A password will be e-mailed to you.

Fotoğraf sanatçısı Ömer Orhun, Mili Reasürans Sanat Galerisi’nde açılan “zamandı, yer edindi” adlı sergisinde, alt alta ya da yan yana getirdiği birçok fotoğraf karesini bir bütün halde sunuyor. Parçalı görüntülerin ardındaki sessizliği dinlemeye davet ediyor.

Fotoğraf sanatçısı Ömer Orhun’un Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde “zamandı, yer edindi” adlı fotoğraf sergisinin açılacağını ve şair Birhan Keskin’in bu serginin kataloğu için bir yazı kaleme aldığını öğrendiğimde durdum ve düşündüm. Sıkı, derin anlamları olan ve estetik açıdan iyi işlerle karşılaşacağım hissine kapıldım. Zira bu iki ismi bir arada görünce böyle bir hisse kapılmadan edemiyor insan. Kimi sorular da ardı ardına yankılandı zihnimde. Acaba, Ömer Orhun ne türden bir teknikle çalıştı. Bildiğim kadarıyla analog çekimleriyle tanınan bir sanatçı. Sonra dert edindiği konu ya da konular nelerdi? Üç yılını verdiği bu çalışma sonucunda fotoğraf yoluyla derdini dökebildi mi? Şair Birhan Keskin, bu fotoğrafları görünce neden bir yazı kaleme aldı? Onu bu fotoğraflarda kendisine çeken şey ya da şeyler nelerdi? Bu ve buna benzer soruların cevabını bulabilmek için sergi açılışını beklemem gerekiyordu.

İstanbul’a son yıllarda yağmadığı kadar yağan karın ardından soluğu Nişantaşı’ndaki Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde aldım. Bir alt katta olan sergi salonuna inmeden Orhun’un bir fotoğraf işi karşılıyor beni. Bu iş, tek bir karenin olmadığı birçok karenin bir bütünlük içinde sunulduğu bir fotoğraf. Hemen yanında Keskin’in bu fotoğraf için bir yazısı var. Keskin’e kulak verelim “İçerisi de dışarısı da parçalı, evet. Hatırlamaya çalıştıkça oda; ahşap zemin, birkaç kâğıt parçası, kumaşın rengi, dışarıdan sızmış bir tutam ışık, yol, yatağın ucu, hatırlamaya çalıştıkça bir bisiklet, yoldan bir parça, bir üçgen… Parçalanmış zaman. Oysa odada sıcak bir şey vardı, imi’ş. Yolda bir bisiklet vardı, imi’ş. Şimdi hafızadan anımsayıştan kalkan bu parçalarla, fotoğraf ile resim arasında ince bir gerilimin örüldüğü bu sergi ile baş başa bırakalım görecek olan gözü.

Demek sergi; bellek, hatıra, unutma, anımsa gibi konular üzerine. Çok uzağımızda olmayan fakat farkına varamadığımız nesne veya eşyaların kimi ayrıntılarıyla karşı karşıya olacağımın ipucunu alarak sergi salonuna iniyorum.

Ömer Orhun farklı bir teknikle çalışmış bu kez. Analog çekimlerden ziyade dijital fotoğrafın olanaklarından yararlanmış. Orhun fotoğraflarında teknik açıdan göze çarpan en önemli özellik, alt alta ya da yan yana getirdiği birçok fotoğraf karesini bir bütün olarak sunmuş olması. An’ı yakalamaktan çok anın dalgalarının yarattığı zamanın görüntüsünü sunmuş. Farklı zamanlarda çekilmiş birçok görüntüyü eş zamanlı olarak vermeye çalışmış. Hem de çok uzağa gitmeden yapmış bunu. İşlerde, ev ya da bir bahçede kadrajına takılan görüntüler var. Yani şeylerin kendi halindeki doğasını fotoğraf karelerine yansıtmış. Ama tam olarak ne olduğunu seçemediğimiz nesneler bunlar. Ancak olsa olsa bu bir masadır, halının ucudur, ahşabın bir kesitidir, içinde çiçek olan bir saksının görüntüsüdür ya da boydan boya odayı dolaşmaya çalışan bir çiçektir, ucu açılmış sarı ve kırmızı renkli kalemlerdir, bir köprünün korkuluklarıdır, dışarıda masa ve sandalyeleri olan bir cafe ya da lokantadır diyebileceğimiz nesneler veya eşyaların parçalı bir birlikteliği var görüntülerde. Hemen kendini ele vermeyen, bakarken dikkat gerektiren işler olarak gözüküyorlar. Bu görüntüler kimi yerde geometrik şekiller edinerek birbirinin devamı olduğu hissini yaratıyor. Bu durum fotoğrafların katmanları arasında bir derinlik oluşmasını sağlıyor.

Orhun’un bu kadar parçalı, farklı zamanları ve nesneleri bir bütün içinde sunmak istemesini ise Birhan Keskin, şöyle değerlendiriyor: “Günümüzde haddinden fazla ‘görüntü’ye maruz bırakılan insanlar olarak her birimiz için geçerli olan bir şey var: Bir görüntü, bir görüntü olarak kalamıyor zihnimizde, güncelin en tesirlisi bile gözümüze değer değmez eriyor, düşüyor, parçalanıyor. Hızla, unutuşla gözümüzden düşüyor. Ömer Orhun belki tam da bu sebepten bize bu kez bilindik fotoğraflar sunmuyor, fotoğrafı kullanarak, belirli imgelerle zamana dair bir şey söylüyor. Orhun’un bütünlük arayışı bazen bir anıyı, bir odayı, bir geceyi hatırlamaya çalışırken bazen de harflerin de tökezlediğimiz bir kekemelik gibi kendini kuruyor. Gözün ve hafızanın fotoğraf ile sınavı bu. Gözün imkânı sonsuz gibi görünse de öyle değil. Kaydeden hafızanın sınırı da öyle. Saklayabildiği, hatırlayabildiği kadarıyla var.”

Nedir bu metafor?

Keskin’in sergi üzerine kaleme aldığı etkili yazının yanında bu fotoğraflar için başka ne söylenebilir? Ben, bu fotoğraflara başka bir pencereden bakmayı deneyeceğim. Orhun’un işlerinde bilinçten bağımız olarak var olan nesnelerin ya da eşyaların kendi dünyasındaki varlığının nasıl bir bütünlük ve birliktelik oluşturduğu göze çarpıyor. Bilincimiz devreye girip de nesneleri ucundan, kıyısından, köşesinden görmemize kadar. Hızın alıp başını gittiği, enformasyon bombardımanının olduğu, her an için bir yerlere yetişmemiz gerektiği bu çağda, nesnelerin kendi sessizliğinin ve hareketsizliğinin ne türden okumalar içerdiği asıl beni ilgilendiren. Bu hareketsizlik ve sessizlik hali bende imgeleme gücü yaratarak bir metaforu ortaya çıkarıyor. Nedir bu metafor? Sessizlik ve ev. Orhun’un bu parçalı fotoğraflarına baktıkça evin nasıl bir sessizlik içerdiğini anlıyor insan. Evet bu parçalı fotoğraflardan da olsa sessizliği duyuyorum. Kapıyı çekip dışarıya çıktığımızda geride bıraktığımız ya da kapıyı açıp içeri girdiğimizde önümüze açılan sessizlikten bahsediyorum. Siz de duyuyor musunuz?

Eskiden sessizlik olarak; bir kırda, ovada ya da dağda gözlerimi kapatıp ellerimi açarak dinlediğim doğa vardı. Ta ki Orhun’un fotoğraflarında beni etkileyen evin sessizliğine kadar. Ve evden bahçeye uzanan oradan da dünyaya açılan bir sessizlikten bahsediyorum. Fakat her şeyin kısa ömürlü olduğu bu çağda sessizlik de nasibini alıyor. Radyonun sesinin, televizyonun düğmesinin açmasına kadar. İşe gitmek için akşamdan kurduğumuz çalar saatin çalmasına, dışarıdan gelen bir korna sesine, trafik ışığının kırmızıdan yeşile geçtiğinde hemen kornaların birbiri ardına çalmasına, yolculuk esnasında Akbillerimizi cihaza dokundurup o kulakları tırmalayan sesi duyana yani şehrin gürültüsüne, akışına karışmamıza kadar… Oysa hızın alıp başını gittiği bu çağda, hızı yavaşlatma grevi de olmalı diye düşünüyorum. Zira sessizliğe ve arınmaya hiç olmadığımız kadar ihtiyacımız var. Orhun fotoğrafları alttan alta bizi bu türden duygu durumlarına sevk ediyor.

Siz de bu parçalı görüntülerin derinindeki sessizliği dinlemek isterseniz 18 Şubat’ta kadar sergiyi ziyaret edebilirsiniz.

Daha fazla yazı yok
2024-04-25 06:54:54