A password will be e-mailed to you.

 

 Galata Rum Okulu’nun dersliklerinde sanatçı Kirkor Sahakoğlu’nun “Ütopya” adlı sergisi var. Sahakoğlu sergiyi “Eskiden var olan fakat bugün yaşayamadıklarımızın peşindeyim” olarak değerlendiriyor. Onun aslında ütopya olarak gördüğü yer Yunanistan. Ama hangi Yunanistan? “Benim gittiğim yerde Yannis Ritsos’lar, Kavafis’ler var. Heredot’la buluşuyorum. Bana Yunanistan’ı sevdiren Azra Erhat Hocam ile buluşuyorum. Küçükken annemin bana söylediği Rumca tınılarla buluşuyorum.” diye cevaplıyor. 24 Haziran’a kadar sürecek sergiyi Kirkor Sahakoğlu ile konuştuk.

 

Galata Rum Okulu’nun dersliklerinde yer alan eserlerde bir ütopya arayışı var. Bu ütopya arayışı neden kaynaklandı?

Ütopyanın kelime anlamı, olmayan yer. Aslında öyle bir yer yok. Çok “güzel” bir yaşam sunan, ama nerede olduğunu bilmediğimiz bir “yer”. Bunu bir zaman tüneli olarak da algılayabiliriz. Bu zaman tünelinin bir ucu çok eskilere, tarihe, Helenistik döneme,  mitolojiye, Heredot’a, Azra Erhat’a sonra daha yakın geçmişe; Yunan halkına, rebete, bunalımlara ama dik duruşa gidiyor. Benim Yunanistan ile tanışmam tabii ki önce çocukluğumdaki Rum arkadaşlarla, komşularımızla başlıyor. Gençlik dönemi Rumca şarkılarla devam ediyor. Bir dönem Rum ve Ermeni dostlarımızın Atina’ya göç edişi ile bu kavram hüzünle sarmalanıyor.

Daha sonra master için Milano’da bulunduğumda Ancona üzerinden Adriyatik’teki Yunan adalarına otostop ile gidişler. Sonrasında her yıl Yunanistan’a, adalara tekrar gidişler. Bilhassa yaşadığımız son dönem dünya için bir “anlam kaybı” olarak biçimleniyor beynimde.

Ütopyaları nasıl yarattığımıza değinirsek; Adorno “Hakikatin yalan, yalanın da hakikat gibi göründüğü bir dönemeçteyiz şimdi” derken bunu dünyanın dört bir yanı için söylüyor. Aslında bir anlamda kendi distopyalarımızı yarattık. Biz yarattık ya da başkaları yarattı. Bu sadece benim için geçerli değil. Bazı insanlar şehir hayatından bıkar, kendilerini kırsala doğru götürürler. Onların ütopya arayışları bu olabilir. Ben kırsal arama peşinde değilim. Ben eskiden var olan fakat bugün yaşayamadıklarımızın peşindeyim.

“Ben kırsal arama peşinde değilim” 

Emre Zeytinoğlu’nun katalog metninde belirttiği gibi sizin ütopyanız Yunanistan. Olan bir yer yani. Bu bir çelişki değil mi?

Zeytinoğlu şöyle diyor. “Demek ki ütopyalar kurarken, aynı zamanda “gelecek zaman”ı da kuruyoruz. İç içe geçmiş iki zamanı, aynı anda yaşıyoruz. Zihnimizdeki “o yer”e ulaşabilecek miyiz? O belli değil; belki “o yer” bir gün karşımıza çıkıverecek ve oraya ulaşmanın mutluluğunu yaşayacağız, belki de böyle bir şey hiç olmayacak.”

Yunanistan’da yıllardır gittiğim çok sakin yerler var. İkinci Dünya Savaşı yıllarında öğrendikleri İtalyanca ile benimle konuşan insanlar var. Diğer yandan Syntagma Meydanı’nın etrafında lümpenlerin dolaştığı kafeler ve barlar var. Oranın bazı yozlaşmış insanları yok mu? Tabii ki var. O istemeyeceğimiz, kaçtığımız insanlar orada yok mu? Var. Ama ben bir anlamda onları filtreliyorum.

 

 

Peki, ne var?

Arkanızda yapmış olduğum Avgonima (Adalarda bir köy) resimlerini ben kiminle yaptım biliyor musunuz? Köy halkı ile. Avgonima Sakız Adası’nın üstünde bir köy. Çoğu insana cazip gelemeyebilir. Dükkânı, fırını, bakkalı yok. Orada bir ihtiyarlar cumhuriyeti var. Ben belki de o ihtiyarların yanında kendimi mutlu hissediyorum. Benim gittiğim yerde Yannis Ritsos’lar, Kavafis’ler var. Heredot’la buluşuyorum. Bana Yunanistan’ı sevdiren Azra Erhat Hocam’la buluşuyorum. Küçükken annenim bana söylediği Rumca tınılarla buluşuyorum. Yani benim bakış açım böyle. Tabii ki oportünistim. Ben bir şekillenme, bir kurguda yapıyor olabilirim. Bu konuda kendime karşı da dürüst olmaya çalışıyorum. Zaten böyle bir yer yok ki. O bir hayal ürünü. Dünyada belki de her yer kötüleşti. Ama Gabriel Garcia Marquez Yüzyıllık Yalnızlık’ta bir köyden bahseder. Yapılan araştırmaya göre o köydeki insanlar öldürme eylemi dünyada en az hatta yok olan insanlarmış. Bir gün Papet Adası’nda bir köye gittik. Orada balıkçıların ayinini izledik. Gerçekten adamlar özür diliyorlardı denizden balık aldılar diye. Orada hala o naifliği koruyan insanlar var. Bu burada yok mu? Çok az. Ben böyle bir yaşamın peşindeyim.

“Annemin bana söylediği Rumca tınılarla buluşuyorum”

 

Sizi oraya çeken unutamadığınız bir anınız var mı?

Bir gün Atina’daki dostumuz İra’ya bir ada arayışında olduğumuzu söyledik. “Çok fazla turistik olmayan ada bulabilir miyiz?” dedim. Her adaya turist gidiyor ama bir adaya daha az gidiyor dedi. Furny adası olduğunu söyledi. Ani ile birlikte biraz zor şartlarda gittik. Önce Samos adasına gittik. Bir gün kaldık orada. Daha sonra bir şilep bulduk. Başka bir gemiyle yarım ya da bir saatte gideceğimiz yere biz o şileple yedi saatte gittik. Güzel bir adaydı. Kredi kartı geçmiyor. Hediyelik eşya dükkânı, eczane, kafe ve bar yok. Bakkal da birkaç tane var ama çok küçük. Ve bir tane de kahve var. Ben birkaç kelimenin dışında Yunanca bilmiyorum. Kendimi bir ara o kahvede siyaset meydanı yapar gibi buldum. O zamanlar Çipras’ın durumu ortada. Evet mi, Hayır mı tartışması var o zaman. Gemi marangozları, gemi motorcuları bir köşede. Pansiyon sahipleri bir tarafta. Adamları siyasi olarak birbirleriyle konuşturuyorum. Hangi dilde mi? Bilmiyorum. Onun ağzından lafı alıyorum bir başkasına vücut diliyle anlatıyorum. Sonra emekli bir gemici şunu söyledi. Ben 1900 Euro emekli maaşı alıyordum dedi. Çipras geldi şimdi 880 Euro emekli maaşı alıyorum. Pansiyoncunun biri onun için Çipras’a hayır demen lazım dedi. Hayır dedi adam. Şimdi 1900 Euro’ları borçlanarak ödeyecek dedi. Hâlbuki Çipras bana 800 Euro verecek ama torunumun borcu kalmayacak dedi. Bunu diyen bir yaşlıya ben saygı duyarım.

  

Emre Zeytinoğlu serginin katalog metninde ütopyalar kurarken gelecek zamanı da kuruyoruz diyor. Oysa anladığım kadarıyla siz geçmişi yeniden kuruyorsunuz. Bu anlamda geçmiş insanın ütopyası olabilir mi?

Ben geçmişi yeniden kurmuyorum. Geçmişe bazı dokunuşlar yapıyorum. Geçmişten besleniyorum bugünümü ve yarınımı kurarken. Emre orada onu demek istiyor. Hepimiz bir ümitle yaşarız. Hayatta ümitten daha önemli bir enerji olduğunu zannetmiyorum. Bu ümidin içine yerleştiriyorum geçmişteki iyi şeyleri. Okulumu, eski dostlarımı, özlediğim şeyleri koyuyorum bunun içine. Bunun resmini yapıyorum. Geçmişle bugünle ve gelecek arasında ütopik bir çizgi diyebiliriz buna. Geçmiş, bugün ve gelecekle ilgili çok sarih, bana ait bir yolculuktur… Bu sergi bir yolculuktur zaten.

 

Sergi mekânının Foucault’un “Heterotopya”sıyla bir ilişkisi var mı?

Foucault “heterotopya”da gerçek bir mekânın içerisinde bulunan birden fazla zaman ve uzamı anlatır. Müzeler, kütüphaneler, mezarlıklar… Bölümlere ayırıyor heterotopyayı. Bu serginin burada olmasından sonra bu kavram ortaya çıktı. Bu okula geldiğinizde buranın sergilemesi odalardan oluştuğu için bir heterotopya kavramını doğru buldum. Gerçekten bir heterotopya burası. Burada bir odanın adına “scala” dediysem, evet bir scala.

 

Çağımız distopyalar çağı olarak adlandırılıyor. Korkunun, felaketlerin olduğu bir çağ. Hep birlikte kurtuluşu gerçekleştirmekten ziyade, herkes kendi geleceğini kurmaya çalışıyor. Hep birlikte inanacağımız ütopyalara yer yok mu?

İnsanların idealizmi bir kere tırpanlandı. 1900’lü yılların başında bir buçuk milyar olan dünya nüfusu iki tane Dünya savaşına ve başka yok olmalara rağmen 7 milyarı aştı. Hemen hemen hiçbir yerde gerekli yüzleşme yapılmadı veya çok az yapıldı. Örneğin Yunanistan ve Türkiye arasında gerçekleşen mübadeleye çok dikkatli bakmak gerekir. “20 dolar, 20 kilo” başlıklı sergide de vardı. Bu insanlar çok kısa bir sürede yerlerinden edildiler. Sayıları bugün artık çok az. Şu serginin gerçekleştiği okulda artık çocuk sesleri duyulmuyor. Hep birlikte inanacağımız ütopyalar derken “hep birlikte”nin kaç kişi olduğuna bağlı. Sonuçta beş on yıl önce benim ütopya arayışlarıma kayıtsız kalanlar bugün benimle aynı kaygıları yaşıyorlar. Öyle ki bunu zaman söyleyecek derim.

 

Kirkor Sahakoğlu

“Dedelerim bana bu Arnavut kaldırımını zimmetledi. Ben kime zimmetleyeyim de gideyim?”

 

“Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın” diyen Kavafis’e inat, hep distopyadan ütopyalara yani karşı kıyıdan yardım almaya devam edeceğim diyorsunuz. Buradaki ısrarınız nedir?

Kendimi ipotek altına sokuyorum burada. 1985 yılında master dönemimden sonra Türkiye’ye dönüş yaptığımda bir buçuk aylığına gelmiştim. Milano’da iyi bir dereceyle bitirince okulu, benim Milano’da iş bulma durumum çıktı. Babama dedim ki, “Hadi hep beraber oraya gidelim.” Babam herhalde kendi sağlığından endişe ettiği için, orada çocuğun başına bela olmamayım diye düşündü. Babamın hep söylediği bir şey vardı. “Yavrum dedelerim bana bu Arnavut kaldırımını zimmetledi. Ben kime zimmetleyeyim de gideyim.”

Beşiktaş’taki bizim evin orası Arnavut kaldırımıydı. Ben o zamanlar geri dönecektim. Kötü mü oldu? Hayır ya da evet… Bilemem. Sonra her gün Kavafis’le kavgam oldu. Bu adam sanki bana her gün tokat atıyordu. Başka bir yer bulamazsın, sen burada kocayıp burada öleceksin diyordu. 32 yıldır bana her gün dayak atıyor. Ben eğer Kavafis’e karşı bak senin dediğin olmayacak demesem mağlup olurum. Bu benim için başka mağlubiyetler yaratır. Ben burada muhtemelen kendimi disipline ediyorum.

“Distopyadan ütopyaya geçiş değil”

 

Eserlerinize gelmek istiyorum. Farklı tekniklerle oluşturduğunuz eserlerinizde katmanların yanı sıra yoğun renk kullanımı var. Distopyadan ütopyaya geçişi böyle mi sağladınız?

Distopyadan ütopyaya geçiş değil bunlar. Buradaki eserlerde bilerek bir distopya yaratılmadı. Scala dediğim ilk odada sergilenen eserler sadece tek renk yani siyah hâkim. Hemen yanındaki odada ise renk sayısı ikiye çıkıyor. Tabii ki sizin de söylediğiniz gibi üçüncü odadan itibaren renkler yoğunlaşıyor.

 

Öte yandan eserlerinizde dikkat çeken bir özellikle kimi yerde bir renk diğer bir rengin üzerinde mühür görevi görüyor. Tarkovski’nin sinema yoluyla zamanı mühürlemesi gibi, siz de resim yoluyla zamanı mühürlemek mi istediniz?

Bilmiyorum, sizde öyle bir algı yarattıysa kabul ederim, ancak zamanı mühürlemenin çok da mümkün olabileceğini sanmıyorum. Sonuçta istesek de istemesek de                 “Değişmeyen tek şey değişim…” Fakat gönül bunu pozitif anlamda olsun istiyor.

 

Son olarak kalbinizde, ruhunuzda yeni bir şeyler var mı yakın zamanda sergileyeceğiniz?

Bu sergiden sonra şöyle bir soluklanayım. Bir konsantre olayım ondan sonra yeni çalışmalar gelecektir. Öte yandan buradaki eserler Atina’da sergilenecek.

Üç boyutlu, iki boyutlu yerleştirmeler ekleyeceğim bu çalışmaya. Atina’da da sergilendikten sonra yeni çalışmalara başlarım.

Sonuçta hala Yannis Ritsos’un:

Kim getirecek şimdi size yumuşak körpe yaprağı

düşlerinizi beslemek için gecede?

 Kim bekleyecek zeytinlerin gölgesinde susmasın diye

Ağustos böceği, ona eşlik ederek?…” dizeleri kulağımda yankılanıyor.

Daha fazla yazı yok
2024-04-20 13:29:41