A password will be e-mailed to you.

Fütürist alternatif evrenlerde geçen bilim-kurgu filmlerinde “seçilmiş kişi” temasıyla sıkça karşılaşırız. Bu janrın en eski örneklerinden olan ‘Metropolis’te de durum aynıdır. Weimar dönemi Almanya’sının insanlar arasında yarattığı güvensizlik ortamı filmin atmosferine etki eder. İki çatışan grup; isyanın eşiğindeki işçiler ve baskıcı işverenlerin arasında köprü kurmak için seçilmiş birine ihtiyaç vardır. Seçilmiş kişi kavramı semavi dinlerden bile önce hep vardır ancak İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş’tan sonra büyük bir popülerlik kazanır. Savaşın getirdiği yıkım, her an kapıdaki nükleer savaş tehdidi stabil olmayan bir dünya yaratmıştır ve yıkımın eşiğindeki dünyaya denge gelmelidir. Mitolojik hikayelerle fantastik bilim-kurgu filmleri arasında var olan bu ortak nokta, arada bir benzerlik kuruyor. Nasıl Theseus Giritli’leri, Prometheus ise insanlığı kurtarıyorsa, Luke Skywalker da evreni kurtarmalıdır.

Star Wars filmlerinde büyük bir Kurosawa etkisinden bahsedebiliriz. “The Hidden Fortress” ve “A New Hope” filmleri arasındaki benzerlik oldukça barizdir. Birebir uyarlama olmasa bile tematik benzerlikler göze çarpar. Luke Skywalker’ın da aralarında olduğu, evrensel barışın muhafızları ve eski bir elit savaşçı birliği olan Jedi’lar, Samuraylardan uyarlamadır. Kullandıkları silahlar, üstün dövüş yetenekleri, katı disiplin, fedakarlıkları, zekaları ve spiritüel bir enerjiyle bağlantı içinde olmaları (filmdeki “Güç/the force”u, pagan Japon dininin bir uyarlaması olarak görebiliriz), Samuray denen soylu Japon savaşçılarının özellikleridir.

“Güç” kavramı, hikayenin temelini oluşturur; böyle bir enerjiyle bağlantı içinde olması sonucu Luke Skywalker İmparatorluğu yok edebilecektir. Bu enerjiye gösterilen saygı ise kahramanın doğru ve yanlış ayrımını (doğal olarak izleyicinin de) belirler. “Güç”ü, eski Japon dininin bir yorumu olarak kabul edersek, Japon mitolojisinin hikayenin özünü oluşturduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca filmdeki Japon kültürü etkisi bu kadarla da sınırlı değildir.

Sith Lordları, Star Wars evreninin güçlü ve acımasız antagonistleridir. Bu karakterlerle kişileştirilmiş olan antagonizma “Güç”ün karanlık tarafıdır. Jedi’ların aklındaki bir yozlaşma ya da çılgınlık onları karanlığa çekebilir ve güç sahibi olma tutkusuyla gözlerini kör edebilir. Böyle bir antagonizmanın varlığı, antagonistleri bir kere ve son kez yok edilmesi gereken bir çete olmaktan çıkarıyor. Hikaye evrenindeki antagonizma, Luke Skywalker İmparatorluğu yok ettikten bin yıl sonra bile çılgınlığa sürüklenmiş bir Jedi’ın aklında filizlenebilir ve onu bir Sith Lorduna dönüştürebilir. İyiliğin ve kötülüğün, ayrılmaz bir bütünün parçaları olması, Japon kültüründeki Ying-Yang felsefesinin bir tezahürüdür; iyi  ve kötü arasındaki savaş, asla sonu ermeyecek bir döngüdür.

Tematik benzerliklerin yani sıra, iki filmin hikaye örgüleri arasında da benzerlik olduğunu yadsıyamayız; kılık değiştirmiş  prensesi güvenli bölgeye götürmek ve yanında hayati öneme sahip materyaller taşımak (iki yüz parça altın, Star Wars’da Ölüm Yıldızı’nın planları olarak belirecektir). Ayrıca General Tadokoro’nun filmin sonunda taraf değiştirmesini, Star Wars üçlemesinin son filminde Darth Vader’ın taraf değiştirmesine benzetebiliriz. Ne var ki bu benzerliklere rağmen “A New Hope”u bir uyarlama olarak görmek yanlıştır.

Kurosawa’dan ayrıldığı noktalar

Mitolojik anlatıların özelliklerinden biri de karakterlerinin arketipik olmasıdır. Her ne kadar Star Wars karakterleriyle “The Hidden Fortress” karakterleri arasında benzerlikler bulunsa da Kurosawa filminin karakterleri, çeşitli durumlara istinaden farklı karakter özellikler sergilerken Star Wars karakterleri arketipiktir. Cesur kahraman Makabe Rokurota , düşmalara karşı  hatta yeri geldiği zaman prensese karşı bile Christopher Vogler’in tanımladığı “trickster” arketipinin özelliklerini sergiler. Film boyunca “ally”ların, para tutkusu sayesinde “treshold guardian”lara dönüştüğünü görebiliriz. Star Wars’da ise çok yönlü karakterlerin, arketiplere indirgendiğini görürüz; hem “hero” hem de “mentor” özelliği taşıyan Makabe Rokurota Luke Skywalker ve Ben Kenobi olarak iki karaktere bölünmüştür. İki gönülsüz yardımcı Star Wars filmlerinde hizmetkar robotlar olarak karşımıza çıkar ama ek olarak Tahei ve Mateshichi’nin açgözlülükleri Han Solo, ilkellikleri de Chewbacca olarak kişileştirilir.

Mitolojik anlatılar arketipik karakterlere sahiptirler ve bu çeşit karakterlere sahip olması Star Wars’u bir modern mitolojiye dönüştürür. Bütün mitlerde ve Star Wars’da da olduğu gibi, hikaye sadece kahramanın yolculuğuna odaklanmıştır ve tek bakış açısı ona aittir. Kahraman çizgisel bir anlatıda yolculuk eder, karşılaşılan yan karakterler kahramanın amacını gerçekleştirmesine ya yardım eder ya da onu engellemeye çalışır; yani sadece kahraman üzerinden tanımlanırlar. Ayrıca Star Wars’da gördüğümüz “antik gelecek” teması, onu mitolojik kılan öğelerden bir tanesi.

2001:Space Odyssey filminde tasvir edilen yepyeni teknolojik aygıtlara Star Wars’da rastlayamayız. Tabii ki de bir bilim-kurgu filmi olarak Star Wars bize teknolojik aletlerle dolu bir dünya sunar ama hikaye evreninde, gerek kendiler gerekse kullanım şekilleri ilkeldir.

Modern bir mitoloji olarak Star Wars sınırsız bir hikaye evrenine sahiptir. Sekiz filmin hikayesi sayısız çizgi roman ve bilgisayar oyunuyla desteklenmiştir. Ayrıca fantastik film serileri arasında en büyük hayran kitlesine sahip olan film Star Wars’dur. 2001 yılında birçok ülkede vatandaşlar, nüfus kağıtlarındaki dini inanç bölümüne “Jedi” ya da “Jediism” yazdırmıştır.

Daha fazla yazı yok
2024-04-19 11:44:24