Hayranlarının heyecanla beklediği İngiliz yapımı Sherlock dizisinin 4. sezonu şu günlerde ekranlarda arz-ı endam ederken, Sir Arthur Conan Doyle’a polisiye, korku/gerilim türlerini seven tüm okurları olarak minnettar olmalıyız herhalde. Sherlock Holmes karakteri ile hayatımıza girerken aslında bize sadece ihtiyaç duyduğumuz heyecan ve macera duygusundan çok daha fazlasını vaat ettiğinin farkında olmalıydı İskoçyalı yazar. Ne de olsa uzun zamanlar boyunca karşımıza çıkacak olan ajan/casus, dedektif/polis profillerinin de atası olacak renkli bir kimliği hatta neredeyse bir Rönesans aydınını tasarlamıştı Sir Arthur Conan Doyle. Bu tasarımında en çok Edgar Allan Poe’nun C.Auguste Dupin adlı karakterinden ilham almıştı. İngiliz kırsalında birlikte atıldığımız pek çok macerada, kendi fantezi dünyamızın sınırsız olanaklarıyla ona bir form, biçim vererek, hikâyelerde tasvir edildiği üzere atik, yakışıklı ve özel zevkleri olan bir beyefendi olarak zihnimizde pek çok kez yeniden yarattık Bay Holmes’u. Ancak modern zamanların gösteri dünyası da kendi içinde yenilendi, başka seyirlik olanaklara dönüştü.

Artık televizyon dizileri epizodik/roman tekniği ile çekiliyor. Bu anlamda okuma pratiklerimiz görselleşirken diğer yandan fantezi dünyamız da bir parça yağmalanıyor aslında. Yani zihnimizin tasarladığı Bay Sherlock Holmes, ete kemiğe bürünmüş bir halde bu yapımlarda bizi etkilemeye, ikna etmeye çalışıyor. 2010 tarihli, BBC yapımı Sherlock, belki de bu hususta seyirciyi en çok tesir altına alan tasarımla dikkati çekiyor. Britanyalı oyuncu Benedict Cumberbatch’in canlandırdığı Sherlock, zamanın ruhunu kuşanarak hem gelişen teknolojinin olanaklarını kullanmayı, hem onu gözden düşürmeyecek bir dandy olmayı ve de kendi tabiriyle ‘hafıza sarayı’nda dolaşabilmemizi mümkün kıldığı için bambaşka bir yorum getiriyor kendi mitine… Tabii bu tespiti güçlendiren önemli etmenlerden biri de Benedict Cumberbatch’in sahip olduğu oyunculuk imkânları ile göstermiş olduğu muazzam performans. Dizinin yapımcıları olan Mark Gatiss ve Steven Moffat, bahsettiğimiz tüm bu fırsatları yenilikçi bir anlayışla, ilgiyi hak eden bir televizyon dizisine dönüştürmeyi başarıyorlar.

Sherlock Holmes’ün, asistanı ve en yakın arkadaşı Dr. John Watson ile birlikte ilgilendikleri, kabul ettikleri pek çok vaka var. Holmes, bu vakaları sadece adil olmayan durumlara açıklık getirmek, karmaşık olayları çözüme kavuşturmak ve korku/dehşet saçan suçluları adalete teslim etmek için seçmiyor. Evet, o davaları seçiyor ve bunu sadece merak ettiği için yapıyor. Merak ve sonuca gidecek olan yolda yaşayacağı şeyler onu heyecanlandırıyor. Ve tam da bu sebeple onu keyif veren vakaların peşinden gidiyor. The Hound of the Baskervilles, onun bu tutumunun en çarpıcı örneklerinden biri. İngiliz kırsalında, Dartmoor’da yaşanan doğaüstü bir olayla ilgilidir tüm hikâye.

sherlock-season-4-netflix

İngiltere’de eski İngiliz evlerinde aile tarihleriyle ilişkilendirilen pek çok esrarengiz öykü söz konusu. Zaten Canon Doyle’da bu öyküsünü Dartmoor’daki bir arkadaşının naklettiği hikâyeden esinlenerek kaleme alıyor.* Baskerville ailesinin peşini bırakmayan bir lanet, vaka olarak Holmes’ün masasına geliyor. Bu aileye yakınlığı ile bilinen Doktor Mortimer, lanetin tarihçesini şeytani güçleri olan, devasa ve vahşi bir köpeğin varlığı ile ilişkilendiriyor. Bu köpek, Baskerville malikânesinin yakınlarındaki bir bataklıkta görülüyor, civarda yaşayan insanlar da bu köpeğin varlığına tanıklık ediyorlar. Sherlock Holmes, Mortimer’ın anlattığı hikâyeyle ilgilenmiyor ancak vakayı yine de kabul ediyor. Çünkü bu hurafeyi onun için cazibe unsuru hâline getiren şey, anlatılanlardan daha çok vaka ile ilgili detaylar. Holmesçü dedektiflik anlayışının en önemli unsurunu da bu tutum teşkil ediyor zaten. Mortimer’ın anlattığı tüm hikâyede en heyecan verici şeyler aslında o anda Mortimer’ın yüzünden geçen şeyler, farkında olmadan üzerinde fazla vurgu yaptığı cümleler, anlatılan mekânın diğer insanlarla ve nesnelerle içinde olduğu etkileşim, mektuplar ve notlar… Holmes, bu detayların gerçekliğini öykünün yani lanetin kendisinden daha fazla önemsiyor. Mortimer, anlatırken hikâyeyi aşırılaştırabilir, genç baronet Henry Baskerville yalan söyleyebilir çünkü insanlar yalan söyleyebilir, Holmes bile… Bu sebeple Devonshire’a önce Watson gidiyor.

The Hound of the Baskervilles, Watson’ın Baskerville malikânesinde tuttuğu gözlem raporları üzerinden ilerliyor. Aslında bu raporlar vaka çözümlemesi için birer tanıklık/tutanak olmakla birlikte, derin bir karakter analizine de ayna tutuyor. Watson’ın dostuna/Holmes’e olan hayranlığı ve onun onayına olan ihtiyacı ile arasına koyduğu mesafe, dehanın huy ve mizacını daha iyi görebilmemizi, anlayabilmemizi de mümkün hâle getiriyor. Bununla birlikte Devonshire kırsalının sisli ve boğuk havası, evlerin arasında genişleyen bataklığın, akşamın gölgeleriyle daha da tekinsizleşen bulanık rengi hikâyeyi gotik unsurlarla daha da ilginç hâle getiriyor. Ortada görünümü ile insanları dehşete düşüren ölümcül ve şeytani bir köpek vardır. Holmes, Watson’ın raporları ile bu hikâyede eksik kalan, görünmeyen ayrıntıların bir haritasını çıkarıyor. Gerçekten ortada devasa boyutlarda bir köpek, esrarengiz bir lanet var mıdır? Sherlock’un büyüteci, tüm bu kör noktaları parçalara ayırıyor, ayıklıyor, imha ediyor, çözümlüyor.

sherlock-season-4-sherlock-with-dog

The Hound of the Baskervilles’e yeni yorum

Öte yandan Steven Moffat ve Mark Gatiss, televizyon dünyasında The Hound of the Baskervilles’e yepyeni bir yorum getiriyorlar. Bu kez hurafenin dizginlerini bilimsel sapkınlığın dehşeti ele geçiriyor. Hikâye, aynı koordinatlar üzerinde Devonshire’ı özel ve gizli araştırmaların yapıldığı tekinsiz bir mekâna dönüştürüyor. Gotik unsurlar yerini, modern zamanların dehşetine, sıradan olanın kötülüğüne bırakıyor. Ve hikâye psikoanalitik bir sürece giriyor. Bu noktada Sherlock’un, Conan Doyle’un metinlerinde sıklıkla rastladığımız önemli bir gücüne de tanıklık ediyoruz.

Holmes bir anlamda psikanalisttir. Devasa köpeğin/canavarın gizemini çözmek üzere bataklığa geldiklerinde aslında bu köpeğin, paranoya etkisi yapan, bölgesel baskı alıcılarının olduğu bir deneyin sonucu olduğu gerçeği ile karşılaşırlar. Devonshire’ın gizli araştırmaların yapıldığı özel bir bölge olduğundan bahsetmiştim. Moffat ve Gatiss, bir anlamda bilimsel saplantının sapkınlığa, deliliğe varan sonuçlarına seyircinin tanıklığını da davet ediyor böylelikle. Bölgeye yayılan halüsinatif gazın tesiriyle ‘korku’nun paralize eden gücünü de görüyoruz. Holmes bu gazın etkisiyle ezeli düşmanı Moriarty ile, Henry ise çocukluk hezeyanı olan devasa köpekle/canavarla yüzleşir. Conan Doyle’un devasa köpeği, dehşetin kendisini yaratarak Baskerville’i gotikleştirirken, Moffat/Gatiss’in canavarı Devonshire’ı korkunun yuvasına dönüştürür. Ancak hem öykünün hem de televizyon yapımının birlikte yapmaya çalıştığı şey nihayete erer. Sherlock vakayı çözer ve suçun tarihini kendi yöntemleriyle yeniden yazar.

*Baskerville’lerin Köpeği, Can Yayınları, 2012, s.51

Daha fazla yazı yok
2024-03-29 14:54:57