A password will be e-mailed to you.

Müzik tarihçisi Murat Meriç, Türkiye popüler müzik tarihine ayna tuttuğu kitabı ‘Hayat Dudaklarda Mey’i yayınladı. Memleketin anason kokan şarkılarının hiç bilinmeyen hikayelerini anlatan kitap, aynı zamanda Türkiye eğlence kültürü tarihini anlatıyor. Zeki Müren’den, Duman grubuna kadar farklı müzik türlerinin buluştuğu ‘Hayat Dudaklarda Mey’ kitabını konuşmak üzere Murat Meriç’le görüştük.

 

Müzikle nasıl tanıştınız?

Bütün hikaye Ankara’da başlıyor. 1988 yılında okumaya Ankara’ya gitmiştim. Şimdi hiç alakam olmasa da kimya mühendisliği okudum.  Zaten müzik en başından beri hep yanımda olan bir şeydi. Ailem müziksever bir aileydi. Plak koleksiyonumuz vardı ve konserleri kaçırmazdık. Hatta konser için İzmir’e bile giderdik. Dolayısıyla çocukluğumdan beri konserler, plaklar, kasetler hep başucumdaydı. Evde mutlaka radyo açık olurdu. Geziye gidiyorsak yolculuklarda mutlaka müzik dinlenirdi. Walkman piyasaya çıktığında ilk bizim eve girdi. Böyle böyle hep müzikle birlikte büyüdüm. Ankara’da çok plakçı vardı o dönem. Bir de plakçılar henüz kapanmamıştı. Arkadaşlarla hepsini bulup bir dolu plak alırdık.

Sonra o plakları ben sağda solda dinletirken özel radyoların kurulduğu dönem birileri “radyo kuruluyor program yapar mısın?” diye sordu. Ben de o dönem kendi kendime programlar yapar kasete kaydederdim. “Madem yapıyorum, böyle bir hevesim var, gideyim yapayım” dedim. Canlı programlar yapmaya başladım. Metinlerini hazırlıyordum, yazıyordum, programda onları okuyordum. Şarkıları ölçüyordum, biçiyordum, dinliyordum. Kaç dakika tutuyor, sürelerini alıyordum. Sonradan öğrendim ki TRT usulü böyleymiş zaten. Böylece kendi kendime program yapmayı öğrenmiştim. TRT’de çok uzun süre programlar yaptım. Dinleyerek büyüdüm. Hâlâ da Açık Radyo’da program yapmayı sürdürüyorum. Dinlediğim şeyi araştırmayı ve bulduklarımı anlatmayı seviyorum.

 

Müzik yazmaya aynı dönemde mi başladınız?

Hemen hemen aynı dönemde. Radyo Arkadaş’ta Metin Solmaz’la tanıştım. Kendisi şimdiki kitabın yayıncısıdır. Zaten müzik üzerine yazı yazan, sevdiğim yazarlardan birisidir. Bir şekilde elimden tuttu ve beni yazı yazmaya teşvik etti. “Zaten sen program metni hazırlıyorsun, artık onları başka birisi okuyacakmış gibi yaz” dedi ve öyle başladım.

 

Hayat Dudaklarda Mey fikri nasıl oluştu?

Metin’le rakı içtiğimiz bir gece; “Rakı içerken hep mi alaturka dinlenir?” mevzusunu konuştuk. Muhabbet ortamlarında alaturka dinlenmesi gelenektendir, öyle sanılır. Oysa biz daha ilk gençliğimizde, benim yeni yeni yazı yazmaya başladığım dönemlerde demlenirken AC/DC dinlerdik. Frank Zappa, Bob Dylan dinlerdik ve çok güzel giderdi. Oradan çıktı, bir tartışma başladı ve neticede böylesi muhabbet ortamlarında başka şarkıların da dinlenebileceğini söyledim. “Osmanlı’dan bu döneme nasıl ulaşıldı? İncesazdan, fasıla nasıl gelindi? Arada neler dinlenildi? Bunu araştırmakla başla” dedi ve ben de başladım.

Bir kısım hikayeler koyalım dedik. Mekan hikayeleri kattık. Sonra o mekanlarla bağlantılı isimlerin hikayeleri devreye girdi. Selahattin Pınar’ın Todori’de demlenirken bir kalp krizi geçirerek öldüğünü öğrendik. Zeki Müren’in konserlerinden çıkıp Sıraselviler’deki Valentino adlı bara girip orada bir duble rakı içmeden uyumadığını öğrendik. Başka başka bir sürü hikaye girdi devreye. Fakat sonra hikayeler büyüdü bağımsızlaştı. Bunun yanına dinleme listeleri yapalım dedik. Baktık bu listeler çok güzel oldu. “O zaman oturup bu dinleme hikayesini yazayım” dedim..

.

Peki bu hikayeler için nasıl bir araştırmaya girdiniz, kimlerle görüştünüz?

Hiçkimseyle görüşmedim. Bir sürü yazılı kaynak okudum. Görüşme yapmadım çünkü yazılı kaynağı aktarmak üzerine kurdum ben kitabın konseptini. Bir sürü insanla zaten birebir yapılmış söyleşim var. Yıldırım Gürses’le de söyleşi yaptım, Aylin Aslım’la da yaptım başka insanlarla da… Önce kendi yaptığım söyleşileri okudum. Zaten var olan bilgi birikimimin üzerine kurulmuş bir kitap ama hikayeler yeterli değildi. Bugüne kadar yazılmış bütün hatıralara ulaşmaya çalıştım. Evdeki gazete ve dergi koleksiyonunu araştırdım. Tıkandığım noktalarda da kendimi kütüphaneye kapatıp o dönemlerin gazetelerine baktım. ‘Bir İlk Bahar Sabahı’nın hikayesini gazeteden öğrendim.

 

Kitabı karıştırdığınız zaman Duman’a kadar giden bir macerayla karşılaşıyorsunuz. Peki birinci ağızdan soracak olursak çilingir sofrasında neler dinlenir?

Herkes istediğini dinleyebilir aslında. Bu insanın kendisiyle alakalı. Ben bir kısım dinleme önerileri sunuyorum. Alaturka dinlemek isteyen o listeden ilerlesin. Arabesk dinlemek isteyen bu listeden ilerlesin. O anki ruh haliyle bağlantılı bence. Bu her şey için geçerli temizlik yaparken de çalışırken de arkadaşlarınla sohbet ederken de… O an hangi ruh halindeysen onu dinlemek istersin. Kitabın bütün çıkış noktası liste önerisi ve o listeyi oluşturan şarkıların hikayelerini anlattım. İnsanlar rakı içerken, muhabbet ederken masanın yanına ilişiyim kendi kendime bir şeyler anlatmaya başlayayım istedim. O yüzden kitabın dili de çok samimidir. Bir taraftan şarkının hikayesini anlatırken diğer taraftan kendi hikayemi, o şarkıyla nasıl karşılaştığımı da anlatıyorum.

 

Muhabbet, meze, müzik

Bir şarkının çilingir sofrasına uyması için ne gibi özellikler taşıması gerekiyor? Kitaptaki bu farklı tür şarkılar ortak bir takım özellikler taşıyor mu?

Mutlaka taşıyor. Dediğim gibi en önemlisi şarkıların muhabbeti arttırıcı gücü… Rakı sofrasında 3 tane önemli şey var bence; muhabbet, meze ve müzik. Meze kendi kendine ilerler. İnsan ne yemek istiyorsa onu yer. Muhabbet zaten yolunu belirler. Müzik de muhabbeti arttırıcı ve onu tamamlayıcı bir unsur olarak bence yanına ilişmeli. Yani bugün fasıl denilen şeye pek yakın durmuyorum. Çünkü müziğin muhabbeti bastırmasını çok hoş karşılamıyorum. Yanda bir curcuna oluyor ve muhabbeti bırakıp bir süre sonra eğlenmeye başlıyorsunuz. Rakı masasına uygun bir durum değil. Çünkü rakı masasında muhabbet edilir. Neticede müzik yandan devam etsin ve o şarkıyı duyduğumuzda muhabbeti bir şekilde çoğaltsın istiyorum ben. Bulunduğum ortamlarda da şarkı çalarken de dikkat ediyorum.

Şarkılar üzerinden dönen sohbetleri, şarkıların hikayelerini seviyorum. Ya da insanların içinde iz bırakmış şarkılar. Sezen Aksu şarkıları öyle mesela ‘El Gibi’nin hikayesini merak etmedim ama ‘El Gibi’ benim için çok değeri bir şarkı Sezen Aksu külliyatında. Her şey çalınabilir. Herkes her istediğini dinleyebilir.

 

Peki Murat Meriç’in ağzında anason tadı dağılmasıyla aklında hangi şarkılar çalmaya başlıyor?

Nesrin Sipahi parçaları… Çok net! Sesini ve yorumunu en çok sevdiğim şarkıcı. Nesrin Sipahi’nin her hangi bir şarkısı çalmaya başladığında kendimi çok iyi hissederim. Onun dışında Tülay German, Zülfü Livaneli ve illaki Zeki Müren şarkıları dolanır aklımda. Nesrin Sipahi’nin yeri, zamanı, hissi yok. Çünkü o kadar geniş bir külliyata sahip ki her halime uygun bir şarkısını bulabiliyorum.

 

“Son yıllarda yaşadığım şeyler çok farklı”

Kitapta eğlence kültürümüzün tarihini anlatıyorum diyorsunuz. Bu son 40 yıllık tarihte  neler değişmiş? Sizi bu araştırma içerisinde neler çok şaşırttı?

Çok şey şaşırttı. Bir kere bu son 40 yıla ben dahilim. Çünkü 48 yaşındayım ve 8 yaşımdan itibaren konserlere götürülüyorum. Yani 8-9 yaşında “Anne beni İlhan İrem, Barış Manço konserine götür” diyebilecek durumdaydım. İlk gördüğüm yıllarda yaşadığım şeyler ve son yıllarda yaşadığım şeyler çok farklı. İzmir Fuarı’na gider, o kabalık gazino usulü konserlere katılırdık. Bir yandan yemek yerken bir yandan dönemin en büyük şarkıcılarını arka arkaya dinlerdik. Bugün artık öyle bir şansımız yok. O dönemde açıkhava sinemalarında film gösterimleri dışında konserler olurdu. Bugün artık o sinemalar yok. O günlerde kapalı sinemalarda konserler verilirdi bugün artık o da yok.

 

Ankara’da Arı Stüdyosu’nda Barış Manço ve MFÖ konserleri düzenlenirdi…

Arı Stüdyosu eskiden Arı Sinemasıydı. Stüdyo haline dönüştürüldükten sonra oradan konserler çekildi. Paralı konserlerin yerini artık TRT konserleri almaya başladı. Hatta Mazhar Fuat Özkan’ın o öneme ait bir anısı vardır. Arı Sineması’nda iki tane konser veriyorlar. Biletler o kadar hızlı tükeniyor ki üçüncü bir konser yapıyorlar aynı gün içerisinde. Üç seans! O kadar önemliydi sinema konserleri o dönemde. Çanakkale’de de Emek Sineması’nda olurdu konserler ve biz giderdik. Bunların değişimini aslında anlatmaya çalışıyorum. Bir kere 40 yılda bile bu kadar şey değiştiyse geçmişten bugüne kim bilir neler değişmiştir deyip öğrendiklerimi anlattım kitapta.

Çok şey şaşırttı beni; o gazinoların yok olması, rock barların kurulması, eski rock barlarla bugünkü rock barların arasındaki farklılıklar. Yani eskiden rock bar diye tabir ettiğimiz aslında kulüpler. O kulüpler bugünün pavyonları. Eskiden insanlar bugünün pavyonu olan yerlere gidip müzik dinlerlermiş. Bugün bambaşka bir hikayeye dönüşüyor ki o dönüşüm de aslında eğlence kültürünün değişmesiyle birlikte oluyor. Ankara’da müzik dinlenen kulüpler Ulus civarından Kızılay’a oradan da Tunalı’ya geçince Ulus’taki kulüpler insanları çekmek için yeni bir eğlence icat ediyorlar ve Ankara Havaları çıkıyor. Ankara oyun havaları dediğimiz şey oralarda yeşeriyor. Çünkü orada kalan insanları çekmek durumundalar. Bütün o değişimi anlatmak istedim aslında kitapta. Bunu da kuru kuruya anlatmak yerine şarkıların hikayelerinin içine yedirmek istedim. Mirkelam’ın ‘Beyoğlu‘ şarkısını bahsederken aslında Beyoğlu’nda yaşanan dönüşümü anlatmak gibi bir hedefe kitlendim.

 

Bunlar pop mu yapıyor yoksa rock mı?

90’lardan günümüze Türkiye popüler müziğinde bir tıkanma yaşanıyor. O tıkanmanın bugün biraz da olsa kırıldığını düşünüyor musunuz?

Türkçe pop dediğimiz tür yok olmak üzere. 1990’larda ciddi bir Türkçe poptan söz ediyorduk. Çünkü ana arter onlardan ibaretti. Çelik’ten Bora Öztoprak’a kadar bir sürü isim o dönemde arka arkaya çıktı. Candan Erçetin o dönem çıktı mesela. Bugün biraz daha farklı bir şey var. Bugün pop yapanlar kimdir diye sorduğumuzda alacağımız cevap çok da net değil. Aleyna Tilki mi pop yapan? Zeynep Bastık mı? Yoksa Melek Mosso mu? Bunlar pop mu yapıyor yoksa rock mı? Hepsi tartışılır durumda. Ana arter bitti.

90’lardaki o çeşitlilik, 2000’lerdeki o Serdar Ortaç patlaması…  Hande Yener’in ortaya çıkışıyla başlayan o büyük pop yıldızlarının belirmesi. Tarkan’ın da ortaya çıkışı ama bugün Tarkan gibi bir isim yok. Hâlâ Hande Yener konser verdiğinde açık havada oluyor. Daha bu yıl ilk albümünü yapmış Zeynep Bastık 2 gün üst üste Harbiye Açıkhava’yı doldurabiliyor ve o sahnede sadece pop söylemiyor. Biraz farklı bir yöne gitti müzik. Daha alternatif bir kulvara ulaştı. Sedef Sebüktekin’den, Ekin Beril’e bir sürü yeni isim çıktı ve bunları hangi tür altında tanımlayacağımızı ben çok fazla bilemiyorum. Kitapta türleri ayırırken de aynı şey başıma geldi. Gaye Su Akyol’u popa koydum. Ceylan Ertem’i popa koydum. Konserlerini izlediğinizde cayır cayır rock yapıyorlar aslında. Gaye Su Akyol’u arabeske de alaturkaya da koyardım asla sırıtmazdı. Pop da şimdi tuhaf bir çeşitlilik var nereye gideceğini bilemiyorum.

 

“Zeki Müren tüm zamanların en büyük ismi”

Kitapta mercek altına aldığınız yıldız isimleri biraz sizden dinleyebilir miyiz?

Bir kere Zeki Müren tüm zamanların en büyük ismi. Bu konu artık tartışmasız bence. Hem her türde ürün veren bir insan hem de yaptığı her şeyi kanatlandıran biri. 1950’den öldüğü güne kadar müzik tarihindeki bütün kırılma noktalarına bir şekilde etki etmiş ya da ondan etkilenmiş bir insan. 1960’lı yılların başlarından itibaren yabancı şarkılara Türkçe söz yazılmaya başlandığında Zeki Müren zaten bunu çoktan yapmış oluyor. Anadolu’da pop denilen tür ortaya çıkıyor. Batı sazlarıyla türkü düzenlemeleri yapılıyor ve bu yeni bir tür olarak kendini belirliyor. Zeki Müren zaten bunu daha önce radyoda yapıp ‘Mühür Gözlüm’ü batı sazlarıyla söylemiş oluyor. Zeki Müren hep bir adım önden de giden bir isim. Dolayısıyla ona çok özel bir yer ayırdım kitapta.

Sezen Aksu tıpkı Zeki Müren gibi piyasaya çıktığı andan bugüne kadar bütün Türkiye tarihini üzerinden okuyabileceğiniz isimlerden birisi. Hem yazdığı şarkılarla hem etkilendiği türlerle hem de yaptığı çalışmalar ve müziğe kattığı isimlerle… 90’lar Türkçe pop patlamasının altında Sezen Aksu var. Çünkü bir sürü insanı aynı anda müzik ortamına salıyor, onlara destek veriyor. Sezen Aksu’nun Göksel’den, Harun Kolçak’a, Sertab Erener’den, Şebnem Ferah’a herkese dokunmuşluğu var. Hemen arkasından Tarkan’a verdiği şarkılar, Burak Kut’a verdiği şarkılar ana arteri belirleyen ve moda yaratan şarkılar. Ondan öncesinde 1970’li yıllarda çok popülerdi ve yaptığı çalışmalar başkalarını etkiledi. 1980’lerde müziğin arabeskleştiği dönemde Firuze ile bilikte arabeske alternatif  bir tarz yarattı. Popu yeniden gündeme getirdi.

Müzeyyen Senar başka bir kırılma noktası. Var olduğu süre içerisinde alaturkaya çok şey katmış.  Çok akımdan etkilenmiş, çok besteci büyütmüş isimlerden birisi. Her şey bir yana rakı kültürünün içinde olmasıyla da çok önemli bir isim. Yaşadıklarıyla güçlü bir kadın. Büyük bir hikayesi var. O yüzden biraz daha fazla şarkıda anlatmak istedim Müzeyyen Senar bahsini. Hem canlı dinlediğim, tanıdığım, gördüğüm, sevdiğim. Pek çok şeyine şahit olduğum birisi.

Neşet Ertaş bütün halk müziği tarihinde herkesin bir şekilde değdiği isimlerden. Barış Manço da onu yorumlamış, Neşe Karaböcek de yorumlamış. Bir taraftan Zeki Müren de söylemiş, Cem Karaca da söylemiş. Hala Duman, konserlerinde Neşet Ertaş türküsü söylüyor. Ceylan Ertem mutlaka bir Neşet Ertaş Türküsü söylüyor. Dolayısıyla çok insana değmiş ve hala değiyor şuanda.

Erkin Koray da şarkılarıyla çilingir sofrasına en kolay ilişebilen isim olduğu için rock bahsinde bir adım öne geçti. Barış Manço, Cem Karaca, Fikret Kızılok olabilirdi. Erkin Koray hem müziğindeki çeşitlilik hem şarkılarındaki hikayeleriyle hepsinden öte başka bir noktadaydı benim için.

 

Türkçe psikedelik nasıl bu kadar popüler oldu?

Neşet Ertaş, Erkin Koray’dan bahsediyorken bir yandan bugün dünyada yükselen bir Türkçe psikedelik akımı var. En son Altın Gün Grammy’de aday gösterildi. Ne oldu da bir anda bu tür Batı’da bu kadar popüler oldu?

Bir kere zamanında Türkiye’de çok güzel işler yapılmış. Altın Gün’ün bir öncesinde İngiltere’de Finders Keepers’ın yayınladığı plaklar var; Selda, Ersen, Edip Akbayram, Barış Manço, Cem Karaca gibi pek çok ismin plağını yayınladı ve oradan Selda yükseldi. Çünkü Selda’nın plağı yayınlanınca The Guardian’da; “Ortadoğu’da bir Joan Baez varmış da bizim haberimiz yokmuş meğer” tadında bir yazı çıktı ve Selda çok popüler oldu. 2000’lerin ortası, Rolling Stone dergisinin Türkiye’de yayınlanmaya başladığı dönemdi. Oradan Türkiye’de yapılan müziğe bir ilgi oldu. Yurt dışında başka firmalar da Türkiye’de yapılan albümleri yeniden basmaya başladı.

Altın Gün’ü kuran Hollandalı Jasper Verhulst, İKSV’nin konseri için Türkiye’ye geldiğinde Erkin Koray’ı dinliyor ve çok beğeniyor. Yanında Erkin Koray’ın işlerini götürüyor ve orada çalmaya başlıyor. Sonrasında arkadaşlarıyla yeni bir grup oluşturuyor ve Türkiye’den de birilerinin olmasını istiyor. Facebook üzerinden Hollandalı Türklerle yazışıyor, oradan iki ismi gruba katıyor. Türkiye’de yapılmış bir sürü parçayı alıyorlar. Çok özgün bir şey katmadan birebir çalıyorlar. ‘Cemalım’ı Erkin Koray gibi çalıp ‘Çiçek Dağı’nı tıpkı zafer Dilek’in düzenlediği gibi çalıyorlar. Bu anlamda özgün bir grup değil ama çok iyi işler çıkarıyorlar. O dönemin ruhunu çok güzel yakalamış durumdalar. Oradan ilerliyorlar.

O dönem yapılan işler sahiden çok kaliteli işler olduğu için ve Altın Gün de süzgecinden bunları geçirerek en iyilere ulaşıp onları yeniden yorumladığı için diğerlerinden bir adım öne çıktı. Aslında icracılıkları ve grubun enstrüman hakimiyeti önemli bu noktada. Altın Gün’ü karışık bir kasetmiş gibi dinliyorum. O dönemden çok iyi düzenlemeler arka arkaya getirilmiş. Özgün bir grup değil ama çok iyi çalıyorlar. Grammy’e aday olmaları, 2020’yılının sonuna kadar bütün günlerinin konserlerle dolu olması, dünyanın her yerinde konser veriyor olmaları çok da şaşırtıcı değil.

 

“Memleketin anason kokan şarkıları” konseptli kitabın içindeki şarkıların tümü bizden. Yabancı bir liste yapsak bu sofrada neler dinlenir?

Ben Bob Dylan ağırlıklı bir liste yaparım. Özellikle şarkıları 80’lerin sonlarına doğru yaptığı albümlerden seçerim. Yanına mutlaka Bruce Springsteen iliştiririm. Çünkü en sevdiğim şarkıcılardan… Özellikle ‘My Home Town’un rakıya çok yakıştığını düşünüyorum. Bob Dylan’dan ‘Hurricane’ dinlemeyi tercih ederim. Onun yanına Suzan Vega’nın ‘Tom’s Dinner’ını iliştiririm. Şu dünyada en sevdiğim şarkı belki de. AC/DC şarkıları konusunda ısrarcıyım; ‘You Should Me All Night Long’ mutlaka dinlenmesi gerekir bence rakı masasında. Leonard Cohen’siz olmaz rakı masası. Neil Young’sız olmaz! İlla ki bir Nick Cave şarkısı olmalı. Tindersticks’i onun yanına koymak gerekir. Karanlık şarkılara girersek eğer Thom Yorke’a kadar gider.

 

“Bir İstanbul beyefendisi oturuyor karşında”

Kitaptaki isimlerden hiç aynı masaya oturduğunuz isimler oldu mu?

Bir kere kitapta yazdığım isimlerin çoğunu izleme şansım oldu. Benimle aynı dönemde yaşayıp izleyemedim tek bir isim oldu, o da Tanju Okan. Bu hayatımdaki en büyük keşkelerden birisidir. Neredeyse hepsini izledim, çoğuyla söyleşi yaptım ve bir kısmıyla rakı masasına oturdum. Mesela Aylin Aslım’la oturdum. Güney Marlen zaten rakı arkadaşım. Müzeyyen Senar’ın da olduğu bir rakı masasının yanına iliştiğim olmuştur. Hayatımdaki en enteresan rakı masası; TRT için çekim yapmak üzere İstanbul’a gelmiştik. Bora Ayanoğlu o dönem Sinemaseverler Derneği – Çiçek Bar’a davet etmişti bizi. Oraya gittiğimizde bir masaya oturduk. Yanımıza Savaş Dinçer ve başka insanlar geldi. En son Kemal Sunal geldi oturdu masaya. Benim hayatımdaki en acayip rakı masası odur. Dili tutuluyor insanın. Kemal Sunal’ın yaşayan bir insan olduğunu da düşünemiyorsunuz. Çünkü başka tür bir şey o, süper kahraman gibi bir şey. Filmlerde gördüğün Kemal Sunal’la karşında gördüğünün alakası bile yok.  Bir İstanbul beyefendisi oturuyor karşında.

 

Son olarak iyi bir müzik yazarı nasıl olunur?

Çok yazarak olunur bir kere en başta. İnsanın çok yazması gerekiyor, çok şey dinlemesi gerekiyor. O dinlediği her şeyi merak etmesi gerekiyor. Müzik yazarından kasıt tabii burada önemli. Ben müzik tarihi üzerine yazıyorum aslında. Merak çok önemli. Dinlediği her şey üzerine düşünmesi, taşınması gerekiyor kişinin. Bunu o tarih üzerinde konumlandırması gerekiyor. Albüm hakkında müzikaliteden ilerleyerek eleştirmek de mümkün ama bence mutlaka tarihin içerisine konumlandırılması gerekiyor.

  

İLGİLİ HABERLER

Haftanın kitabı: Hayat Dudaklarda Mey

“Hayat Dudaklarda Mey”e Çiçek Pasajı’nda kutlama

Daha fazla yazı yok
2024-04-28 16:13:37