A password will be e-mailed to you.

Cumhurbaşkanı’nın Almanya başkanıyla birlikte oturduğu süslü koltuklardan hareketle 1908 tarihli Adolf Loos’un Süsleme ve Suç başlıklı makalesinden bazı bölümleri değerli çevirmenimiz Özlem Akarsu’nun taze çevirisiyle yayınlıyoruz.

 İnsan embriyosu ana rahminde hayvanlar aleminin tüm büyüme evrelerinden geçer. Doğum anında, insanın algıları yeni doğmuş bir köpek yavrusununkine eşittir. Çocukluğu insanlık tarihine denk düşen tüm dönüşümlerin içinden geçer. İki yaşındayken bir Papua’lı (Yeni Gine’li bir insan) gibi görür, dört yaşındayken bir Töton gibi, altı yaşında Sokrates ve sekiz yaşında Voltaire gibi.

Sekiz yaşına geldiğinde, onsekizinci yüzyılda keşfedilmiş bir renk olan, menekşe renginin farkına varır çünkü bundan önce menekşe rengi mavidir ve mor kırmızıyı andırır. Bugün fizikçiler güneş tayfında yer alan ve çoktan isimlendirilmiş olan ama tanınması gelecek kuşaklara bırakılmış renklere işaret ediyorlar.

Çocuk ahlakdışıdır.

Bize göre Papualı da ahlakdışıdır. Papualı düşmanlarını katleder ve bir çırpıda yalayıp yutar. Suçlu değildir. Bununla birlikte, modern insan birini katleder ve yerse o ya suçludur ya da yozlaşmıştır. Papualı derisine, sandalına, küreğine, kısaca elinin vardığı her yere dövmeler yapar. Suçlu değildir. Dövme yaptıran modern insan ya suçludur ya da yozlaşmıştır. Mahkumlarının yüzde sekseninden fazlasının dövme taşıdığı hapishaneler var. Henüz tutuklanmamış olan mahkumlar örtük suçlular ya da yozlaşmış aristokratlardır. Dövmeli bir insan özgür olarak ölürse, bu onun adam öldürmeden birkaç yıl önce ölmüş olmasından dolayıdır.

İnsanın yüzünü ve ulaşabildiği her şeyi süsleme dürtüsü plastik sanatların kökenini oluşturur. Bu dürtü resmin boşboğazlığıdır. Sanatların tümü erotiktir. Ortaya çıkan ilk süsün, yani haçın erotik bir kökeni vardır.

İlk sanat yapıtı, ilk sanatçının mağaranın duvarını boyamasıyla gerçekleşen ilk sanatsal eylemi, insanın kendi doğal aşırılıklarından kurtulması için yapılmıştır.

Yatay bir çizgi: sırt üstü uzanan bir kadın. Dikey bir çizgi: onu delip geçen bir erkek. Bunu yaratan erkek Beethoven’la aynı dürtüyü hissetmiştir, Beethoven’ın Dokuzuncu Senfoni’yi yaratırken hissettiği neşenin aynısını yaşamıştır. Ama içsel bir dürtüyü tatmin etmek için duvarları erotik sembollerle boyayan zamanımızın insanı suçludur ya da yozlaşmışdır. Çok açıktır ki bu dürtü insanı galebe çalmıştır, bu tür dejenerasyon semptomları kendilerini en güçlü biçimde genel tuvaletlerde ifade ederler.

İnsan bir ülkenin kültürünü o ülkenin lavabolarının duvarlarının boyanma derecesine bakarak ölçebilir. Çocuklarda bu doğal bir olgudur: onların ilk sanatsal ifadeleri duvarlara erotik semboller karalamaktır. Ama Papualı ve çocuk için doğal olan, modern insanda bir dejenerasyon semptomudur.

Ben şu gözlemi yaptım ve dünyaya ilan ettim:

Kültürün evrimi günlük hayatta kullanılan nesnelerin süsten arındırılmasıyla eş anlamlıdır.

Dünyaya yepyeni bir neşe kaynağı tanıtmayı düşündüm: ama o bunun için bana teşekkür etmedi. Aksine bu fikir mutsuzluk ve umutsuzlukla karşılandı. Kasveti kalıplaştıran şey süsün bundan böyle üretilemeyecek olması fikridir.

Ne! Yalnız mıyız, ey ondokuzuncu yüzyılın insanlar! Herhangi bir Siyah’ın yapabildiğini biz bundan böyle yapamayacak mıyız ya da bizden önceki insanların yapmayı becermiş olduklarını? İnsanoğlunun önceki yüzyıllarda yaratmış olduğu bu süssüz nesneler hoyratça çöpe atıldılar ve yok edildiler.

Şarlman Hanedanlığı döneminden kalan bir marangoz tezgahına sahip değiliz, bunun yerine küçücük bir süsü dahi olan her türlü saçmalık toplandı, temizlendi ve kendileri için yapılan gösterişli saraylarda sergilendi, insanlar sergi bölümleri arasında hüzünle dolaştılar.

Her dönemin kendine özgü bir tarzı vardır: bizim dönemimizin bir tarza sahip olmayı reddeden tek dönem oluşunun nedeni nedir? “Tarz”dan kastımız süstür.

Ben de diyorum ki: “Ağlamayın. Farkına varın! Dönemimizi çok önemli kılan şey yeni süsler üretebilme kapasitesine sahip olmamasıdır. Süsten vazgeçtik, süssüz bir hale erişmek için savaşıyoruz. Farkına varın, zamanıdır, gerçekleşme bizi bekliyor. Bir süre sonra şehirlerin caddeleri beyaz duvarlar gibi parlayacak! Kutsal Şehir Kudüs gibi, cennetin başkenti gibi. Bunun ardından gerçekleşme yaşanacak. Ama bunun olmasına engel olacak cinler ve ifritler var.

İnsanlık hala süsün esareti altında inlemektedir.

İnsan artık içinde erotik hisler üretmeyecek süsler için yeterince gelişmiştir. Papualıların aksine, dövmeli bir yüz estetik değeri arttırmaz, aksine düşürür. İnsan çoktan dümdüz bir sigara paketini, süslü olan diğer paketle aynı fiyatta olsa bile keyifle satın alabilecek olgunluğa erişmiştir. Giysilerinden mutluluk duyarlar ve sirk maymunu gibi morumsu kırmızı pantalonlar ve sapsarı saçlarla dolaşmak zorunda kalmayacakları için memnunlar.

Ben de diyorum ki:

Farkına varın, [Alman Romantik yazar] Goethe’nin infazının gerçekleştiği oda tüm Rönesans’ın ihtişamından daha görkemli ve basit bir mobilya tüm o işlemeli ve oymalı müze parçalarından daha güzel. Goethe’nin dili Pegnitz nehrinin çobanlarının tüm süslemelerinden daha güzel. Bu cinler ve ifritler tarafından hoşnutsuzlukla duyuldu. Görevi halkın kültürel gelişimine engel olmak olan Devlet, süsün gelişimi ve yeniden benimsenmesi sorununu devraldı ve kendine mal etti. Yazıklar olsun, devrimleri gizli konsey üyeleri ile gerçekleşen devlete! Bir süre sonra biri Viyana Uygulamalı Sanatlar Müzesi’nin içine “gösterişli balık sürüsü” adıyla açılan bir açıkbüfe gördü, hatta içinde bir de ticari adı “lanetlenmiş prenses” ya da ona benzer bir şey olan bir de büfesi vardı. Bu isim bu talihsiz mobilya parçasının üzerini kaplayan süslere gönderme yapıyordu. Avusturya devleti modası geçmiş çorapların Avusturya-Macaristan İmparatorluğu sınırları içinde hiçbir zaman yok olmayacağını garanti altına alma görevini çok ciddiye alıyor. Devlet yirmi yaşını geçmiş tüm erkekleri üç yıl boyunca modası geçmiş çorap giymeye zorluyor (nihayetinde, bütün devletler az gelişmiş bir nüfusun daha kolay yönetilebileceği varsayımına göre davranır).

Öyleyse süsleme salgını devlet tarafından onaylandı ve hükümet parasıyla finanse edildi.

Ben, bütün bunlara rağmen, gerici biri olmayı göze aldım.

Ben süsün kültürlü bir insanın hayatından duyduğu memnuniyeti arttıracağı iddialarına katılmayacağım ya da şu sözcüklerle kendini perdeleyen görüşe: “Ya süs güzelse!…”

Benim için ve tüm kültürlü insanlar için, süs hayatın keyiflerini arttırmaz.

Eğer bir parça süslü pasta yemek istersem, tamamen düz olanı seçerim, bir at binicisinin kollarındaki bir bebeği temsil eden, üst üste süsle sıvanmış pastayı değil. Onbeşinci yüzyıl insanı beni anlamayacaktır. Ama modern insanlar anlayacak. Süs taraftarı basitlik arzusunun kendini inkarla eş olduğuna inanacaktır. Hayır, sevgili Uygulamalı Sanatlar Üniversitesi profesörü, kendimi inkar etmiyorum! Bana göre, bu biçimde herşey daha lezzetli. Geçmiş yüzyılların tavuskuşlarını, sülünleri ve ıstakozları sunmak için dekorasyonu kullanarak çok daha iştah açıcı görünen yemekleri, bende tam tersi bir etki uyandırıyor.

Ben mutfakta yapılacak böylesi bir gösteriyi, bu doldurulmuş hayvan cesetlerini yemek zorunda olduğumu düşündüğümde, dehşetle izliyorum. Ben biftek yerim. Süsün geri dönüşünün estetik gelişmeye verdiği muazzam hasar ve yıkımın kolayca üstesinden gelinebilir çünkü hiçkimse, devletin gücü dahi, insanlığın evrimini durduramaz!

Bu hasar ulusal ekonimiye karşı işlenen bir suçu temsil ediyor ve bu suç yüzünden insan emeği, para ve materyel harap oldu. Zaman bu tür zararları telafi edemez. Kültürel gelişmişliğin düzeyi bugünle başedemeyenler tarafından geriye çekilir. Ben 1908 yılında yaşıyorum, ama benim komşum aşağı yukarı 1900 yılında yaşamakta ve şuradaki 1880 yılında…

Bir hükümet eğer geçmişin egemenliği altındaki bir halka sahipse, bu onun için büyük bir talihsizliktir. Onikinci yüzyılda yaşıyan Kals’lı çiftçinin ve Kraliçe’nin tahta çıkışının 60. yılında yapılan yıldönümü törenleri sırasında geçit törenine katılan ve kitlesel göç dönemine rağmen hala varlığını sürdüren aşiretlerin çağdışı olduğu düşünülür. Bu tür çağdışı görüntüye sahip vatandaşları olmayan ülkeye ne mutlu. Ne mutlu Amerika! Burada bile şehirlerde onsekizinci yüzyıldan kalma insanlarımız var ve mor gölgelerle dolu bir resmi gördüğünde, sanatçının moru neden kullandığını anlamadıkları için dehşete düşen insanlarımız var. Onlara göre, ahçının sunmak için günlerce uğraştığı sülün daha lezzetlidir ve Rönesans süslemeleriyle bezeli sigara kutuları daha çok hoşa gider. Ve taşrada neler olmakta? Giysiler ve ev aletleri bir önceki yüzyıllara ait.

Çiftçi Hristiyan değil, o hala bir putperest. Herşeyi geçmişle ölçenler ulusların ve bizzat insanlığın kültürel gelişimini engelliyor. Süsleme yalnızca suçlular tarafından üretilmiş olmakla kalmayıp, ulusal ekonomiyi ve dolayısıyla kültürel gelişimi harap ettiğinden, kendisi de bizzat suç işlemektedir. Aynı ihtiyaçlara sahip olan, hayattan aynı şeyleri bekleyen, aynı gelire sahip ve yanyana yaşayan ama farklı kültürlere ait iki insan ulusal ekonomiyi farklı biçimlerde algılarlar.

Sonuçta yirminci yüzyılın insanı zenginleşirken, onsekizinci yüzyılın insanı fakirleşir. Bunların her ikisinin yaşam tarzlarının da onların farklı tutumlarını yansıttığını varsayıyorum. Yirminci yüzyılın insanı, ihtiyaçlarını çok daha küçük bir sermayeyle giderebilir ve dolayısıyla bir kenarda birikim yapabilir. Onun iştahını açan şey basitçe suda haşlanmış ve üzerine tereyağı gezdirilmiş sebzedir. Öteki insan için bu yemek ancak üzerine bal ve ceviz eklenirse ve biri tarafından saatlerce pişirilirse lezzetli bir yemek olur. Süslü tabaklar pahalıdır ama modern insanı memnun eden gündelik tabaklar ucuzdur. Bir insan para biriktirirken öteki iflas eder. Tüm uluslara olan da budur.

Yazıklar olsun kendi kültürel gelişiminin gerisinde kalan ulusa. İngilizler zenginleştiler ve biz fakirleştik… Son derece üretken bir ulusta süs bu ulusun doğal bir ürünü olmaktan çıkacak ve dolayısıyla çağdışılığı ve hatta yozlaşma eğilimini temsil edecek. Sonuçta süs üretenler artık bekledikleri karşılığı alamayacaklar. Bambu, hasır ve kamış işleme ve tornacılık mesleklerinin içinde bulunduğu koşulların, işlemeci ve oyacılara verilen çok düşük ücretlerin farkındayız. Süs üreticisi, günde sekiz saat çalışan modern işçiyle aynı geliri elde edebilmek için günde yirmi saat çalışmak zorunda. Kural olarak, süsleme nesnenin fiyatını arttırır. Bununla birlikte süslemeli bir nesnenin, aynı materyal maliyete ve üretim zamanına (ki bu zamanın, düz süslemesiz nesnenin üretim zamanının üç katı olduğu hesaplanmıştır) sahip olmasına rağmen, yarı fiyatına arz edildiği durumlar da vardır. Süslemenin yokluğu iş saatlerinin azalması ve artan bir ücret ile sonuçlanır.

Çinli oymacılar günde onaltı saat çalışırlar, Amerikan işçisi sekiz saat çalışır. Eğer ben düz bir kutuya süslemeli bir kutuya verdiğimle aynı parayı ödersem, o zaman farklılık iş saatlerinde olacak. Hiçbir süsleme olmazsa o zaman bu binyıl içinde ortaya çıkabilecek bir durum yaşanır, insan günde sekiz saat yerine yalnızca dört saat çalışma ihtiyacı duyar, çünkü süslemeye harcanan zaman bugünün iş gününün yarısını temsil etmektedir. Süs ziyan edilmiş insan gücüdür ve dolayısıyla ziyan edilmiş sağlıktır. Bu her zaman böyle olmuştur. Ama bugün aynı zamanda ziyan edilmiş materyel anlamına geliyor ve bunların her ikisi de ziyan edilmiş sermaye demektir.

Süsün kültürümüzle artık organik bir bağı olmadığına göre artık kültürümüzü de ifade etmiyor. Bugün üretilen süsün bizimle hiçbir ilgisi yok, ya da herhangi bir insanla ya da tüm dünyayla. Hiç gelişme potansiyeli yok.

Otto Eckmann’ın süslemelerine ne oldu ve Van de Velde’ninkilere?

Sanatçı daima insanlığın merkezinde durdu, güçle ve sağlıkla dolu olarak… Ama modern süs üreticisi geride kalıyor ya da patalojik bir olgu oluyor. Sadece üç yıl sonra kendi ürünlerini yadsıyor. Kültürlü insanlar onları anlık olarak hoşgörüsüz buluyorlar, ötekiler yıllar sonra kendi hoşgörüsüzlüklerinin bilincine varıyorlar. Otto Eckmann’ın ürünleri bugün neredeler? Olbrich’in yapıtı on yıl sonra nerede olacak? Modern süsleme yetimdir ve kısırdır, geçmişi ve geleceği yoktur. Zamanımızın önemini mühürlü bir kitap sanan kültürsüz insanlar bunu neşeyle benimser ve kısa bir süre sonra inkar eder. Bugün, insanlık her zamankinden daha sağlıklı yalnızca pek azı hasta. Oysa ki süs icat edemeyecek kadar sağlıklı olan işçileri zalimce yöneten işte bu azınlık. Bu azınlık, işçileri kendi tasarladıkları süslemeleri, olabilecek en değişik materyaller üzerine işlemeye zorluyor. Süsteki değişim emekte vaktinden önce yaşanan bir devalüasyon anlamına geliyor. Yararlanılan malzeme olarak işçilerin zamanı boşa harcanmış sermayedir.

Şunu ifade ediyorum: bir nesnenin biçimi nesne fiziksel olarak varolduğu sürece tahammül edilebilir olmalı. Bunu açıklamaya çalışmak istiyorum: bir takım elbise pahalı bir kürke nazaran çok daha sık değiştirilecektir. Bir hanımefendinin sadece bir gece için dikilmiş olan gece elbisesi bir çalışma masasına nazaran çok daha hızlı değişir. Yazıklar olsun yalnızca tarzı artık tahammül edilemez olduğu için, bir gece elbisesi kadar sık değişmek zorunda kalan yazı masasına. Bu durumda çalışma masasına harcanan para heba olur. Bu olgu dekorasyonu geliştiren ve onu şu sözlerle aklamaya çalışan Avusturyalılar tarafından pek iyi bilinir: “Yalnızca on yıl sonra mobilyaları kendisine katlanılmaz gelen ve dolayısıyla her on yılda bir mobilya almak zorunda kalan bir tüketici, sadece eskisi kullanılmaz hale geldiğinde kendisine yeni bir nesne alan birine tercih edilir. Endüstri bunu talep ediyor. Milyonlarca insan bu hızlı değişim yüzünden istihdam ediliyor”. Bu Avusturya milli ekonomisinin sırrıymış gibi görünüyor, bir yangının çıkışını fırsat bilerek söylenen şu sözcükleri hangi sıklıkta işittiniz?: “Şükürler olsun ya rabbi! Şimdi yeniden iş sahibi olacağız”.

Ben derdinizin devasını biliyorum! Bütün şehri ateşe verin, bütün İmparatorluk’u tutuşturun ve herkes para ve zenginlik içinde yüzsün. Üç yıl sonra sobada yakılacak odun olarak kullanılabilecek mobilyalarımız olsun; dört yıl sonra eritilmesi gereken dökme demir eşyalarımız olsun çünkü bu özgün emeğin ve materyalin onda birinin bile tefecinin elinde nelere mal olacağını kavramak imkansız bizim için ve giderek daha zengin olacağız. Kayıp yalnızca tüketiciyi vurmuyor, daha ziyade üreticiye vurmakta. Bugün, ilerlemeye şükürler olsun ki, süsün alanından ayrışmış olan dekore edilmiş nesneler emek ve materyal israfı anlamına geliyor. Eğer tüm nesneler fiziksel olarak dayandıkları kadar estetik olarak da dayanabilselerdi, tüketici onlara işçinin daha az çalışarak daha çok para kazanabileceği bir fiyat biçebilirdi. Bir başka dükkandan on kronluk botlar satın alabileceğim halde, botlarıma kırk kronu seve seve ödüyorum. Ama süslemecilerin tiranlığı altındaki her ticarette, ne iyi ne de kötü çalışmalar değer bulur. Emek acıyla kıvranır çünkü hiçkimse onun gerçek değerini ödemeye hazır değildir.

Şükür ki, durum böyledir çünkü bu süslü nesneler ancak eski bir tarza büründüklerinde katlanılır bir hal alıyorlar. Bir yangın haberinden yalnızca yananların değersiz işe yaramaz şeyler olduklarını duyduğumda hızla toparlanıp kendime gelebilirim. Kunstlerhaus’taki (Viyana Belediyesi’nin Sanat Galerisi) ıvır zıvırla ilgili olarak mutlu olabilirim çünkü birkaç gün içinde gelecekte bire indirilecek sergiler açacaklarını biliyorum. Ama küçük çakıl taşları yerine altın paraların saçılması, sigaranın kağıt parayla yakılması, bir incinin öğütülmesi ve içilmesi estetik görünmüyor. Süslü nesneler, eğer en iyi materyalden yapılmışsa ve aşırı düzeyde titiz ayrıntılarla çalışılmışsa ve uzun bir üretim zamanını gerektiriyorsa gerçekten estetik dışı görünüyorlar. Masumiyet için ilk olarak gerekli olan şeyin kalifiye emek olduğunu savunamam ama bu tür bir çalışma olmadığını savunabilirim.

Süsü geçmiş çağların sanatsal kazanımlarının bir simgesi olarak kutsallaştıran modern insan, modern süslemenin ızdırap veren, yorucu ve patolojik doğasını derhal tanıyacaktır. Bizim kültür seviyemizde süsleme artık hiçkimse tarafından doğurulamaz. Henüz bu düzeye erişmemiş olan halklar ve uluslar için durum farklıdır. Öğüdüm aristokratlara, yani insanlığın doruğunda duran ve çok daha aşağıda duranların güdülenmelerini ve yoksunluklarını derin olarak kavrayan bireyleredir. Kafir yalnızca biri onu aydınlatıncaya kadar var olan özel bir düzene göre kumaş dokuyan kişidir, halılarını dokuyan İran’lıdır, Slovak çiftçinin dantelini ören karısıdır; cam, boncuk ve ipekle güzel şeyler yapan ihtiyar hanımdır, o tüm bunları çok iyi anlar. Aristokrat onlara kendi yollarını çizme şansı verir; onların çalıştıkları zaman içindeki kutsal saatler olduklarının farkındadır. Devrimci gelir ve der ki “bu saçmalık”. O tapınak yolu boyunca yaşlı kadını çekiştirerek ona şöyle der: “Tanrı yok”. Ama aristokratlar arasındaki ateist bir kilisenin yanından geçerken şapkasını çıkarır. Ayakkabılarımın üstü, çizgi ve deliklerin sonucu olan süslemelerle dolu: ayakkabı ustasının yaptığı ve bedeli ödenmemiş olan yapıt. Ayakkabı ustasına gidiyorum ve ona şöyle diyorum: “Bir çift ayakkabı için benden otuz kron istiyorsun. Sana kırk kron vereceğim”. Bunu yaparak onu mutlu ettim ve o da bana bunun için kalite açısından fazladan bir miktara değmeyecek işçilik ve materyaller aracılığı ile teşekkür etti. Mutluydu çünkü şanş çok ender olarak kapısından içeri giriyordu ve onu anlayan, onun yaptının kıymetini bilen ve onun dürüstlüğünden şüphe etmeyen bir insana hizmet etmişti.Tamamlanmış ayakkabı çiftini daha şimdiden önünde hayal ediyordu. Bugün en iyi derinin nereden bulunacağını biliyordu, ayakkabıları yaparken hangi işçiye güvenebileceğini biliyordu ve zarif bir çift ayakkabı için gerekli olan alana yayılacak kadar çok çizgi ve delik basacaklardı.

Ben şimdi diyorum ki:

“Ama benim bir şartım var. Ayakkabılar tamamen dümdüz olmalı”.

Bunu yaparak, onu mutluluğun doruklarından Hades’in derinliklerine atıverdim. Daha az iş yapması gerekiyordu, tüm hazlarını ondan çalmıştım. Öğüdüm aristokratlara. Hemcinslerim için bir haz kaynağı olacaksa kendi bedenim üzerinde dekorasyona izin veriyorum. Bundan ben de haz duyacağım. Ben Kafir’in süslemesinden ızdırap duyuyorum, yani İranlının, Slovak çiftçinin karısının, benim ayakkabı ustasının süslemeleri… Çünkü bunların hiçbiri kendi potansiyellerini tam olarak ifade edebilecekleri başka bir araca sahip değiller. Süslemeden devraldığımız bir kültürümüz var. Günün sıkıntısı ve acısından sonra Beethoven ya da Wagner dinlemeye gideriz. Benim ayakkabı ustam bunu yapamıyor. Hazlarını ondan çalmamam gerekirdi çünkü onların yerine koyabileceğim hiçbir şeyim yok. Ama öte yandan Dokuzuncu Senfoni’yi dinlemeye giden ve ardından oturup duvarkağıdı desenleri çizen kişi ya iblistir ya da yozlaşmıştır. Süslemenin yokluğu diğer sanatları bilinmedik yüksekliklere çıkardı.

Beethoven’ın senfonileri asla ipekler, kadifeler ve güpürler içinde dolaşan bir insan tarafından yazılmış olamaz. Kadife bir takım elbise içinde koşuşturan bir kişi, sanatçı olmaktan çok bir soytarıdır ya da sadece bir dekoratördür. Çok daha saf, ince ve zor anlaşılır bir hale geldik. İlkel insanlar kendilerini çeşitli renklerle birbirlerinden farklılaştırmak zorundaydı, modern insan giysilerine bir tür maske olarak ihtiyaç duyar. Bireyselliği öylesine güçlüdür ki, artık giysi çeşitleri cinsinden ifade edilemez. Süsün yokluğu entelektüel gücün bir simgesidir. Modern insan vicdanının sesini dinlerken geçmişin süslemesini ve yabancı kültürleri kullanır. Kendi keşifleri ise başka şeyler üzerine yoğunlaşır.

Daha fazla yazı yok
2024-04-19 20:40:24