A password will be e-mailed to you.

Bu metin Gözde Baykara’nın Cennetinden Kovulan başlıklı, 9 Aralık 2017 – 9 Ocak 2018 tarihleri arasında, Daire Sanat Galerisi, Cihangir’de yer alacak sergisi için yazılmıştır.

Gözdenin resimlerinde odak noktası göz-de-dir. Nokta. Hem küçük harfle, hem de büyük… Yazılım hataları da burada bilinçli, kasıtlı, kasti… Zira Gözdenin mahareti de gözdedir, söyleyeceği söz de özdedir, bilgisi tözdedir…

Rediflere mola verelim; sanatçı Gözde Baykara, tuvallerinde hep farklı kadınları resmetse de, seyirciye hep figürlerin ressamın ta kendisi olduğunu düşündürür. Ressam –bir şekilde- tuvale kendisini farklı suretlerde, vücutlarda yansıtmıştır. Yani; resimdeki özne kadın, sarışın olsa da esmer olsa da bu değişmez… Gözde işin tam ortasındadır. Zaten figürler de hep, yine tuvalin tam ortasındadırlar ve size bakarlar, bakarlar, bakışlarını bir an için bile ayırmadan…

Gündelik hayatta Gözde pek takı kullanmaz, figürleri de, kendisi de inci küpeler hiç takmaz. Lakin kocaman gözleri de, akrilik tablolarındaki bakışlar (gaze) da hemen Hollandalı ustanın ünlü yağlıboyasını anımsatır: İnci Küpeli Kız (Meisje met de Parel, 1665–1667).  On yedinci yüzyıl Hollandalı ressam Vermeer’in efsanevi tablosu, baş yapıtı için birçok şey söylenir, konuşulur. Yapıt filmlere bile konu olur. Küpeli kızın evde çalışan genç bir yardımcı, model veya ressamın sevgilisi olduğu tartışılır… Küpe kimindir, kız onu nereden bulmuştur, acaba çalmış mıdır, falan filan… Her şey konuşulur fakat hiçbir zaman, bu porte üzerinden Vermeer’in bize kaçamak kaçamak baktığı düşünülmez, düşünülemez…Haşa tövbe, tövbe…

Solo sergisi için ‘Cennetinden Kovulan’ balığını düşünen Gözde Baykara’ya bunun nedenini sorduğumda bana hemen, resimlerin görselleri ile beraber, tanışmamızdan önce yazdığı yazıları ve röpörtajları yolladı. Ben de aynen alıntılıyorum:

“Adem’e yasak elmayı yedirdiği için hikayesinden ve cennetinden kovulan ve ‘baştan çıkarıcı tehlikeli varlık’ olarak tanımlanan Havva’yı betimlediğim resimlerimde, kadını sadece erkek dünyasına hizmet eden seyirlik bir nesne olarak değil; ‘femme fatale’ ve ‘kül kedisi’ arasında gidip gelen, çağdaş mitolojiyle uyum içerisinde olan, düşsel bir masal kahramanı olarak ele aldım.” (Gözde Baykara, 2013)

İsimsiz (koyunlu), Gözde Baykara, Cennetten Kovulan, (Daire Sanat Galerisi)

Cürretli Gözde hanım Kuzey Avrupalı büyük üstadın (Vermeer) tahtına aday olup (Why are there no great female artists? Linda Nochlin, 1971), onun karanlık renklerini pastelleştirirken –tırnak içinde- ‘cennetten kovulma’ riskini de gayet tabidir ki biliyordu. Fakat yeniden yazdığı masalda bu sefer cennetten tek başına kovuldu ve peşinden gelenler (Adem) birer kurda, kuşa, hayvana dönüştüler adeta… Tuval üzeri fabllarında, Gözde’nin beyaz atlı prens yorgun bir dolap beygirine dönüşürken, elinde sivri bir bıçak tutan kız, hınzır hınzır bize bakıp gülümser. Mangayı andıran parçalardaki ironi gizli bir şehvetle dans eder, sessizce kulaklarımıza bir rüzgar gibi değer…

Gözde ile 2017 yazında İzmir’de tanışma ve bol bol sohbet etme şansına sahip oldum. Kıyıda yürüdük. Birbirimize resimlerimizi gösterdik, vitaminler, moraller verdik. “İçimizdeki şeytanlara zülfikarlarla saldırdık”. (MFÖ, 1986) Lafı dolandırmayacağım. Gözde’nin çalışma şekli özellikle ilgimi çekti, bu yüzden de sizinle paylaşmak istiyorum sayın okur: Gözde sadece ve sadece geceleri resim yapıyor. Sabaha kadar. Gözde hava kararınca sigarasını yakar, çayını demler, ilham perilerini gözler… Resimlerinin renklerini de, zaten galerilerde (white box), müzelerde bulunan, olması gereken, yapay ışığa göre kurgular. Her bir tablo aylarca sürer. Baykara yapıp bozar, yapıp bozar, azar azar… Sabrını tuvale işler. Katman üzerine katman, renk üzerine renk ekler, her akşam sabah kadar güneşin doğuşunu bekler.

Şahsen Baykara’nın disiplinli ve azimli çalışma şekli, benim gibi tek bir tuvali birkaç saatte bitirmek isteyen bir sabırsızın tam tersidir. Onun (emek yoğun?) yaklaşımını da açıkçası, performans sanatçısı Tehching (Sam) Hsieh’in bir sene süren performanslarına (one year performances) benzetiyorum ve izninizle karşılaştırmak istiyorum. Avignon’da tanıştığım Marina Abramović’in “usta” olarak tanımladığı Hsieh, performanslarında sadece sanatçının değil, genel anlamda sabrın ve insan olma durumunun sınırlarını zorladığı işler yapar. Örneğin Sam kendini bir sene boyunca atölyesine hapseder. Veya diğer bir performansta atölyesindeki bir saate sene boyunca her saat başı bir damga vurdurur.

Gözde de İzmir Karataş’taki atölyesinde manzarayı seyrederek, bir Rapunzel edasıyla saçlarını uzatıp çalışırken, bir anlamda kendisini atölyesine kapatmış (kilitlemiş?) olur. El emeğini yücelten (geri kalmış?) estetik değerlerin gardiyanlığındaki bu naçizane bekleyiş –zira beyaz atlı prensin atı yaşlanmıştır- sonsuza kadar sürebilir mi? Fakat Gözde ne yapıp edip, tül eteklerini giyip, gardiyanı tavlayıp girdaptan kurtulur, el çabukluğu ile ürettiği yeni animasyonları ile günümüze ışınlanır.

Ressam Baykara bir telefon applicationu olan Motion Portrait kullanarak figürlerini canlandırır. Sanatı aniden çağ atlar. Sanatçı bir anda iki boyutu üçe çıkartır, durağan hareketlenir, pastel parlar. Gözde’nin tablosu artık bize bakıp  göz kırparken, Rönesans sanatı tarihine de nanik der, öz Türkçe ismi, Vermeer’in isminin yanında hafızamızda yer eder.

 

İLGİLİ HABERLER

Yüzde 82 İnci Küpeli Kız’ın ressamını bilmiyor

Daha fazla yazı yok
2024-04-19 16:16:23