Fotoğraf sanatçısı Hasan Deniz “Rahat Bahçe”* adlı sergisiyle üç yıl aradan sonra çıkageldi. Hikâyeleri mekân üzerinden anlatmayı tercih eden sanatçı, bu kez Avrupa’daki hayvanat bahçelerini fotoğraflamış. Demir parmaklıklar ardında ya da tecrit altındaki hayvanların acıklı halini göstermekten ziyade, mekânın yarattığı yapaylığı göstermeye çalışmış. Deniz’le fotoğrafta kullandığı yöntemden, hayvanat bahçelerini fotoğraflamayı neden tercih ettiğine, kapatılma, seyirlik haline getirme ve doğal olmayan koşullarda yaşama gibi konular üzerinden modern dünyaya eleştiri yapılıp yapılmayacağına kadar birçok konu hakkında konuştuk.

Hasan Deniz

İnsandan arınmış ve zaman bildirimleri net olmayan mekânları kaydettiğin fotoğraf dizileriyle tanınan bir sanatçısın. Neden böyle bir yöntemle çalışıyorsun? Buradaki muradın nedir?

Hikâyeleri mekânlar üzerinden anlatmayı tercih ediyorum. Bir fotoğrafa insanı koyduğunuz zaman çok güçlü bir oyuncu olarak kendini gösteriyor. Oralarda insan olunca bambaşka bir hikâye anlatmış oluyorsunuz. Ben bir takım hikâyeler anlatırken o fotoğraflarda kendimi bir yerlere koyuyorum. Benim istediğim onları görmeden; seslerinin, bıraktıklarının, yaşanmışlıklarının o mekânlarda görünüp, bulunması. Bir takım detaylar üzerinden hikâyelere yaklaşmayı seviyorum. O zaman onlar benim yakınlık duyduğum hikâyeler oluyor. Bir insan olunca hikâye bambaşka bir yere doğru gidebiliyor, onu tercih etmiyorum.

O fotoğraflardan hikâyeler mi üretmeye çalışıyorsun?

Tanıklık etme, orada bulunma eylemi gibi bir şey olarak düşünebiliriz. Oradan bakınca siz bir takım hikâyeler okuyabilirsiniz. “Orada nasıl bir hayat olmuş, mimarisi nasılmış?” gibi sorular kafanızda canlanabilir. Mimari ile ilgili bir takım ipuçlarından oradaki yaşanmışlığın refah seviyesi, huzuru veya daha zor koşullarda zaman geçirdiğine dair referanslar yakalayabilirsiniz.

Oradaki nesnelerin ve eşyaların hepsinin başrolde olduğu fotoğraflar mı olmasını istiyorsun?

Hepsi bir ipucu aslında. Genel ruh durumuyla da ilgili referanslar veren birer ipucu.

Son çalışman ise yine insandan uzak ama insan yapımı “hayvanat bahçeleri” üzerine kurulu. Seni buraya çeken neydi?

Mekânla bu kadar ilgili olunca, kurulmuş mekân hikâyesi de benim çok ilgimi çekti. Bu oluşumlar üzerinden arkadaki başka bir hikâyeyi anlatıyorum. Hayvanat bahçelerindeki hikâye tamamen diğerinin hayatını ele geçirmek üzere kurgulanmış. Buralarda birilerinin tasarladığı, hayvanların sorgusuz sualsiz oraya konulduğu, hayvanlara karşı dikte edilmiş bir yaşamın sunulması var. Aslına bakarsanız, bizim de bir takım doğrularımız, estetik kaygılarımız zaman içinde örülüyor. Ona göre bir ideal hayat peşindeyiz insan olarak. Buradaki hikâye daha çok sert. Tamamen birilerinin sahip olma, iktidar gücü var. Çünkü orada birileri üzerinde iktidar sağlanılıyor. Ve onlara bir yaşam alanı oluşturup, burası senin ideal yaşam alanın diyorsunuz. Bu işe bir yerden bakınca bir merak söz konusu. Orada senden olmayanı, senin kolaylıkla ulaşamayacağın bir şeyi birilerine gösteriyorsun. Bunu da, aslında bir meraka cevap veriyor gibi gösterirken, onları biriktirme ve sahip olma güdüsüyle yapıyorsun.

Öte yandan günümüzde doğa fotoğrafçılığı daha popüler. Afrika ya da egzotik ormanlarda çekilmiş canlıların fotoğrafları daha fazla merak ediliyor. Bir hayvanat bahçesindeki bir maymun veya zürafa senin daha mı çok ilgini çekiyor?

Doğa fotoğrafı benim kavramımın dışında bir alan. Bir alan ya da espas hikâyesi benim yapmak istediğim. Buradaki çalışmada onlara dair yaşam alanlarının fotoğraflandığı işler var. Renkleriyle çok çekici olanlar da var. Serideki diğer fotoğraflara göre yaklaşılarak çekilmiş, ölçek olarak, estetik olarak diğerlerinden çok daha farklı su aygırı fotoğrafı var.

Diğerlerine göre neden farklı?

Onun da bu seride olmasının sebebi, aslında o hayvanın bir maket olmasıdır. Ellerinde o hayvan olmayınca bu hayvanın maketini yaparak sergilemişler. Yalan alanların içinde yalan bir hayvanı sergilemişler.

Hangi hayvanat bahçelerini seçtin, özel yerler var mı? Nerelere gittin?

Avrupa’daki hayvanat bahçelerinde fotoğraf çekimleri yaptım. Bu fotoğraflar hayvanların ne kadar acı durumda, yaşam koşullarının korkunç olduğunu gösteren fotoğraflar değil. Mekân üzerinden başka bir hikâye anlatmaya çalıştım. Onun için özenilmiş, para harcanmış ve iddialı hayvanat bahçelerine gittim. Yoksa birçok ülkede koşulların daha zayıf olduğu yerlerde hayvanat bahçeleri de var. Hepsinin de acı bir durumu var. Kendi istemi dışında bir canlıyı oraya tıkmanın acıklı hali hepsinde var. Daha gelişmiş hayvanat bahçelerinde iyi kötü bir idealizasyon var. Bunların beslenmesine kadar her şey planlanmış. Doğada belli bir sene yaşayacakken, burada tamamen ihtiyaçları olan gıdalar belli saatlerde veriliyor. Belli bir kontrol de var tabi. Ruhsal dengeleri muhtemelen kötü. Ama fiziksel olarak iyi koşullarda olabildiğince uzun yaşatılmaya çalışılıyorlar. Bir yandan da yatırım yapılıyor. O sistemin dönebilmesi için en uygun koşullarda bakmaya çalışılıyor.

Yalnız sen tecritte, parmaklıklar ardında bir yaşam sürdüren hayvanları fotoğraflamamışsın. Daha çok o mekânın yapaylığını mı vurgulamaya çalıştın?

Gelişmiş hayvanat bahçelerindeki sistemler de öyle. Kafese koymak yerine araya bir hendek veya cam koyuyorlar. Daha iyi bir şey olduğunu insanlara hissettirmek için kafes algısını kırmaya çalışıyorlar. Neticede fonksiyon olarak değişen bir şey yok tabii. Kafes olan bir tane fotoğraf var sergide, Leopar’a  başka bir çözüm getirememişler. Üstü açık yüksekte bir ağ var. Kuşlar orada serbestçe uçabiliyor. Aslında bir büyük kafesin içinde onlarla geziyorsunuz. Ama o kafes gibi değil. Mimari öğelerle çözülmüş, yukarıda bir yerde, çok da anlaşılmayan bir ağ kurmuşlar. Sistem böyle tasarımlarla işliyor.

Kapatılma, seyirlik haline getirme ve doğal olmayan mekânlarda yaşama gibi konular üzerinden günümüz dünyasına bir eleştiri getirmek mümkün müdür?

İnsan olarak bizim de bir takım doğrularımız, ideallerimiz var. Doğru ve güzel olduğuna inandığımız bir yaşam tarzı var. Ve kendi aklımızla o yaşam koşullarına sahip olabilmek için bir yere kapatılmamış olsak da, sabahın belli bir saatinde kalkıp çoğunlukla da istemeyerek bir işe gidiyoruz. Binalarda oturuyoruz. Doğaya uygun belli bir hayat yaşayamıyoruz. İktidar, o garip düzenin dışına çıkamama hikâyesi ve çok büyük bir kısmında sahip olma güdüsüyle iyi kötü boş hayatlar yaşanıyor. Yaşadığı belli saatin birçoğunu o küçük zamanda yaşayacağı konforlar için harcıyor insan. Böyle de bir gerçek var.

Evde demir kafeste beslediğimiz bir kuşla, hayvanat bahçelerinde beslenen bir hayvan arasında bir benzerlik kurulabilir mi?

Bence var. Benim bir kedim var evde. Sokaktan ezilmesin diye aldım. Evde bakıyorum.  Mesela, imkânım olsa, büyük bahçem, daha çok param olsa diyeceğim ki benim bir jaguarım olsun. Ona ne kadar sahip olmak isterim bilmiyorum. Sokak kedisini almanın hikâyesinde, onu sokaktan kurtardım, güvenli bir hayat sundum gibi bir kaçışın olabiliyor. Her ikisinde de sahip olma dürtüsü olsa da diğer örnek biraz daha onulmaz.

Bir fotoğrafta bir mutfakta tezgâhın üzerinde taze sebzeler ve meyveler var. Ve karşıda maymun fotoğrafları var. Hayvanat bahçelerinin gerçekliği gibi. Oysa doğada hemen yanı başında ulaşabiliyorlar yiyeceklere…

O bahsettiğiniz yemekhane fotoğrafları maymunların beslenme odasının fotoğrafı. Dışarıdan bakıldığında daha sevimli bir yer olduğu imajı verilmeye çalışılmış. Orada çalışan insanlar da bu hayvanları seviyorlar. Oraya birtakım maymunların fotoğraflarını asmışlar. Bir tane yağlı boya resim var. Ve fotoğrafta görülmeyen, işte kim ne yiyecekse onların plastik tabakta hazırlanmış mamaları var. Muzu dilimlenmiş, yarım elması biraz yeşilliği konmuş. Ona göre hepsine ayrı ayrı veriliyor.

Geçtiğimiz günlerde bir hayvanat bahçesinde dünyaya gelen ve dünyanın en yaşlı gorili olan Colo 60 yaşında hayatını kaybetti. Normalden 20 yıl fazla ama 60 yıl esaret altında. Sen ne dersin?

Bu durum o hayvanat bahçesine büyük prestij sağlıyor. Yaşamın son sürecinin ne kadar gerçekten yaşamak olduğu sorusu var. Aynı uzun yaşatma yarışının insanlar üzerinden de sürdüğünü düşünürsek durum daha da karmaşık.

“Hangisi diye sorarsan, tabii ki daha keyifli olanı tercih ederim”

Bizim hayatlarımız da biraz öyle değil mi? Ne kadar kalori alacağımız falan her şey neredeyse bir reçete halinde sunuluyor. Ömürler gittikçe uzuyor ama istediğimiz bir hayatı her anlamda yaşayabiliyor muyuz?

Kahve içmeyi, sucuklu yumurta, kokoreç yemeyi, arada tütün kullanmayı seviyorum. Akşam  bir arkadaşım arıyor, hadi gel şuradayız. Gidiyorum kebap yiyoruz, rakı içiyoruz. Ertesi gün yine aynı şeyler olabiliyor. Tabii bunlar insanı mutlu ediyor. Bir şeyler yiyip içmek, arkadaşlarınla paylaşmak… Fakat vücut her zaman senin yaşadığın hayata bayılmıyor. Adam sana işte sana şu kadar protein, bu kadar karbonhidrat alacaksın, günde iki saat yürüyeceksin diyor. Ona göre yaşarsan bu mutlukların birçoğu kısıtlanmış durumda. Ama teknik olarak daha uzun yaşıyorsun. Hangisini tercih edeceksin diye sorarsan, tabii ki daha keyifli olanı tercih ederim. Hayvanat bahçesinde de arada doğal koşullar olsun diye arada yemek vermiyorlar. Mesela, arada bir gün kaplan veya leoparı aç bırakıyorlar. Böyle ritimler de var bu işin içinde. Acı koşullarda barındırılmaya çalışılan hayvanların dramı çok korkunç. Ama benim konuştuğum; bütçeler ayrılmış, para harcayan, çok ciddi sponsorların destek verdiği, göreceli ideal bir yaşamın sağlandığı hayvanat bahçeleri.

Son olarak soğuk iklimlerde yaşayan penguenleri getirip Antalya’da gösteriyorlar. Penguenleri görmek zorunda mıyız?

Bence hayır. Canım sıkılınca aslan veya penguen görmem gerekmiyor. Özellikle merak ettiğimiz neredeyse her hayvan hakkında bir çok bilgi ve görüntüye sahip olabildiğimiz bu çağda görmek zorunda olduğumuzu düşünmüyorum. Hayvanat bahçesinden farklı olan doğal yaşam parkları anlaşılır bir şey. Manyas’ta kuşları veya Afrika’ya gidip iyi kötü doğal yaşam alanlarında hayvanları gözlemleyebilirsin. Ya da çok büyük bir yaşam alanına toplanmış hayvanları orada görebilmek daha masum bir şey.

*Hasan Deniz’in “Rahat Bahçe” adlı sergisi Öktem&Aykut Sanat Galerisi’nde 18 Şubat’a kadar izlenebilir.

Daha fazla yazı yok
2024-03-28 19:15:31