı var. Edebi ve estetik eleştiriyi bir kenara bırakırsak, bunun yazılması taciz meselenin “görünürlüğüne” bir katkı sağlıyor ya da farkındalık yaratıyor mu demeliyiz? Nasıl değerlendiriyorsunuz?

Edebiyat kendi cinleri olan bir alan. Orada feminist cinlerin de gücü var, kadınların adı var diye düşünüyorum. Anlatımların sonuçlarını en fazla eleştirebiliriz. Çevremize bakarsak kadınlar için özel bir bakış açısı olan koyu bir İslamcı erkek egemen kültürle çevrili yaşadığımızı görürüz. Savaş var ve her türlü eşitsizlik çok sert. Bunun dışında “açık saçık”lık tabiri altında istif edilebilen her şeyi Batı’nın yoz ahlaksız kültürü diye gören kökleri çok derinlerde, oldukça yerli-milli ve aşırı ikiyüzlü bir bakış açısının gücü söz konusu. O yüzden bizim buralarda ister istemez açık-saçık bir yönü olan aşkın, anlatımı bir türlü normalleşemiyor. Bir süredir de politik iktidar eli ile her zamankinden daha ağır bir sansür dönemine girildi. Bu oto-sansür yaratıyor. Filmlerde dizilerde kadınlar erkekler öpüşüp sevişemiyor ama ama mesela çocuk pornosuna ulaşmak mümkün. Erkekler tarafından cinsel tacize uğrayan bir kişinin kendini suçlu hissetmemesi, kendini bunu gizlemek zorunda görmemesi ve suçlu olarak gördüğü kişilerin cezalandırılmasını istemesi feminist bir talep. Malum sokaklarda bağırıyoruz, herkes duysun, erkek şiddeti son bulsun diye slogan atıyoruz. Açık edilen erkek şiddetini pornografik bulan kafalar var, onlara “yuh” diyebiliriz başka ne diyebiliriz bilemiyorum.

 

“Kadın bakış açısıyla sanat tüm dünyada henüz başladı ve açık edecek çok şey var”

Görünürlüğe katkı için edebiyat olsun sinema, sanatın herhangi bir dalı ya da türlü eylem biçimleri diyelim, anormali normalleştirme başka deyişle ‘hayata dairleştirme’ işlevleri gereği –bunu isteyerek yapmasalar bile- söz konusu taciz gibi mesele olduğunda belki de istemeden ‘normalleştirmiş’ olurlar mı sizce?

Olmazlar bence. Ya da olurlarsa da eleştirilebilirler, lanetlenebilirler. Kişileri kurumları denetleyebilmeliyiz, cezalandırmalı yasaklamalıyız o başka…  Kadın bakış açısıyla sanat tüm dünyada henüz başladı ve açık edecek çok şey var. Biz kadınların erkeklere benzer yollardan geçerek değil, kendilerince cinsel özgürleşme serüvenlerini yaşadıkları çok gelgitli bir ülkeyiz. Özgürlükçü olmak cinsiyet eşitliği fikrine sahip olmak anlamına gelmiyor. Kuşaktan kuşağa devredilen bir erkek egemen bakış açısı var. Bu arkadaşlar kadınları istediği zaman çekici, onlar istediği zaman mazbut görmek istiyor. Erkeklerden farklı olarak kadınlar bedenlerini hem gizlemeye biraz da göstermeye zorlanıyorlar. Bakan erkekler bakılan kadınlar olunca düzen açısından bir sorun yok. Ama gizleme ve gösterme direksiyonunu kadınlar kendileri için, kendi ellerine aldıkları zaman lanetleniyorlar.

Kadınların açık saçık her anlatısı da hem çok ilgi çekiyor hem lanetlenmek isteniyor. Kadınlar hayat oyununda eşitlik istemeyen, beğenilmekle, itip kakılmak arasında gidip gelen oyuncular olsun isteniyor ama artık olmaz, olmayacak, süre doldu. İngilizcesi anladığım kadarıyla Time’s Up! Ne demiş Atwood: “Kadınlar artık kendi öykülerini kendileri yazacak.”

Daha fazla yazı yok
2024-04-25 16:02:52