A password will be e-mailed to you.

67. Berlin Film Festivali’nin ilk gününden bir favorisi oldu: Ildiko Enyedi imzalı Testrol es lelkrol / Of Body and Soul. Macar yönetmen ile Berlin’de konuştuk.

Enyedi, 1989 yılında Benim 20. Yüzyılım adlı filmiyle Macar sinemasının genç kuşak temsilcisi olarak sinemaseverlerin kalbini kazanmıştı. Artık olgunluk çağında bulunan Enyedi, 67. Berlin Film Festivali’nde yarışan Testrol es lelkrol / On Body and Soul ile aşk tazeledi. Bir mezbahanın finans müdürüyle göreve yeni başlayan kalite kontrol elemanı arasındaki sıra dışı aşk öyküsünü, mizahı da eksik etmeden, Jungcu bir yaklaşımla ele alan bu film şimdiden bütün ödüllere layık. Amerikalı fotoğrafçı Saul Leiter’ın eserlerinden esinlenerek yansımaları ustaca kullanan görüntü yönetimi de buna dahil. Berlin’de söyleşi yaptığımız Enyedi, Jungcu yaklaşımı “fazla kuramsal olmadan” benimsediğinin altını çizdi.

Endre (Geza Morcsanyi) yaşını başını almış, bir kolu felçli kaldığı için kendini biraz soyutlamış, mizah duygusuna sahip karizmatik bir adam. Maria (Alexandra Borbely) ise filmde dile getirilmese de içe dönüklüğü, sosyalleşmede zorluk çekmesi, takıntıları ve müthiş belleğiyle Asperger sendromuna sahip olduğu anlaşılan bir genç kadın. Mezbahada meydana gelen bir hırsızlık olayının ardından yapılan psikolojik değerlendirmede gelen doktor ikisinin de aynı rüyayı gördüğünü keşfediyor… Endre ve Maria, karlar arasında yürüyen, yiyecek arayan, su içen iki geyik olarak rüyalarında buluşuyor!

Ildiko Enyedi, Berlinale 2017, (Maximilian Bühn, Commons, Wikimedia)

Enyedi, Maria ve benzeri karakterler üzerinden bir toplumsal eleştiri getiriyor filmde:

“Sosyal hayatta, ister küçük ölçekte olsun ister büyük ölçekte baştan tanımlamamız gereken çok şey olduğunu gösteren birçok emare var. Toplumun nasıl düzenlendiği özel hayatımızı doğrudan etkiler. Hayatınızı dolu dolu yaşamanızı engelleyen bir toplumdaysanız hasta olursunuz: Tikleriniz olur, sinirleriniz gerilir, terapiste gidersiniz, içmeye başlarsınız, ailenizde ya da başka bir şeyde işlerin yolunda gitmediği ortaya çıkar. Bu belirtiler insanın kendi bedeni içinde kendini iyi hissetmediğini gösterir. Bazı insanlar içine kapanır. Marika tutku nedir bilmiyor, arzularıyla henüz temasa geçmemiş. Hepsi bu erkek ve bu tuhaf tesadüf sonucu uyanıyor. Uyanınca da olanca dürüstlüğüyle gerçek aşkın ne olduğunu anlamaya çalışıyor. Büyük bir değişim geçiriyor bu filmde. Otistik değil de sosyal hayat becerileri kısıtlı biri.

“Sosyal hayat çok talepkardır. Çok küçük işaretlere bile çok fazla duyarlılık gösteririz. Bazen birisi birazcık yüksek sesle gülse ayıplanır. Bazen çok basit bir şey, birinin ayakkabılarının pantolonuna uymaması kuşku uyandırır. Tutku oyunu inanılmaz bir oyundur, çok zordur, birçok engelle doludur. Onlara çok hassas birisi. İtiraf etmeliyim ki ben de böyle bir kızdım. Bir arkadaş grubu içindeyken iletişim kurardım, konuşkandım, sohbete katılırdım… Ama ergenlik çağında, sadece takılırken çok beceriksizdim. Yavaş yavaş gevşemeyi öğrendim çocuklarım doğduğunda! Çocukluğumu onlarla birlikte yeniden yaşadım diyebilirim. Nerede, nasıl, hangi ortamda, hangi giysiler içinde bulunduğunuzun çok farkında olmalısınız. Birçok küçük altkültür vardır, birinden diğerine geçtiğinizde rezil olursunuz! Bu tür sosyal beceri bu karakteri anlatmak için çok önemliydi, bu öğrenme sürecinde ne kadar yol alması gerektiğini anlamam açısından…”

“Yaşlanan güçlü erkekleri arenadaki boğalara benzetirim”

Filme adını veren beden ve ruh düşünüldüğünde Enyedi’nin incelikli yaklaşımı daha iyi anlaşılıyor:

“Kadın ile erkeğin birbirlerinin tam zıddı olmasına önem verdim. Erkeğin bir hayatı var, bir ailesi, boşanmış, kızı var, bir işi, bir pozisyonu, sosyal statüsü var… Kızın henüz yaşamadığı her şeyi aşmış artık. Ama inme inmiş, kolu felçli kalmış, ciddi bir sağlık sorunu… Erkeklerle de empati kurarım, güçlü, muhteşem erkeklerin yaşlandığını görünce hep şu aklıma gelir: Hiç İspanya’ya gidip boğa güreşi izlemedim ama televizyondan biliyorum. Yaşlanan güçlü erkekleri arenadaki boğalara benzetirim. Canlı, hareket ediyor, ama ensesine mızraklar saplanmış, yön duygusunu kaybetmek üzere, ama hayatta kalmak ve mücadele etmek istiyor. Bu karakteri de böyle tarif ettim”.

Ildiko Enyedi filmin oyuncularının olağanüstü başarısını ise yaptıkları provaları ve kendi oyuncu yönetimine değil ülkesinin sağlam geleneğine bağlıyor:

“Macaristan’da repertuar tiyatrolarımız var, oyuncular için çok elverişli bir durum. Birçok farklı karakteri canlandırıyorlar bir oyunu beş yıl oynamaktansa… Sık sık tiyatroya giderim, oyuncuları tanırım, kariyerlerinin hangi aşamasında olduklarını bilirim, sorunlarını bilirim. Bir oyuncuya farklı bir yönünü gösterme fırsatını vermek çok güzeldir”.

Filmi izleyen birçok kişi vejetaryen olmayı düşünecek

Öte yandan şiirsel rüya sahnelerinde Endre ve Maria’nın geyik karakterlerini de casting çalışmasıyla seçmiş:

“Önce mekanı seçtik. İğne yapraklı ağaçlar, meşeler var. Gövdeleri dimdik, boyları çok uzun, yerde hiç çalılık yok. Kış olması iyice soyutlaştırıyor manzarayı. Bu dikey ağaçlar arasında yatay olarak gövdeleri kıvrımlı geyikleri görüyoruz. Hayvanlarla çalışmak kolay değil, insanlarla da değil! İlk filmimden beri hayvanları dekor olarak görmüyorum. Geyiklerin seçimi gayet ciddi oyuncu seçimiydi. Goliath, çok güçlü bir hayvan. Yaşlı bir erkek. Bana yönetmesi daha kolay, genç, güzel geyikler önerdiler, ama ben bir kez oraya gidip uzaktan bize bakan Goliath’ı görünce onda karar kaldım.

“Bir oyuncuyu da öyle seçerim. Geniş plana bir oyuncuyu yerleştirirsiniz, herkesin arasından beden diliyle ayırt edilebilirse onunla ilişki kurabilirsiniz. Yıllar önce yaptığım Simon Magus adlı filmimdeki oyuncuyla bunu yaşadım. Paris’te Opera binasının önünde randevulaştık. O insan kaynayan devasa bulvarın, insan kaynayan Opera merdivenlerinin kalabalığında onu uzak bir mesafeden seçebildim. Filmin başrol oyuncusunu bulduğumu biliyordum. Dişi geyik de öyle oldu. Bir geniş planda başka bir geyikle yer değiştirelim dedik bacaklarında problem olduğu için, yapamadık. Karakter değişiyordu!”

Of Body and Soul, mezbahadaki çalışmayı da hiç sakınmadan gösteriyor izleyiciye. Bizi ölüme giden sığırlarla göz göze getiriyor. Bu filmi izleyen birçok kişi vejetaryen olmayı ciddi düşünecektir. Enyedi, “O iri hayvanları öldürmek ve kesmek çok zor bir iş. Biz de bu işe hiç müdahale etmek istemedik. Işıkları bile değiştirmedik, sadece orada yapılan işinin belgeselini çektik. Hiçbir şekilde müdahil olmadık,” diyerek hem gündelik hayatın bir gerçekliğini sergiliyor hem de beden ve ruh söz konusu olduğunda insan ve hayvan arasında yapılan ayrımcılığı da gözler önüne seriyor.

Daha fazla yazı yok
2024-04-24 07:19:12