Ozan Çınar‘ın üçüncü öykü kitabı Yeterince Dinledikyaz sonunda Raskol’un Baltası yayınlarından çıktı. Çınar’ın önceki iki öykü kitabı da aynı yayınevinden çıkmıştı. Ozan Çınar’ın  yazar olarak farklı bir sesi var. Onunla öykücülüğü ve yazma pratiği ile ilgili yeterince söylenmiş/söylenmemişleri konuştuk.

Üç öykü kitabın var. Öykü yazmayı tercih etmeni sadece  bir biçim kaygısıyla açıklayabilir misin? Yoksa bu sadece bir temsiliyet meselesi mi yani sana  ifade etmek istediğin şeyler için bir alan yaratan hatta özgürleştiren bir edebi form mu?

Edebiyat algımı hiçbir zaman tarifi rahat olması, raflarda çabuk bulunması veya akademik anlamda ortak bir dil kullanılması için uydurulmuş tanımlar ile sınırlamadım. Bu yüzden kitaplarımda bir füzyon ile karşılaşırsınız. Roman parçaları, şiir, söyleşi, öykü, masal hatta yazıt şeklinde metinler bulabilirsiniz çünkü yazarken belirli bir forma odaklandığım bir kontrol mekanizmam yoktur. Elimden geldiğince tanımlardan uzak duruyor, bu açıklamayı yapacak zamanım yoksa da “öykü” deyip geçiyorum.  Öykü, Kısa Öykü, Kısa Kısa Öykü… Gittikçe ciddiyetten uzaklaşıyor, sonu yok bunun. Sanatsal bir edimi bu şekilde rasyonalize edemeyiz. Algıyı sınırlayan ve körelten şeyler bunlar…

Peki, son öykü kitabın ‘Yeterince Dinledik’ten bahsedelim biraz. Yaşama becerisi ile ilgili kahramanların bir problemi var ve bu, yaşamla ne yapacağını bilmeyen ya da tam da bu sebeple yaşamın ne olmaması gerektiğine dair bir öngörüsü olan karakterlerle bizi karşı karşıya getiriyor. Bir anlamda kendi hikâyemize, huzursuzluğumuza dönüşüyor.  Bu bağlamda karakterlerin ve onların dünyasına dair bir şeyler söylemek ister misin?

Kahramanların yaşamın ne olmaması gerektiğine odaklanmaları benim “kendini yaratma” ve “yabancılaşma” gibi olgulara bakış açımdan, özgürlüğü kavrayış şeklimden kaynaklanıyor. Dünya, birçok kültürel ve ahlaki kavramın insana hazır olarak verildiği bir ortam. Siz doğmadan önce masa, sandalye, kağıt, kalem, son hallerini almasalar bile aşağı yukarı formlarını bulmuşlardır. Duyularınız açılır açılmaz bir veri transferi başlar ve doğumunuzla birlikte çağın insanıyla karşı karşıya kalırsınız. Onun güncel alışkanlıklarıyla, kaygılarıyla, hırslarıyla, her şeyden önce bu insanın bir çağdaşı olmak yüküyle… Buradan yola çıkarak insanı oluşturan şeyin kabullenmek yerine reddetmek olduğunu düşünüyorum. Bu noktada “Yabancılaşma” araç, “Kendini Yaratma” ise süreçtir. Üstelik reddetmek daha çok sorun çıkarır; daha çok sorun daha çok çözüm gerektirir ve yaşamın bir anlamı olduğu illüzyonuyla hayatta kalmak için bir bahane daha çıkar. Kısaca, bana göre dünya neyi kabullendiğin değil neyi reddettiğin üzerinden şekillenir. Bunu yarattığım karakterlerde de görmek mümkün.

Evet, haklısın.  Ben, seni besleyen yazarlar ve metinler dediğimde, aklına gelen ilk isimleri de merak ediyorum. Bu yöndeki okumalarında nasıl bir dünya ile karşılaştın? Karşılaştığın şeyler yazma sürecinde nasıl bir dönüşüme sebep oldu?

Ağırlıklı olarak bir grup yazar veya akımdan bahsetmem çok zor. Bir ay içinde yaklaşık on kitap geçer elimden. Bu kitapların şiir, felsefe ve kuramsal ağırlıklı olduklarını söyleyebilirim. Fırsat buldukça farklı fanzinleri alıp okumaya çalışıyorum. Okuma konusunda belli bir noktadan sonra yalnızca bazı iyi anları kovalıyorsunuz. Kitap seçimlerinde ise kendi hatalarınızı yaptıkça bir yön duygusu gelişiyor. Böylelikle özgün bir kitaplığa ulaşıyorsunuz. Yazdıklarıma yön verecek bir şey söz konusuysa bunu kitaplarda değil, hayatın içinde aramayı tercih ederim.

Anlıyorum, peki yazım sürecinde yeni biçim arayışları çağdaş Türk edebiyatında farklı metinlerin üretilmesine imkân veriyor mu sence? ‘Yeterince Dinledik’ bana bu anlamda bir fikir veriyor. Senin bu anlamdaki tartışmaları dışarıda bırakarak kendi sınırlarınla ilgilendiğini görüyorum. Dolayısıyla bu anlamda gelişecek yorumlara da açık olduğun sonucuna varıyorum. ‘Yeterince Dinledik’ adlı öykü kitabında tamamen diyaloglarla gelişen metinlerin olduğu gibi mikro denemeler, şiir formunda anlatılar, fragmanlarla birbirine bağlanan deneysel çalışmaların var. İlk kitabın Mazgalların Altında da bazı öyküleriyle böyle bir arayışın olanaklarını deneyimliyordu sanki…

Deneysellik ana akımların var olduğu eski dünyaya ait bir kavram. Şu anda varlığından emin olduğum tek şey kaos. Hiç kimse yaptığı şeyin ilk kez denendiğini iddia edecek kadar büyük bir veri tabanına sahip değil. Yapılmış bir deneyi yinelemenin de yenilikçi bir yanı yok. Ben bu kaosun içinde sezgilerimi kullanarak özgün bir dil kurmayı seçtim. Bunu elimden geldiğince kararlı bir şekilde sürdürmeye çalışıyorum. Öte yandan algı ortalamasının hedeflendiği tarafta da ilerici bir şey yok. Para var, rakamlar var, istatistikler var. Şirketler ve onların besleyip büyüttüğü “sanatçılar” var. İçine dahil olan her şeyi kendi trajedisine ortak eden bir sistemle karşı karşıyayız.

Ozan sen aynı zamanda bir müzisyensin. Eğitimini müzik üzerine yaptın. Dünyayı müzikle ve edebiyatla anlamak, yorumlamak, yaratıcı sürecini nasıl etkiliyor?

Müzik bende canlı-cansız her türlü varlığa karşı bir duyarlılık ve saygı geliştirdi. “İnsanlık” kavramını ve evrenselliği Beethoven’la öğrendim ben. Sanırım bunu yaparken öfkesinden de payıma düşeni aldım. Diyalektiği Heraklitos’un veya Zenon’un sözleriyle, Miles Davis, John Coltrane gibi caz müzisyenlerinin emprovizasyonlarını karşılaştırarak anlamaya çalışıyorsunuz. Bu ister istemez düşünme şeklinizi belirlemeye başlıyor. Müzik ve edebiyat ekseninde dünyayı değerlendirmek aslında çok daha ağrılı ancak şikayetçi olduğum söylenemez. Bu disiplinler aracılığıyla yaşadığım dünyayı dikte ediyorum.

Merak ediyorum yazma sürecinde müzikle kurduğun bir ilişki söz konusu mu? Sana ilham veren müzisyenlerin var mıdır mesela?

Müzikte olduğu gibi metnin ritmi konusunda da hassas bir duyuya sahip olduğumu söyleyebilirim. Yazdıklarımla müzik arasında da doğrudan olmamakla birlikte zaman zaman bağlantılar kuruyorum. Örneğin, bazı metinlerimi romantik dönem müziğindeki “impromptu”lara benzetebiliriz. Bunlar tamamen doğaçlama olmamakla birlikte daha çok bu etkiyi yaratan yazılar. İlk kitabımdaki “Emprovizasyonlar”, İkinci kitaptaki “Nano Öyküler” ve son kitapta yer alan “Serbest Fragmanlar” bu türe örnek verilebilir. Müzik dinlerken 1400’lü yıllardan, geçen Cumartesi Brixton’daki barlarda çalan indie gruplara kadar uzanan geniş bir alanı tarıyorum. Bu yüzden sayacağım müzisyenleri bu söyleşiye sığdırmam inan mümkün değil. Affımı rica ediyorum.

Repertuarının geniş olduğunu tahmin ediyordum, bu arada kitapların Raskol’un Baltası’ndan çıkıyor. Edebiyat dünyası ile ilişkin nasıl? Kendi jenerasyonundan hangi yazarları takip ediyorsun?

Genelin “edebiyat dünyası” olarak gördüğü şey yüksek edebiyatçıların oluşturduğu okur odaklı bir hizmet sektörü. O taraftan kimseyi tanımıyorum. Kendi jenerasyonumda 160. km’den takip ettiğim Ömer Şişman, Mehmet Davut Özdal gibi isimler var. Ömer’in “Dikenli Zıplak” kitabını okuduğumda kendisini tanıdığıma bir kez daha memnun oldum. Mehmet’i şahsen tanımıyorum ancak “Tanzö” kitabında Ahmet Güntan’la birlikte ortaya koydukları performansı çok beğendim.

Ben de farklı bir okuma hazzı aldım ‘Tanzö’den. Tanzö’den bahsetmişken sosyal medya ve yazar ilişkisini nasıl yorumluyorsun? Biraz bunu da konuşalım.

“Yeni dünya”nın örnek “dâhi”leri yalnızlığımızla başa çıkabilmemiz için telefon uygulamaları yapıp karşılığında bizleri o uygulamalarda ilgi tokluğuna çalıştırmayı keşfettiler. Konuşmalarında aç ve aptal kalmamızı öğütleyip başarısızlığa övgüler düzen dahipatronların fikirleri insanlar arasında büyük bir saygıyla karşılanıyor. Bu noktada yazarlar ile diğer sosyal medya kullanıcıları arasında bir fark göremiyorum. Aynı beklentiler, aynı profiller ve aynı sonuçlar…Fazla içinde değilim ancak sosyal medyada ilk bakışta karşılaştığım birkaç portre çizebilirim;

Kendini paylaştığı şeyler üzerinden tanımlamaya çalışan ancak alt metni okuduğunuzda yalnızca değer dilenen bir entelektüel tipi var. Bu karakter, kitlesini bulursa sürekli olarak içerik üretmek zorunda kalıyor. Bir süre sonra bu içerikler kaçınılmaz bir şekilde kullanılan uygulamanın jargonuyla şekillenmiş aptallıklara dönüşüyor. Bunun yanında sosyal medyayı bir kendini tanıtma aracı olarak vahşice kullanan seksen kuşağından, her şeyi beğenerek iyi ilişkiler kurduğunu düşünen mutualist şirinlerden, narsisizme saplanan şakacı saldırganlardan ve onların yancılarından oluşan bir yüksek dopamin okulu var. Ben genellikle yaptığım işleri duyuran içerikler paylaşıyor ve tartışmalardan uzak durmaya çalışıyorum.

Üç öykü kitabından sonra, ‘Ozan Çınar hiç roman yazacak mı?” diye sormak istiyorum. Ya da bir oyun, müzikli bir kitap…  Bununla ilgili belki bir şeyler söylemek istersin.

Bunu ben de kendime soruyorum. “Bir roman veya oyun yazacak mısın Ozan?” diyorum ama cevap vermiyor…

Daha fazla yazı yok
2024-03-28 16:35:52