A password will be e-mailed to you.

Hüma Kabakçı koleksiyonunu Pera Müzesi’nde bir sanat tarihçi ve küratör olarak tasnif ederek belirli temalar altında sergileyen Esra Aliçavuşoğlu, koleksiyon yapmaya başlamanın kolay, sürdürmenin hiç de sanıldığı kadar kolay olmadığını belirtiyor ve ekliyor:

"Neyi neden aldığını bilen, topladıklarıyla almak istedikleri arasında bir bağ kurabilen koleksiyonerin en büyük farkı sanırım tarihsel süreci bilmesiyle ilişkili."

Selman Akıl: Hüma Kabakçı koleksiyonunu genel hatlarıyla anlatabilir misiniz? Zaman içinde nasıl değişim göstermiş? Eğilimler ve seçimler nasıl şekilendirmiş koleksiyonu?

Esra Aliçavuşoğlu: Koleksiyonun ilk alımlarını gerçekleştiren Nahit Kabakçı’nın, 1980’lerden itibaren, ağırlıklı olarak Türk sanatı olmak üzere, yapıt toplamaya başladığını görüyoruz. Hemen her koleksiyonerde gördüğümüz gibi, ilk zamanlar müthiş bir iştahla, belli bir eksene bağlı kalmaksızın yapıt satın aldığını izleyebiliyoruz Nahit Bey’in. Ancak, bu koleksiyonu diğerlerinden ayıran ve bugünkü sıradışı biçimine getiren önemli dönüm noktaları var.

Örneğin, 10 yılı aşkın bir süre Nişantaşı’nda Ramko Sanat Galerisi’nin sahipliğini de üstlenen Nahit Kabakçı, 1990 yılında bu galeride “Çağdaş Türk Resmi” başlıklı bir yarışma düzenliyor ve bu Kabakçı Koleksiyonu’nun geleceği ve niteliği için de belirleyici oluyor. Bu yarışmanın en önemli özelliği, seçici kurul üyelerinin tamamının uluslararası müze müdürlerinden oluşması… Bu yarışma için Türkiye’ye gelen müze müdürlerinin, Kabakçı Koleksiyonu’nun varolan biçimine şekil vermesi ve koleksiyonun gelecekte hangi eksenler doğrultusunda gelişeceği bağlamında dönüm noktası oluşturduğunu söyleyebiliriz. Bu yarışma sonrasında Nahit Kabakçı koleksiyonunu yeniden değerlendirip, alanın profesyonellerinin görüşleri doğrultusunda çeşitli elemelerden geçiriyor. Bu dönemden itibaren koleksiyonun her yıl danışmanlar aracılığıyla yeniden gözden geçirildiğini görüyoruz.

Dolayısıyla özellikle 90’lardan itibaren kişisel tutkuların yanısıra bilinçli bir koleksiyon bilinci oluştuğunu izleyebiliyoruz.

Onun vefatının ardından ise Koleksiyon, Huma Kabakcı tarafından yönetilmeye başlandı. Bu noktadan itibaren şüphesiz kimi farklılıklar olmakla birlikte Koleksiyon’un hem süreklilik arz etmesi, hem de yeni bir perspektif kazandığını ifade edebilirim.

 

"Koleksiyona başlamak kadar onu sürdürebilmek sanıldığı kadar kolay olmuyor"

Anı ve Süreklilik sergisinin Hafıza, Formları Şekillendirmek, Akışkan Kimlikler, Modernite ve Yüz Yüze konseptleri kişisel olabildikleri kadar çağdaş siyaset felsefelerinde yerleri olan politik bir bakıma oldukça da popüler konseptler. Sergideki eserlerin kendi güçlerinin bu kavramların gücü altında ezilmesi olasılığı yok mu? 

Esra Aliçavuşoğlu: Sizin de değindiğiniz gibi bu başlıklar başlıbaşına “yüksek sesli” temalar. Bunun bilincinde olarak bu başlıkları özellikle bir araya getirdik. Birçok farklı başlık da olabilirdi. Ama koleksiyondaki yapıtları yan yana ya da alt alta koyduğumuzda kimi kavramların ön plana çıktığını gördük. Şüphesiz koleksiyona alım yapılırken bu başlıklar Nahit ve Hüma Kabakçı’nın kafasında yoktu. Ancak koleksiyonun geldiği nokta itibariyle bu başlıklar doğal bir kategorizasyon olarak karşımıza çıktı. Bu da aslında kendi içinde tutarlılığı olan, belli bir disiplin içinde koleksiyon oluşturma mantığı izlendiğini ortaya koyuyor.

Bir de tabii şöyle bir gerçek var: bazen onlarca iş sergilersiniz belirlediğiniz temanın altında ezilir ki bunu kimi uluslararası büyük sergilerde sıklıkla görüyoruz, bazen de öyle güçlü işler vardır ki belirlenen bağlamı ezebilir. Bu sergiyi oluştururken bu dengeyi sağlamaya çalıştığımızı söyleyebilirim. Yapıt ve kavram paralel yürüyecek diye bir kural yok elbette, kimi zaman birbirinin önüne geçmeler olacaktır.

 

Bu serginin katalogu için yazdığınız yazıda özellikle 1980’lerde gerçek anlamda başladığını belirttiğiniz Türkiye’de koleksiyonların ve koleksiyonerciliğin geleceğini nasıl görüyorsunuz? Kuşaklar değişiyor gördüğümüz gibi. Değişen bu kuşaklarla ne değişiyor ya da ne değişebilir?

Esra Aliçavuşoğlu: Türkiye’de koleksiyonerlik uzun yıllara dayanan bir geçmişe sahip değil. Bunun nedenlerini, koleksiyon yapmaya iten dürtüleri ve ulusal/uluslararası koleksiyon yapma/yapamama mantığını sergi için yayınlanan katalogda ayrıntılı olarak anlattım. Özellikle 1980’leri bilinçli koleksiyonerlerin devreye girdiği dönem olarak tanımlayabiliriz ama bu bilincin ikinci kuşak koleksiyonere geçmesi sanıldığı kadar kolay olmuyor. Dolayısıyla koleksiyona başlamak kadar belki de daha önemlisi sürdürebilmek. Bu bağlamda “neden koleksiyon yapıyorum” sorularına cevap veren ikinci kuşaklar bu alanının geleceğinin belirleyicileri olacak.

Örneğin, önceleri sadece tuvallerle oluşturulan koleksiyonlar, ikinci kuşakların devreye girmesiyle video ve dijital sanat çalışmalarına da ilgi duyabiliyor ya da birinci kuşaktan daha cesur davranabiliyor. Bir anlamda gelecekte koleksiyonları yönetecek kuşakların neye yöneleceği, sanatın nasıl evrileceği ile doğru orantılı aslında.

 

Sizce bu koleksiyonun nasıl bir sesi var ?

Esra Aliçavuşoğlu: Hüma Kabakçı koleksiyonunu diğerlerinden ayıran önemli farklar var. Nahit Kabakçı koleksiyon oluşturmayı bir tutku olarak görüyor ve bunu bir yan uğraş olarak değil tam zamanlı bir “iş” olarak tanımlıyor. Bu durumun koleksiyonun sesine yansımaması mümkün değil elbette. Hüma Kabakçı koleksiyonu kendine eksenler belirlemiş bir koleksiyon. Özellikle baktığı ve takip ettiği coğrafyalar var. Her iki kuşak da genç sanatçılara destek oluyor ve onlara koleksiyonlarında yer veriyor. Bu koleksiyon serginin başlığında olduğu gibi hayatın, sanatın, koleksiyonun sürekliliğine işaret eden bir iç "ses"e sahip. İçi özellikle belli bir dönemden sonra bilinçle örülmüş, yeni kuşağa da bu bilinç devşirilerek ivme kazanmış renkli bir "ses" diyebiliriz.

 "Sanat ve özelikle çağdaş sanat söz konusu olunca bu soruya magazin dergilerinde yer alan popüler ikonların klişesiyle "moda üstüne yakışanı giymektir" demek ne yazık ki mümkün değil. "

Bu sesi duyamıyoruz pek çok koleksiyonda ve özellikle sizin gibi sanat tarihçileri bu koleksiyonlara ses verme açısından hayati öneme sahip. Siz bu anlamda koleksiyon yapanlara ne gibi önerilerde bulunursunuz? Neye göre almalılar?

Esra Aliçavuşoğlu: Koleksiyon yapmak oldukça öznel bir süreç ve her koleksiyonun başlangıcında kendi beğenisini ve sesi var elbette. Bir sanat tarihçisi olarak koleksiyon bilincinin sanat tarihi bilmekten geçtiğini söyleyebilirim; bu bizim coğrafyamız için özellikle vurgulanması gereken bir olgu. Neyi neden aldığını bilen, topladıklarıyla almak istedikleri arasında bir bağ kurabilen koleksiyonerin en büyük farkı sanırım tarihsel süreci bilmesiyle ilişkili. Öbür türlüsü sadece modalar ve piyasanın yönlendirmeleriyle oluşuyor. Bu oluşuma bir noktada bilinçli müdahale olmazsa süreklilik gerçekleşmiyor. Bunu her koleksiyoner bir sanat tarihçisi kadar bilmelidir anlamında “yüksek perdeden” dile getirmiyorum. Sanatın kültürel mirastan beslenen mutlak sürekliliği var elbette. Diğer yandan da mülti-disipliner olması nedeniyle kestirilemez olma özelliği de var ki bu da durumu daha karmaşık hale getiriyor. Oysa bu işi daha ciddi ele almak isteyen, günümüz sanatının dinamiklerini yakalayan ve geleceğe yansıtacak şekilde işler yapmak isteyenler için sanat ve özellikle çağdaş sanat uçsuz bucaksız, "çok sesli" bir dünya vaat ediyor.

 

Zevk nedir peki? Zevk sahibi doğuştan mı olunur sonradan mı?

Esra Aliçavuşoğlu: Sanat ve özelikle çağdaş sanat söz konusu olunca bu soruya magazin dergilerinde yer alan popüler ikonların klişesiyle "moda üstüne yakışanı giymektir" demek ne yazık ki mümkün değil. Bu ilginç bir süreç… Bundan on yıl önce bienallerde "Amaaan bunu ben de yaparım" diyen insanları sanat fuarlarında boy gösterirken görüyoruz. Sanatta zevk sahibi olabilmek için koltuk/renk korelasyonunun ötesine geçmek gerektiğini bir kez daha yinelemekte yarar var mı bilemiyorum. Burada elitist bir bakış açısından bahsetmiyorum. Aksine günümüz sanatının elitizm barındırmadığını görebilmek için bilgi sahibi olmanız gerekiyor, bu da ancak kendinizi geliştirmekle mümkün.

 

Bir sanat tarihçisi olarak modern eserlerimizin tecrübe edemeyişimizle ilgili nasıl sıkıntılar yaşıyorsunuz?

Esra Aliçavuşoğlu: Türkiye gibi sanat yapıtlarının sergilendiği kurumların sayısının bir elin parmaklarıyla ifade edildiği bir ülkede sanat tecrübesi edinebilmek hakikaten çok zor. İşte Türkiye’nin tartışmasız en zengin koleksiyonuna sahip Resim Heykel Müzesi ve ama öyle ama böyle geniş bir sergileme alanına sahip AKM yıllardır kapalı. Devletin neredeyse tamamen elini çektiği bir alanı üç-beş özel müze kapamaya çalışıyor. Bu anlamda sanat tarihçileriyle, koleksiyonerler çocuklarımızla aynı kaderi paylaşıyor aslında. Sanat tarihine yön verenleri izleyebilmek için internet, sanat tarihi kitapları, fotoğraflar yegane deneyimleme alanları. Bu tecrübesizlik hali bütün alanlara domino etkisi yaratıyor.

 

Bu sergiyi yaparken duygusal bağ kurduğunuz bir iş oldu mu? Hangisi?

Esra Aliçavuşoğlu: Açıkçası böyle bir bağ kurduğumu söyleyemeyeceğim. Ancak, serginin birinci bölümünü oluşturan Hafıza, içinde anıları, ölümleri ve hikayeleri barındırdığı için daha baskın bir duygusallık yarattı diyebilirim.

Daha fazla yazı yok
2024-04-20 00:58:24