“Maruz”, geçtiğimiz günlerde Kurbağalı Dere, Yoğurtçu Parkı girişindeki köprü üzerinde yerini aldı. Hem tehditkar hem şiirsel bir görsellik üreten bu çalışma, 14. İstanbul Bienali paralel etkinlikleri çerçevesinde, doğal sürecin izin vereceği güne kadar görülebilir. 

Özgül Arslan, 1990’lı yılların ortasından itibaren sürdürdüğü sanat pratiğinde bireyselden toplumsala çok katmanlı bir imge dağarcığı biriktirdi. Üretimlerinde resmi ideolojiler, eril iktidar ve tüketim kültürü tarafından şekillendirilen ‘kadın’ imgesini merkezine alan bir anlatımı benimseyen sanatçı, geniş bir çerçeveden, kadın kimliğinin toplumsal yapıya dahil olma tarzları, benimsenme pratikleri ve yaşamsal dinamikler içindeki konumunu düşünme fırsatı yaratmakla ilgilendi. Resimden fotoğrafa, videodan enstalasyona farklı mecralarda ortaya çıkan üretim çeşitliliği Özgül Arslan’ın hem güncel gerçekliğe dokunuşunda hem de günümüz sanatının çoğul estetiğine yönelik yaptığı vurguda kendini göstermeye devam ediyor. Sanatçının, toplumsal olguları, ilişkileri, yaşam biçimleri ve bireysel deneyimlerini sanatsal yaratıcılığa dönüştürdüğü araçların değişkenliği, pratiğini açık ve canlı tutuşunun da göstergesi. Arslan’ın, yaşamsal dinamikler üzerine gerilimli bir karşılaşma alanı yarattığı çalışmalarından biri olarak mekana özgü-kamusal alan yerleştirmesi “Maruz”, geçtiğimiz günlerde Kurbağalı Dere, Yoğurtçu Parkı girişindeki köprü üzerinde yerini aldı. Hem tehditkar hem şiirsel bir görsellik üreten bu çalışma, 14. İstanbul Bienali paralel etkinlikleri çerçevesinde, doğal sürecin izin vereceği güne kadar görülebilir.

 

Derya Yücel: Özgül, son dönem üretimlerinde formsal/sanatsal geleneği, değişen durum/koşullara uygun görsel karşılaşmalara dönüştürmekle ilgilendiğini söyleyebilirim. Ağartıcılarla silerek ortaya çıkardığın kumaş resimlerin, resimlerinden fırlamış gibi görünen yerleştirmelerin ve domestik anları/sahneleri aktaran videoların… İç dünyanla, dışarıdan maruz kalınan gündelik hallerin sürekli mücadelesinden doğan bu karşılaşma alanlarına geçtiğimiz günlerde bir yenisini daha ekledin. “Maruz” isimli bir kamusal alan yerleştirmesi.

Özgül Arslan: Genel olarak sanat üretimimde kimi zaman daha içsel ve metaforik kimi zaman daha direkt ve dolaysız olarak dış dünyadan dayatılan her türlü isteme karşı bir tepki alanı yaratmakla ilgilendim. Bu bazen ataerkil söylemler, cinsiyet, kimlik bazen de teknoloji, toplum ve gündelik yaşam üzerine oldu. Ama benim için arayış, ilgi alanımdaki kavramlar üzerine üretim formlarımda farklı metodları denemek demek. “Maruz”da onlardan biri aslında.

 

D.Y: Belki de önce ‘neden’le başlamak yerinde olur. Sonrasında süreci anlatmanı isteyeceğim. Aslında Kadıköy’ün çok uzun yıllardır varolan bir çevre sorunu, özellikle son yıllarda gerçekleşen yanlış planlama ve ıslah çalışma(ma)ları sonucunda başedilemez bir hale geldi. Medyada da son aylarda kamuya duyurulmaya başlanan Kurbağalı Dere’nin yarattığı kirlilik oldukça geniş bir yerleşim alanını etkilemesinin dışında Fenerbahçe koyundan Marmara Denizi’ne de akmasıyla ciddi boyutlara ulaştı. Sen de bu alana yakın bir lokasyonda yaşıyorsun, dolayısıyla direkt olarak yaşamına müdahil olan bir durumla karşı karşıya kaldığın bir olgudan yola çıkıyorsun.

ÖA: Evet. Çalışmanın metninde de belirttiğim gibi, her çöplük bir bakıma toplumun belleğidir. Kurbağalıdere’ye de karışan her çöp ve pislik yok olmayarak gitgide başa çıkılamaz hale geldi. Derenin bir asırdan fazla zamandır biriktirdikleri, tiksinti ve nefret etkisini daha ileri boyuta ulaştırarak; “iğrençliğiyle” denize karışarak, tehdit etmeye ve bulaşıcılık hissini korumaya devam ediyor. Bu durum yağmur ve taşkınlarla birlikte kıyıları, yaşam alanlarını da etkiliyor. Bu projeyle, ekolojik bir mesele üzerinden, direkt olarak yaşamımızda maruz kaldığımız her türlü duruma işaret etmek istedim. Bunu görselleştirme noktasında ise uzun zamandır üretimlerimde kullandığım ‘perde’yi seçmem rastlantı değil elbette. Perde, eve, evin temizliğine, mahremine ait olan ve bunların dışarıdan korunmasına destek veren ve dışarısı ile olan temasını kesen bir materyal. Yerleştirmede kullandığım, eteklerinde doğa referanslı dantel motiflere sahip bu tül perde; temas ettiği, dolayısıyla “maruz” kaldığı evsel atıklardan oluşan tıkanıklığa seyirci kalan köprüden salınıyor. Perde, ağır ağır kirleniyor. Bazen yağmurla yükselen sular bu süreci hızlandırıp daha sert ve yıpratıcı hale getiriyor.

 

D.Y: Aynı zamanda da bir kamusal alan projesi olarak “Maruz”, İstanbul Bienali paralel etkinliklerine dahil oldu. Bana göre içerik olarak bienalin kavramsal çerçevesi ile gerilimli bir ilişkisi de söz konusu. Kurbağalı Dere’de yaşandığı gibi “Tuzlu Su” bazen de sızamıyor, hatta tam tersi bir bulaşma, temas etme durumu yüzeye çıkıyor. Burada da yaşama, eyleme ve düşünme biçimlerine bulaşan kötücüllük metaforundan bahsedebilir miyiz? Maruz kalınan tarafından yavaş yavaş ele geçirilme, kapsanma durumu gibi…

ÖA: Aslına bakılırsa bu proje tasarım olarak ortaya çıkmıştı yalnız teknik olarak kurgusu üzerine çalışıyordum. Bienal’in kavramsal çerçevesi duyurulduktan sonra, bu içeriğin yerelle olanla ilişkisi üzerine projeyi tekrar ele aldım. Bu anlamda bienal, işin zamanlamasını tetikledi diyebilirim. Bu işte olduğu gibi sanatçı olarak üstlendiğim sorumluluğun “görünür” hale getirmek olduğunu düşünüyorum. Bienalin açık denizde yol alan coşkulu gemisine, gittikçe başedilemez bir kirlilikle kendi haline terkedilmiş bir kıyıdan el sallamaya benzetiyorum bu durumu. Görünürlük kazandırmak belki değişimi başlatabilir, farkındalığı artırır diye düşünüyorum… Maruz kalmak burada bir metafor tabi. Yalnızca ekolojik değil, toplumsal, politik, ekonomik… her türlü sistemde olduğu gibi maruz kaldığımız tüm söylemler karşısında geçici çözümler, kısa süreli yamalar, gündelik hesaplar üzerinden çözümler aranıyor. Maruz kaldıklarımız zamanla içimize sızıyor, bizi kendine dahil ediyor.

 

D.Y: Bu yerleştirme, resimsel dil ve gösterge ile kurduğun angajmanı görsel olarak farklı mecralara da taşımayı tercih ettiğinin altını çiziyor sanki. Resimlerinde de olduğu gibi görünürde izlenen “huzurlu” atmosferin örttüğü gerilim ve kaygıyı, sembollerin işlenişinde açığa çıkarıyorsun. Aynı sahne içinde izlenen zıtların birlikteliği çalışmanın görselliğini de etkiliyor. Bir yanda perdenin temizliği/beyazlığı, rüzgarda salınması, dalgalanması karşısında izleme eylemi diğer yanda balçık, pislik ve kokuya maruz kalınan bir alandan bir an önce ayrılma isteği… Görsel olarak gerilimli bir şiirsellik söz konusu. Travmatik bir coğrafyada sanat aracılığıyla “arınma”nın niyetine de referans veriyor hatta biraz tersyüz ediyor, ruhsal bir kirlenmeden sanat aracılığıyla nasıl sağ çıkabiliriz?

ÖA: Burada perdenin etkisi, bir tür ‘örtme’, açığı kapatma, deşifre etmeme eylemine de referans veriyor. Ama yarı şeffaf olduğu için geçirgenlik söz konusu ve birbirine temas eden zıtlıkların birbiri içine sızması gerilimi yaratıyor. Nasıl ‘arınırız’ bilmiyorum… Bu nedenle üretimlerim, gündelik yaşamda krize ve kesintiye uğratılmanın görsel şifrelerine sahip ve zorunlulukların, koşulların, seçimlerin törpülediği süreçlerle ilgili. Bu da, sanatsal üretim ile sanatçı varoluşunun kırılganlığına karşı bir tür yüzleşmenin/kabullenmenin bir ifadesi olarak görülebilir.

Daha fazla yazı yok
2024-03-29 13:03:22