A password will be e-mailed to you.

“Kolaydır inanmak kadar inanmamak da” diyor, şair, ressam, yönetmen ve sivil toplum aktivisti Furuğ Ferruhzad. Ahlaki, kurulu bir düzenin, katı ideolojik bir yaşam modeli olarak uygulandığı bir coğrafyaya fırlatılan Furuğ, bu coğrafyadan sıyrılmak için şiire, sanata, bedene ve aşka sarılır ve bir öte dünya yaratmaya çalışır. Furuğ’un “Ev Karadır” belgesel filmi, adeta Nietzsche’nin “değerlerin yeniden değerlendirilmesiyiz, doğru olmayana karşı bir zafer ilanıyız” söylemine paralel bir ütopya peşine düşer.

Furuğ’dan Sinur’a
“Peki, neyi seversin öyleyse sen, olağanüstü yabancı? ”
“Bulutları severim… işte şu… şu geçip giden bulutları… eşsiz bulutları! ” Boudelaire

Furuğ Ferruhzad’ın, yönetmenliğini yaptığı 1962 yapımı “Ev Karadır” filmi her ne kadar ev ve kara kelimelerini bir araya getirse de sözcükler evin içinde yaşanılanlardan koparak ve dışsal olana dönüşür. Film, kameranın aynada kendine bakan bir kadına odaklanarak başlar. Kamera, kadına, aynadaki kadının görüntüsüne o kadar yaklaşır ki kadının varlığının yerine geçer ve bakışına dönüşür. Kamera, ayna ve göz bir benzeşime giderek aynı anda aynı şeyi gösterir. Bu üç aygıt, üçlü bir onaylama ile kadının varlığını ispat etmeye ve görünür kılma gayreti içine girer. Kamera artık dışsal olan değildir, evin içini gören, hisseden ve duygulanan bir parçasıdır.

Sınıfsal bir gösterge olarak sinema

Godard, sinemanın sokağa çıkması gerektiğini kuramsal düzeyde tartışırken 1963 yapımı “Le Mepris” (Nefret) film setini sokağa kurar. Bol kostümlü, bol makyajlı, ezberletilen senaryosu, film setlerini andıran mekanlarda, sterilize edilen oyuncularla yeni bir estetik içine girerken aynı zamanda sinemayı yeni bir sınıfsal gösterge haline getirdi. Aynı dönümde Furuğ, “bu dünyada çirkinlik kıtlığı yok, insan ona gözlerini kapatırsa daha da çoğalır” sözleri ile “The House is Black” (Ev Karadır) filmini çeker. Kamerayı sokağa ve gerçek yaşamların üzerine çevirir, senaryosuz, kostümsüz, setsiz, ezberin olmadığı ve farklı güzellik anlayışı olan bir yaşamı estetize etmeden olduğu gibi sunar. Yaşamın taklit edilemeyen yönlerine, kamera karşısına geçmenin bir fark yaratmadığı yaşamlara odaklanır.

İyi yaşamanın bir üst kriteri yok

Furuğ’un, tek filmi olan “Ev Karadır” bir öte dünya tasviridir. Evin, cüzamlılar için dünyadan yalıtılmış olması ya da cüzamlıların dünyadan yalıtılmaları, kendi içlerinde bir yaşam kurmalarına imkan tanır. Bu yaşam, zaman ve mekanı aşarak, dışsal dünyadan kopan bedenin belirli bir formunun olmadığı, dünya dışı bir yaşama örnektir. Dışsal dünyanın sözcüklerinin tanımlamadığı ve yaşamın her koşulda yaşanmasına ama iyi yaşanmasına üst bir kriterin olamadığının göstergesi.

Acı bir burjuva hastalığıdır

Acı çekmek bir burjuva hastalığıdır. İçinde bulunduğu koşulların ona her şeyi vermesi gerektiği inancıdır. Nesnel bir oluşum olarak her duyumu sonuna kadar yaşama çabasıdır. “Ev Karadır” filmi cüzamın bir yaşam biçimi olduğu ve acının olmadığı bir zamanda geçer. Cüzam artık en kötü yaşam koşullarına karşı bir savunma biçimidir. Cüzamın öncelikle sinir sistemini felce uğratması, acı dolu dışsal yaşama karşı bir savunmadır. Artık, acının olmadığı bu yaşam formu insanların daha kötüleri için de hazırlar. İnsanlar çok kötü koşullarda yaşamaları, daha fazla acı çekmelerine değil de acı çekmemeleri ile sonuçlanır. Açlık yoksulluk ve sefalet acı için bir kriter değildir. Bu dünyada her şey hissedilir, eğlenilir, sevişilir, öpülür, oynanılır ama asla acı çekilmez. Furuğ bir muhatap aramadan “sana bu cehennemde şükreden kim” diye boşluğa sorarken, hiçbir enstrümanın çıkaramayacağı bir ritim ile yaşamın devamına odaklanır. Sözün bozuma uğradığı ve bir gerçekliğinin, gerekliğinin kalmadığını, biçimsiz davranışlarla, anlamsız kelime tekrarları ile, atonal ritmik olmayan müzikle, anlamsız gevelemelerle koloni içindeki iletişim dışsal bir dile ihtiyaç duymadan anlatır. Fred Rush, “Hamann, her şeyin bir kelime olduğunu düşünür kendini dilde dışa vuramayan şeyler sessizleşirler” der. Bu sessizlik, bir eylem felsefesine ve bir bilgi biçimine dönüşür.

Resim bir zarurettir

Eylem, tıpkı felsefe gibi kavramsal olan üzerinden yapılanır. Frank O’Hara‘nın “Ah tanrım nasıl da harika yataktan çıkmak ve o kadar çok kahve içmek ve o kadar çok sigara içmek ve seni o kadar çok sevmek” dizeleri, eylemsel olanın nesnel olanla bir duygu biçimine nasıl dönüştüğünü en yalın şeklidir. Eylemin bir kez gerçekleşmesi ve gerçekleştiği şekliyle ya da gerçekleşmeden de kurgusal olarak dilde aktarılması, söylem içinde iç içe geçmiştir. Dinlenilen bir müzik, izlenilen bir film, çıkılan bir akşam yemeği ya da arzu dolu bir gece neredeyse hepsi kendi koşulları içinde bir kere gerçekleşir ve sözcükleşerek dilde biricik olana dönüşür. Vücudun algıladığı bir koku, sergilenen bir tavır, jest mimikler, dinlenilen bir müzik, keyif verici maddeler ya da güzel bir akşamüstü ya da hepsi ya da daha fazlası an içinde bedende sadece bir etkilenim yaratmaz, bedenin kendisine dönüşür. Eylemi başlatır, harekete geçirir, kendini kendinden üreten bir duygu biçimine dönüşür. Her şeyi eylemsel bir oluşum olarak sözcükler içinde tekrardan canlandırır ve herhangi bir zamanda bir eylem olarak tekrardan anlatım içinde yerini alır. Bu anlatım sadece bir sözcük biçimi değil anı, söylem ve inanç olarak da bedende yapılanır. Sanatı özel kılan, tüm bunları yaşamdan kopararak kendi nesnesine dönüştürmesidir.

Bir yaşam formu olarak resim

Sinur, dışsal bir dayatmadan dolayı içinde aidiyet barındıran bir soy isimi kendisi için bir niteleme olarak kabul etmez ve sadece Sinur’un yeterli olduğunu söyler. Sinur, resmi bir zaruret olarak görür, vücudun gerçekleştirmesi gereken biyolojik ve kişisel bir ihtiyaç olarak ele alır. Tuval onun için yaşamsaldır ve kendi periyotları olan döngüleri vardır. Her resmi, onu dışsal dünyadan, mekandan, insanlardan, zamandan ve düşünsel kanaatlerden koparan bir eylemdir. Sinur’un eylemi, onu sadece dış dünyadan koparmaz, kendi yaşam formunu da oluşturur. Farklı bir zaman ve mekanda ve başka bir vücutta canlanır.

Anomali biricik olandır

Eylemin, duygulanımı şekillendirmesi ve bir düşünceye dönüşerek anlama kavuşması bir bilgi biçimidir. Sinur, bir bilgi biçimi olarak tuval karşında, duvarlar, mobilyalar, içeriyi aydınlatan ışık, boyalar ve fırçalar gibi bir şeydir. An içinde her şey ile iç içe geçerek bir duygu biçime dönüşür ve zaten gerçekleşmekte olan ve kontrol edilemeyen oluşumu tuvale aktarır. Bu oluşum, tuvalin dışındaki mekandan, boşluktan, ışıktan ve bedenden kopmaz aksine bir anlatım biçimi olarak içine çeker. Tuval, bedenin doğadan koparan mekandır bu yüzden sadece bir duyumu değil bir oluşumu da ifade eder. Tuvaldeki yaşam formu, doğa dışı bir oluşum olarak ortaya çıkar. Bu oluşum, ihtiyaçlarını doğadan bir düzen dahilinde karşılayan bir canlı gibi değil de içine ne bulunduysa konulan bir kukla gibi şekli alır. Her şeyin aynı şekilde hayati olduğu, nesnenin, sanatın, mekanın, boşluğun ve ışığın bir duygu biçimi olarak ifade bulduğu bu şekil, Furuğ’da olduğu gibi anomalidir.

Sağlıklı bir bedeni simgeleyen simetri bir tür ahlak ve iktidar aygıtının temsil ederken, anomali kendi görünüşünün tek ölçütüdür. Anomalinin biricik oluşu ve sadece içinde yaşanılan ana göre gerçekleşmesi onu benzersiz kılmaktadır. Bu benzersiz form her an etrafındaki her şeyle başkalaşır ve eşsiz bir ifadeye, bedene dönüşür. Doğada yer almayan bu oluşum, bir oluşumdan çok bir varlık artık ve çoktan gerçeklik basamağını geçmiştir. Tüm anlamların birleştiği bu yerde Sinur, aşkla, esrimeyle, sarhoşlukla, tükürükle ve biraz özlemle ve sürekli hassasiyetle kendilikler yaratır.

 

İLGİLİ HABERLER

Ahmet Soysal’la pandemi koşullarında “beden”

ERDOĞAN KAPLAN VE KARANLIĞIN TESLİSİ

Daha fazla yazı yok
2024-05-03 19:22:24