Soru şu: Melih Gökçek’in heykelleri bir zevksizlik olarak görülüyor ve küçümseniyorsa bunun güncel sanat ile bağı nedir? Aynı heykeller İstanbul Bienali’nde görünseydi nasıl bir algı üretecekti? Melih Gökçek bir küratör mü olacaktı? Tabii ki değil! 

Neşeli bir yazıya üzücü bir örnek ile başlayalım: Amerika’da geçtiğimiz yıl okul yıllığına kedisiyle fotoğrafını koyduran Draven Rodriguez isimli genç evinde ölü bulundu. Schenectady Lisesi mezunu olan Rodriguez (17) mezuniyet öncesi çok sevdiği kedisi Mr. Bigglesworth ile çektirdiği fotoğrafı okul yıllığında kullanmış ve kısa süre içinde dünya çapında fenomen olmuştu. Fotoğrafta takım elbise giyen ve kucağında kedisi olan Rodriguez’in fotoğraf fonunda da pembe ve mavi lazer ışınları görülüyordu. Star Wars furyası hazır tazeyken; mesele çok açık: Draven Rodriguez’in bütün samimiyetiyle yaptığı fotoşop kolaj kiç bulunmuş, viral bir etkiyle paylaşılmıştı. İçten bir okul yıllığı görselinin dalgaya alınmasının bir ergen üzerindeki travmatik etkisini düşünmek bile istemiyorum. Yani kiç ile dalga geçmek bir cana mal oluyordu. Aslında bu Rodriguez’in canını alan bu strateji çok tanıdık. Mesela bizde bir dönem Apaçi görselleri üzerinden de işlemiş; yeni orta sınıfa neşe dolu zamanlar geçirmişti. Bugün Star Wars’ın BİM’de satılması üzerine dolanan capslar da benzer bir yöntemle yapılıyor.

Ben meselenin bu yönünden çok “kasıtlı kiçleştirme”, camp’leştirerek “görünür” kılma ve alt sınıfları groteksleştirme gibi güncel sanatta hakim olan bazı stratejiler üzerinde durmak istiyorum. Bahsettiğim bu stratejiler dünyada çok olmasa da Türkiye güncel sanatında fazlasıyla hakim olan stratejiler. Sağolsun sevgili Işıl Eğrikavuk geçen gün bir 2015 yılı dökümü yaptı kendince. “2015 Türkiye’sinin güncel sanatla yarışacak en iyi on eseri” başlığını taşıyan yazı fazlasıyla ironik ve keyif vericiydi. Özetle yazı Melih Gökçek’in Ankara robotlarından AKP rüküşlüğüne, Rusya’yı protesto için kendi şarkı cd’sini yakan türkücüye, AKSaray’daki asker kıyafetlerine, saldırıdan korunmak için Oz büyücüsü gibi metalik giysi giymiş Kütahyalı postacıya çoğunu bildiğimiz bir “zevksizsizlik” ve acayiplik defilesi sergiliyordu.

Yani özetle: Yurdum İnsanı gariplikleri. Buraya kadar anlamak zor değil. Oysa bunun neden güncel sanata benzediği sorusu ciddi ve bu ülke için düşünülmesi gereken yönler barındırıyor.

Soru şu: Melih Gökçek’in heykelleri bir zevksizlik olarak görülüyor ve küçümseniyorsa bunun güncel sanat ile bağı nedir? Aynı heykeller İstanbul Bienali’nde görünseydi nasıl bir algı üretecekti? Melih Gökçek bir küratör mü olacaktı? Tabii ki değil! Ama başkası yapsaydı elbette olacaktı; Jeff Koons ya da Murakami referansıyla kocaman bir metin eşliğinde.

Fakat şuradan başlamak gerekiyor: Türkiye’de 1990 sonrası, yeni palazlanan yeni orta sınıfın en sevdiği strateji, içinden geldiği alt- geleneksel orta sınıfın alışkanlıklarını (habitus) görünür kılıp, parodileştirererk bir ayrım ve kültürel sermaye kazanmaktı. Yurdum İnsanı gibi adlandırmalar üzerinden Sümerbank pijamasını görünür kılmak gibi…

Türkiye güncel sanatı, benim 88 Kuşağı dediğim 1968-1974 doğum dilimli bir sanatçı kuşağı tarafından bu “boşunalığı” göstererek birçok güncel sanat yıldızı yarattı elbette. Yeri geldiğinde ablak köylü tiplemesinden maganda ve zontaya birçok grotesk figürü kendince kullanmayı bildi. Beyaz çoraba sokulan Marlboro paketleri gibi. Çok banal! Bu ülkede eskisi kadar olmasa da benzer stratejiler, özellikle de kasıtlı kiç, yani kiç olanı, (alt sınıfların kiç olduğunun farkında olmadığı bir durumu, kontürleyerek, pastiş bir algıya indirgemek) ve pozlandırarak görünür kılma dediğimiz camp hala iyi prim yapıyor.

Hemen bir itiraz gelebilir: ne yani onların yaşadıkları da bu; onları mı savunuyorsun diye. Hayır elbette!

Bugün AKP’nin tabanı olan alt-orta sınıflara güvenilmeyeceğini elbette biliyorum. Tarih boyunca ezilen alt sınıfların kurnazlık ve direnme (metis) strajeilerinden de haberim var. Karagöz refleksi yani. Hacivat’a kafa geçiren…

Benim dikkat çekmek istediğim bu stratejilerin; küçümsemek istediği kesimler kadar sorunlu “mutena” bir kesimin kendini temize çektiği, parodi, fark ve ayrım ürettiği bir kültürel mekanizma olarak işlemesi. Sorun burada! Aksaray’dan kiç bir otel veya pavyon tabelasını galeriye getiren yordamda.

Örneğin güncel sanatın yıldızlarından Halil Altındere’nin cüce güvenlik memuru nerede duruyor? Zevksiz ve doğal bir çaresizlik içinde mi? Yoksa başka bir “gözü” imtiyazlandıran seçkin bir başka “mutena” gözde mi?

Soru çok açık! Yani kendisi de “mutena” güncel sanat kafasındaki Işıl Eğrikavuk’un listesi, eski ve bayatlamış bir “fark” mekanizmasını tekrar imtiyazlandırmaya çalışıyormuş gibi…

Bence buna cüce güvenlik memuru karar verecektir. Korkumuz ve yemekten bıkmadığımız lezzetli yemeğimiz bu zaten.

Daha fazla yazı yok
2024-03-28 13:09:34