Hannah Arendt 1973 yılında Fransız ORTF televizyonunda Fransız yazar Roger Errera’nın sorularını cevapladı. 50 dakikalık söyleşinin yer aldığı “Un certain regard” ilk kez 6 Temmuz 1974’te TV’de yayınlandı. Bu yazı siyaset bilimci Arendt ile yapılan o söyleşinden notlar içermektedir.

Totaliterlik

Totaliterlik sahip olunanların küçümsenmesi ile başlar. İkinci adım şu anlayıştır: “Her şey değişmeli, nasıl olursa olsun. Herhangi bir şey sahip olduklarımızdan iyidir”. Totaliter yöneticiler bu tür kitle duyarlılıklarını örgütlerler, bunları örgütleyerek onu açıkça ifade ederler ve onları açıkça ifade ederek insanların onu bir biçimde sevmesini sağlarlar. Onlara öldürmemeleri söylenmişti ve öldürmediler. Şimdi onlara öldürmeleri söyleniyor ve öldürmenin çok güç olduğunu düşünseler de öldürüyorlar çünkü öldürmek artık davranış kodlarının bir parçası. Kimleri, nasıl öldüreceklerini ve bunu bir arada nasıl yapacaklarını öğrendiler. Bu çok konuşulan Gleichschaltung (koordinasyon) süreci. Siz iktidarda olan güçler tarafından koordine edilmiyorsunuz ama çoğunluk tarafından koordine edilen komşunuz tarafından koordine ediliyorsunuz. Ama ötekiyle iletişim kurmak yerine şimdi onu gözlerinizi ayırmadan seyrediyorsunuz. Ve kuşkusuz kendinizi fevkalade hissediyorsunuz. Totaliterlik tamamen yalıtılmış, tecrit edilmiş ve birbirinden korkan insanların çok tehlikeli duygusal ihtiyaçlarına seslenir.

Yalanlar

Özgür bir basına sahip olmadığımız anda her şey olabilir. Herhangi bir totaliter rejimin ya da diktatörlüğün iktidara gelmesini mümkün kılan şey insanların bilgilendirilmemeleridir. Bilgilendirilmediğiniz bir konu hakkında nasıl bir fikir sahibi olabilirsiniz? Eğer herkes size yalan söylüyorsa sonuçta o yalanlara inanmazsınız aksine artık kimse hiçbirşeye inanamaz olur. Çünkü yalanlar tam da doğaları gereği değişmek zorundadır ve yalan söyleyen bir iktidar sürekli olarak kendi tarihini yeniden yazmak zorundadır. Yalan söylenen taraf yalnızca bir yalana -geri kalan günlerinde birlikte yaşayacağı tek bir yalana- maruz kalmaz. Aksine siyasi rüzgarların hangi yönden estiğine göre değişen bir sürü yalanla karşılaşır. Ve halk bundan böyle herhangi bir şeye inanamaz, kafasını toparlayamaz. Yalnızca eyleme kapasitesinden değil düşünme ve yargılama kapasitesinden de yoksundur. Ve böyle bir halkla artık canınızın istediği herşeyi yapabilirsiniz.

Olasılık ve Tarih

Herhangi bir olayın temel özelliği öngörülemez oluşudur. Geleceği bilmiyoruz ama herkes geleceğe yönelik olarak hareket ediyor. Hiç kimse ne yaptığını bilmiyor çünkü gelecek ve eylem bir ‘ben’ tarafından değil ‘biz’ tarafından yapılıyor. Yalnızca hareket eden biricik kişi olursam yaptıklarımın sonuçlarını öngörebilirim. Gerçekte olup biten büyünüyle olasılıktır ve dolayısıyla olasılık tarihteki en büyük etmenlerden biridir.

Hiçkimse ne olacağını bilmiyor çünkü bu çok fazla sayıda veriye ve basit tehlikeye bağlı. Öte yandan eğer tarihe bugünden geriye dönerek bakarsak bu tarih bir olasılık olasılık olsa da onun hakkında anlamlı bir öykü anlatabiliriz. Örneğin Yahudi tarihi aslında kendi içinde tüm halkların kendi tarihlerinde barındırdıkları iniş çıkışlara, kendine yönelen düşmanlıklara ve dostluklara sahiptir. Tek doğrultulu bir tarih olduğu anlayışı kesinlikle yanlıştır. Ama Auschwitz deneyimi sonrasındaki Yahudi tarihine bakacak olursak tarih boyunca –ya da en azından Orta Çağ’dan bu yana tarihte Auschwitz’den başka bir hedef olmamıştır… Bu durum tüm tarih felsefelerinin gerçek sorunudur, bugünden geçmişe bakıldığında nasıl oluyor da her seferinde bu deneyimin başka türlü olamayacak gibi görünmesi mümkün olmaktadır?

Olgular ve Teoriler

Tüm diğer anlayışları etkileyen bilimsel zihniyete verilecek iyi bir örnek domino teorisidir. Pentagon Raporları’nı yazan tecrübeli entellektüellerimizin pek azı bu teoriye inanmaktadır. Ama yaptıkları her şey bu varsayıma dayanmaktadır, yalancı oldukları ya da üstlerini memnun etmek istedikleri için değil, aksine bu teori onlara içinde çalışabilecekleri bir çerçeve sunduğu için… Bu çerçeveyi -ve dolayısıyla her sabah kendilerine kanıtlanan her türlü istihbarat raporunu ve olgusal analizi- bu varsayımların yanlış olduğunu bile bile kabul ederler. Bu çerçeveyi kullanırlar çünkü ellerinde bir başka çerçeve yoktur. İnsanlar olasılıklardan ve beklenmedik olandan kurtulmak için bu teorileri bulmuşlardır. Hegel bir zamanlar şöyle demişti, tüm felsefi düşünüşler yalnızca arızi olanı bertaraf etmeye hizmet ederler. Bir olguya en iyi tanıklar olmasa da bazı görgü tanıkları mutlaka tanıklık etmelidir. Hiçbir olgu şüphenin ötesine geçemez. Ama iki kere ikinin dört ettiği bir biçimde şüphenin ötesindedir. Ve Pentagon’da üretilen teoriler gerçekte olan olgulardan çok daha inandırıcıdır.

 

Yahudiler

Deyim yerindeyse Yahudi halkının en azından bir bölümünün ‘üstün zekalı’ olması tarihsel bir sorundur. Birinci sınıf tarihçilerin problemidir. Şöyle bir kurgusal açıklama yapmayı göze alabilirim: Biz ilk çağlardan bugüne el değmeden gelebilmiş tek halkız, tek Avrupalı halkız. Bu kimliğimizi koruduğumuz anlamına geliyor ve ayrıca bizim cehalet nedir bilmeyen tek halk olduğumuzu gösteriyor. Her zaman okur yazar olduk çünkü okur yazar olmayan biri Yahudi de olamaz. Kadınlar erkeklere göre daha az okur yazar ama onlar bile başka halklardaki benzerlerine nazaran daha bilgililer. Okumaya yazmayı yalnızca elitler bilmezler. Tüm Yahudiler okumayı bilmelidir, tüm sınıflardan ve her türlü yetenek ve zeka düzeyinden tüm halk okur yazardır.

Kötü

Eichmann Kudüs’te adlı kitabımı yazarken temel amaçlarımdan biri de kötünün, şeytani gücün büyüklüğü efsanesini parçalamak, insanlardan 3. Richard  gibi büyük şeytanlara karşı besledikleri hayranlığı söküp almaktı.

Brecht’in şöyle bir yorumunu buldum:

Büyük politik suçlular defalarca ve defalarca ve özellikle kahkahaya maruz bırakılmalı. Onlar büyük politik suçlular değiller ama büyük politik suçlar işlemelerine izin verilmiş insanlar ve bütünüyle farklı bir şey. Girişimlerinin başarısız olmuş olması Hitler’in bir aptal olduğunu göstermez.

Hitler’in aptal olduğu şüphesiz Hitler iktidara gelmeden önce tüm muhalefetin taşıdığı bir önyargıydı ve dolayısıyla iktidarın ardından yazılan pek çok kitap onu meşrulaştırma ve büyük bir adam yapma çabası içine girdiler. Dolayısıyla Brecht şöyle der: “Başarısız olduğu gerçeği Hitler’in bir aptal olduğunu göstermez ve girişimlerinin boyutu onu büyük bir adam yapmaz”. Ne o ne bu doğru değildir; bütün bu mükemmellik kategorisinin uygulanabilirliği yoktur.

Brecht şöyle devam eder: “Yönetici sınıflar eğer küçük bir dolandırıcı grubun büyümesine izin verirse, bizim tarih anlayışımıza göre ayrıcalıklı bir konuma gelmez. Bu aslında onun büyük bir dolandırıcıya dönüştüğünü ve yaptıklarının büyük sonuçlarının onun itibarına bir şey katmadığını gösterir”. Ve şu sert yorumlarda genel olarak şunları söylüyor: “İnsan trajedinin insanoğlunun acılarını komediden daha az ciddi bir biçimde ele aldığını söyleyebilir”.  Bu şok edici bir ifadedir, ben de bu ifadenin tümüyle doğru olduğunu düşünüyorum. Eğer bu koşullar altında bütünlüğünüzü korumak istiyorsanız gerçekte ihtiyaç duyulan şey budur ve ancak bu gibi şeylere geçmişte nasıl baktığınızı hatırlar ve şunları söyleyebilirseniz bunu yapabilirsiniz: “Ne yaparsa yapsın, on milyon insanı öldürse bile o hâlâ bir soytarıdır”.

İlerleme

İlerlemenin kanununa göre bugün olan her şey geçmişte olduğundan daha iyi durumdadır. Bir şeyin hep daha iyi, daha da iyi, daha da iyi olmasını talep ederseniz iyi ve hayırlı olanı kaybedeceğinizi görmüyor musuz? İyi artık ölçülemez bile.

 

Kaynak: Hannah Arendt 26 Kasım 1978 Sayısı

Daha fazla yazı yok
2024-03-28 09:19:12