A password will be e-mailed to you.

Zero sergisi birbirinden avangard sanatçılarıyla İstanbul’da. Sergi pek çok ayağıyla büyük ilgiye değer. En başta pazar diye derdi olmayan sanatçının ne kadar özgür olabileceğini görmek adına… Sonra yakın sanat tarihi yazımlarının ne kadar hala yazılmamış olduğunu göstermek adına… Ve elbette savaş sonrası ruhların ne kadar yaralı ve yaşadıkları şimdiye tutunma hatta sarılma ihtiyacını ifşa etmek adına…

 

Önce Zero vardı Sıfır yani…

Sonra Fluxus ve Minimalizm…

Zero aslına bakarsanız bir akım değil! Bir akımdan daha fazlası… Bir “avangard tavırlar çokluğu”. 1963 Manifestosu’nda yazdığı gibi: “bir sessizlik, bir başlangıç ay, güneş, çöl ve gökyüzü…” Avrupa ve daha sonra Amerika’ya bulaşacak bu sessizliği ve başlangıcı tetikleyen neydi? Bu sorunun yanıtını İkinci Dünya Savaşı’nı kısaltmalara başvurmadan büyük harflerle yazarak verebiliriz.

Sanatçıların savaş sonrası mevcut eğilimden kendilerini kurtarmak, özgürleştirmek arzusu Zero’yu Zero yapacak, bir sıfır noktası olmasında hayli etkin olacak. İkinci Dünya Savaşı sonrası mevcut eğilimi, soyut ekspresyonizm, -bir ara Nuri İyem ve pek çok Türkiyeli sanatçının gönül verdiği taşizm- gibi ressamca resim yapmak olarak özetlersek Zero’ya gönül verenlerden Lucio Fontana’nın tuvali bir ucundan öbürüne neden kestiğini anlayabiliriz. Ya da yüzlerce şeffaf plastik torbaya belli bir seviyeye kadar su doldurarak sergileyecek Henk Peeters’i, paket kağıtlarını yırtarak onları tuval yerine koyacak Murakami’yi, kendi nefesiyle dolduracağı sanat eserini kutulayacak Manzoni’yi, yüzlerce birayla doldurduğu raflarıyla Henderikse’yi…

Hepsinin ressamca olandan ve dolayısıyla tarihi bir gelenekten kendilerini kurtarmak adına gündelik olandan, yaşamdan yana saf tuttuklarını, bu uğurda psişik ve duygusal olana izin vermek adına taraktan çiviye, sesten ışığa ve harekete izleyicinin de katılımına izin veren işler ürettiklerini çoğu zaman Duchamp’dan yadigar araba lastiği, bira şişesi gibi hazır yapım seri üretim nesnelere başvurduklarını da belirtelim.

Monokrom renklerde resimler yaparak ressamın elinden azade kılınan tuvallere, hareketli ışık oyunlarına evsahipliği yapan düzenlemelerin hemen her biri teorist Hartmut Böhme’nin deyişiyle “arada derede bir estetiğin ifade biçimleri”.

Bu arada deredelik önemli… Sergi mekanını bildik koordinatlarından uzaklaştırmak, onu aşındırmak, izleyiciyi de işin içine katarak kalıcı olmayan geçici bir seri işin sergilendiği sonraya kalmayacak, şaşırtıcı işler üretmek ortak derdi Zerocuların.

Zero’yu Zero yapanın kalıcı olmayan, ertesi güne olsa olsa sadece bir parti ertesi günü olmayı yakıştıran ruhun uçucu, geçici ve deneyimin kendisini sanat konusu, nesnesi yapan bir yaklaşıma sahip olduğu akıllardan kaçmamalı.

Sabancı Müzesi’nde 2 Eylül’de başlayacak Zero Geleceğe Geri Sayım sergisi küratörü, Zero Vakfı kurucusu ve Zero sanatçılarından Henk Peteers’ın yeğeni Tijs Visser anlatıyor: 

"Fontana’nın çirkin renk dediği kırmızı olabilir diye düşündük.”

Esas soruya dönersek…

Yarınsız Zero’nun Şimdi’sine? Zero sergisinin Sabancı Müzesi’nde Akbank sponsorluğunda açılma vesilesiyle bir grup gazeteci Zero’nun Amsterdam Stedelijk Müzesi’ndeki 2015 versiyonunu görme şansı bulduk. Burada derli toplu derleme Zero sanatçılarından Henk Peeters’in yeğeni, Zero Vakfı direktörü, serginin aynı zamanda küratörüne soruyorum:  Bu çok izleyici odaklı, deneyimi öne çıkaran ve yarına hiçbir şey bırakmayan aksiyonist işleri bugün müzeye yerleştirme deneyimi, bir bakıma tarihselleştirme hamlesini…. Başta Kusama olmak üzere bütün işlerin önüne çekilen bariyerin 1950’lerin sonundaki Zero ruhuyla bağdaşmayan ipini görmezden nasıl geleceğiz? Görmeyebilir miyiz? İşte direktörün yanıtı… 

“Burada mühim olan işlerin tekrar kurgulanması… Bu çok önemli. Pek çoğunun kaynağı hayatta olan sanatçıların tanıklıkları ve siyah beyaz fotoğraflar… Rengini bile bilmiyoruz ve tekrar kurgu yapmaya kalkıştığımızda tanıklıklara başvuruyoruz. Örneğin Kusama’nın teknesinde ya da Fontana’nın bronz toplarında… Bu topların eldeki mevcut fotoğrafları siyah beyaz olduğundan ne renk bir enstalasyon ışığında sergilendiklerini kestirmek zordu. Burada yine amcam gibi yaşayan Zero’cuların tanıklıkları devreye girdi. Bir de arşivdeki Fontana’nın mektubu. Mektubunda Fontana, çirkin renklerden bahsediyordu. Bu çirkin renkler acaba neydi. Biz kırmızı dedik. Bazı resimlerini de bu çirkin renklerle yaptığını biliyoruz. Zero sergisi bugün tekrar kurulurken evet dediğiniz gibi eski aksiyon dolu parti ruh haline sahip olmayabilir ama ne var ki tekrar varolması, arşivlerden yola çıkarak bir araya getirilmesi de sanat tarihi açısından önemli bir edim. Bu edim, çoğu yapıldığı günün gecesinde yok edilmiş, günümüze intikal etmemiş birçok işi görmemizi sağlıyor. Bu da çok büyük bir değer taşıyor.”

Daha fazla yazı yok
2024-05-09 05:04:31