A password will be e-mailed to you.

11 ayrı kadının trajikomik hikâyeleri, küçücük, müzikli bir kar küresine sığdırılmış gibi sahnede belirip, seyirciyi türlü ruh hallerine sokuyor ve kurma kolunun durmasıyla, yüzlerindeki küçük tebessümlerle uğurluyor. Genç yönetmen Firuze Engin’in yazıp yönettiği ve Selen Uçer’in oynadığı tek kişilik müzikli oyun “Güle Güle Diva” DasDas’ın Metropol İstanbul’daki yeni yerinde sahneleniyor. Oyun ve daha fazlası hakkında Selen Uçer’le sohbet ettik.

 

Güle Güle Diva’yı izlerken, bambaşka coğrafya ve döneme ait iki farklı oyunu anımsadım. İlki, içerik anlamında ilişkilendirdiğim, Amerikalı yazar Susan Glaspell’ın Trifles (Önemsiz Şeyler) oyunu. Diğeri ise sahnedeki samimi ve dolaysız kadın anlatıcı bakımından benzettiğim Latife Tekin’in romanından uyarlanan “Sevgili Arsız Ölüm – Dirmit”. Güle Güle Diva, içten bir anlatıma sahip kadın dayanışması hikâyesi diyebilir miyiz?

Evet. Her şeyden önce oyunu bir kadın yazdı ve yönetti, bir başka kadın oynuyor. Kadın dayanışması üzerine her zaman olan ama üzerinde çok da konuşulmayan, küçük gözüken ama çok büyük yerlere giden konu, bir zaman başlamış ve günümüze kadar birçok değişik anlatım ile sinemada, edebiyatta ve tiyatroda karşımıza çıkmış durumda. Bu nedenle oyunun hatırlattıkları, bizim anlatmaya çalıştığımız şeyin size geçmiş olduğunu gösteriyor ki, bu da bizim açımızdan gayet güzel bir durum.

 

Birkaç yıl önce sizin yazıp yönettiğiniz, “Bütün Kadınların Kafası Karışıktır” oyununu seyretmiştim. Orada da bir kadın dünyası kurulmuştu. Sanki bir “kadın külliyatı”na doğru gidiyorsunuz.

Aslında ben, “Kuçu Kuçu” oyunundan başlayarak – Fabrice Roger-Lacan’ın yazdığı, Aysa’da yaptığımız, Özgü Namal ve benim oynadığım bir oyundur o. İki kadının arkadaşlığının analiz edildiği, psikanalitik bir tekste sahiptir- ardından gelen Deniz Madanoğlu’nun yazdığı dört kadın hikâyesi “Poz” ve sonra da sizin bahsettiğiniz Ece Temelkuran’ın kitabından oyunlaştırdığımız “Bütün Kadınların Kafası Karışıktır” ile kadın konusu üzerine çalıştım. Son oyundan önce de, “Cambazın Cenazesi”nden hayran olduğum ve ortak fikirler taşıdığımız Firuze Engin ile bu konuda neler yapabiliriz diye kafa yorduk. Yani, benim bir kanalım bu konuyla hep ilgilendi diyebilirim. Sonuç olarak “Güle Güle Diva” benim öncesinde uzun süre araştırdığım, kadın temalı bir oyun ve bir oyuncu olarak, bu yaşımda ve bu hayat algımla, bu konuyu böyle anlatıyor olmaktan ötürü de kendimle gurur duyuyorum açıkçası. Bu benim seçimimdi ve çok şükür ki başarabildim.

Güle Güle Diva”nın benim için önemli olan bir diğer yanı da, Günseli karakterinin, yani oyunun ana anlatıcısının, her şeyi yargısız ve tarafsız olarak aktarması. Kadın meselesini, erkeği yargılamadan verebilmeyi çok önemsiyorum. Oyunda Günseli’nin anlattığı olaylarda kimseye kızmıyoruz, aksine onları anlıyoruz. “Güle Güle Diva”nın dili böyle bir dil ve özünde yan yana durmayı, ayrıştırmadan, önyargıdan uzak durarak yaşayabilmeyi anlatıyor. Firuze’nin bu bakışı zaten başka metinlerinde de beni çok etkilemişti. Burada da bu dili beraber oluşturduk düşüncelerimizde ve Firuze çok güzel yazdı.

 

Bu noktada Güle Güle Diva, sadece kadını hedefleyen bir oyun olmaktan çıkıyor sanıyorum. Bu fikir, yani birlikte yan yana durma fikri, erkeklerin de ilgisini çekiyor, öyle değil mi?

Geçenlerde bir erkek arkadaşım eşiyle birlikte oyunu izlemeye geldi. Ve son sahnede gözlerinin dolduğunu, ağlamamak için kendini zor tutuğunu söyledi. Bu çok değerli bir tepki. Çünkü erkeklerin bir tiyatro oyununda ağlaması, çok da rastladığımız bir durum değil. Yine bir arkadaşımın eşi, “tek kişilik, hem de kadın temalı bir oyun, kim bilir nasıl sıkılacağım” endişesiyle gelmiş. Sonradan, “hiç bu kadar eğleneceğimi düşünmemiştim” diye itiraf etti. Bunun gibi birçok örnek sayabilirim. Erkek seyirci, hiç beklemediği kadar eğleniyor bizim oyunda.

 

Evet, ben de kahkahayla gülen birçok erkek seyirci gördüm.

Erkekler, gelin bu oyuna! “bır bır bır konuşuyor” dediğiniz kadınları anlamak için gelin en azından.

 

Oyunda benim sayabildiğim kadarıyla 11 karakter var. Ve hepsi de birbirinden gerçek görünen karakterler. Aralarında sizin tanıdıklarınız var mı?

Bütün kadınlar, Firuze’nin kadınları. Günseli mesela -yanlış hatırlamıyorsam- gençliğinde kitap okumaya çok düşkün olan Muko Teyzesi. Benim de katkılarım oldu. Her şeye gülen Zuhal Hemşire, annemin hastanede yattığı dönem, kendisiyle ilgilenen hemşiresi mesela. Divada da benden bazı izler var.

 

Güle Güle Diva, çok güncel bir oyun. Mesela karakterlerden birinin telefonda kelimelik oynaması, ya da tanıştığı birini sosyal medyada araştırması gibi şeyler çok tanıdık. Bu anlamda, kadın ve erkek seyirciye eşit uzaklıkta duruyor sanki.

Evet, kesinlikle öyle! Daha önce de söylediğim gibi, birçok erkek seyirciden çok olumlu geri dönüşler aldım.

 

Bir oyuna hazırlanırken, seyircinin tepkisi sizi yönlendirir mi? Ya da seyirci profiline göre bir oto sansür uygular mısınız? Mesela Günseli’nin yaşadığı yasak aşk ya da Serpil’in ülkeyi gezme planları yaparken, terör yüzünden doğuya gitmek istemediğini söylemesi, seyircinin tepkisini çeker mi acaba diye düşündünüz mü?

Açıkçası bunlar, Firuze’nin seçimleri. Ancak hem o, hem de ben, böyle şeyleri deme taraftarı kadınlarız. Yani bu detaylar, oyunda özellikle var diyebilirim. Burada önemli olan, bu konuların nasıl verildiği. Öyle usturuplu bir anlatım var ki, çok insani bir nedenle kullanıldıkları anlaşılıyor. Dediğim gibi, yazar ve yönetmen olarak Firuze’nin seçimleri olmakla birlikte, hemfikir olduğumuz konular bunlar bizim.

 

Uzun zamandır özel tiyatrolarda kullanılan minimal dekor tarzı, bu oyunda da tercih edilmiş. Tek kişilik bir oyunda, dekor açısından da bu kadar “yalnız bırakılmak” oyuncuyu tedirgin etmiyor mu? Oyun boyunca seyircinin bir an olsun gözünü kaçıracağı herhangi bir obje yok sahnede. Sadece bir merdiven ve bir kapı!

Seyirci dekora bakmasın, bana baksın zaten! Sorun değil! Ben dekora kafa yoran bir oyuncu olmadım hiçbir zaman. Mesela Aysa bünyesinde, klasik anlamda dekor kullanılan oyunlarda da yer aldım ve o zaman dekordan yararlandım. Ancak ben, her zaman hikâyedeyimdir.

Güle Güle Diva”nın dekoru, Firuze’nin tasarımı. Dekorun bu hikâyeye nasıl bir katkı yapabileceğini düşünürken koyduğu minik bir kapıyla harika bir çözüm buldu. Ve ben bayıldım bu yaklaşımına.

 

Peki, dekoru bir tarafa bırakalım. Tek kişilik oyun, başlı başına zor bir seçim değil mi?

Elbette zor. Mesela benim zaman zaman dilim sürçer. Özellikle yorgun olduğum zamanlarda. Hatta geçmişte bir oyunda sahneye girdim, öyle çok sürçtü ki dilim, oyuncu arkadaşlardan biri, “ Ne o, Arapça mı öğrendin sen?” dedi. Orada komik bir detay oldu, ancak tek kişilik bir oyunda bunu yapacak birisi yok. Sorumluluk bir kişide, dolayısıyla büyük bir disiplin gerektiriyor. Yine de, açıkçası çok önemli değildir benim için bu tarz şeyler. Doğallıktır hatta, tiyatronun özelliğidir bu. Önemli olan, hikâye ve duygudur bence. Ayrıca, ne kadar zor olursa olsun, kariyerimin bu döneminde, benim tam da yapmak istediğim şeydi bu oyun.

 

Yine gelelim Günseli’ye. Arafta beklerken, kendisine ölmediği söylendiğinde, gizli olan her şey ortaya çıktığı ve ölüp kurtulduğunu düşündüğü için, yaşama geri dönmek istemiyor. Siz onun yerinde olsanız ne yapardınız? Yaşamı mı, kuralları mı önemserdiniz?

Ben de onun gibi yapardım sanıyorum. Dönerdim, ama dönmek istemezdim. Aslında oyuna hazırlandığım sıralar, hayatımın bir dönüşüm dönemine denk geldi. Hani bir replik var; “şu kapının arkasında ne var, çok merak ediyorum” diye. Ben de bu oyundan sonra neler olacak çok merak ediyorum. Yine bu dönemde annemin hastalığından dolayı tedavisi devam ederken, Günseli’nin her şeyi hafife alan tavrı beni çok rahatlattı. “Çare Günseli!” Ve tabii ki Firuze’nin yaratısı ve bakış açısı.

 

Biraz önce de bahsettiğimiz gibi, oyundaki karakter sayısı gerçekten çok ve siz birinden diğerine çok hızlı geçişler yapıyorsunuz. Yaratım sürecinde her biri hikâye için gerekli olsa da, uygulamada, yani sahnede zor olmadı mı bu kadar kadınla tek başına baş etmek?

Karakterler Firuze’nin seçimi. Biz hepsini çok sevdik, atamadık. Hepsinin bir fonksiyonu var oyunda. Benim şu kadar karakter olsun, tek kişilik bir oyun olsun gibi bir görüş bildirimim olmadı. Biz Firuze’yle bir hikâye anlatmak istedik ve sadece ikimiz vardık. Sonradan yardımcı yönetmenlerimiz Merve ve Orçun katıldı. Ardından asistanlarımız geldi. Her şey böyle gelişti.

 

Yorulduğumda hızlanırım!

Yine de onca karakteri bir arada canlandırmak zor iş olsa gerek. Hele oyunun sonlarına doğru bir yer var ki, bütün karakterler aynı yerde ve siz son yüz metrede hızlanan maraton koşucusu gibi şaşırtıyorsunuz seyirciyi.

Ben, merdiven çıkarken de öyleyimdir. Sonuna yaklaşıp yorulduğumda, hızlanırım.

 

Oyunu izlerken, olayların geçtiği kasaba çok tanıdık geliyor. Karakterler keza öyle. Peki siz aşina mısınız böyle bir küçük kasaba yaşamına?

Hayır. Ben daha şehir kökenliyim. Ama Firuze aşina, hem oyunda Sefaeli olarak geçen kasabaya, hem de tüm o ahaliye. Ben özellikle böyle bir hikâyeyi anlatmak istiyordum. Ve yönetmenim beni doğru yönde çalıştırdı, iyi yönlendirdi diyebilirim.

 

Oyunun müzikleri çok güzel. Sanki radyoda duymuşuz ya da her an duyabilecekmişiz gibi. Bu oyuna özel bestelendiler değil mi?

Sözlerini Firuze yazdı ve Ozan Tekin besteledi. Yirmi sene önceki bir divanın repertuvarı olduğundan, 80’ler ve 90’lar sound’unu yansıtacak şekilde hazırlandı. Ve ben seslendirdim.

 

Tam da onu soracaktım. Siz, tiyatro dışında şan eğitimi almış bir sanatçısınız. Müzikle ilgili bir projeniz var mı gelecekte?

İki sene önce seslendirdiğim single’lar vardı. Belki onlarla ilgili bir proje olabilir. Ama müzik benim için ikincil öncelikli bir alan.

 

Bu sezon adınızın geçtiği Güle Güle Diva dışında iki oyun daha var. Işıltılı Haşereler ve Tutsana Ellerimi. O oyunlarda neler yapıyorsunuz?

Işıltılı Haşereler’de konuk oyuncuyum. Geçen senenin oyunuydu aslında o. Tutsana Ellerimi ise benim yazdığım ve iki genç yönetmen Elit Andaç Çam ile Semih Varol’un yönettiği bir oyun. Ben onlara danışmanlık yaptım, ama çok da dâhil olmadım. Kabare tarzında bir oyun diyebiliriz.

Tiyatro dışında, televizyon ve sinemada da birçok yapımda yer aldınız. Var mı yeni projeler?

Koca Koca Yalanlar vardı televizyonda, o bitti. Yakında başlayacak olan yeni bir proje var.

 

Son dönemde birçok genç yazar ve yönetmenin başarılı oyununa rastlıyoruz. Devlet ve şehir tiyatrolarında olmasa da özel tiyatrolarda yer alan bu oyunlar ve yaratıcıları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ben, yeni yönetmenlere ve daha modern anlatımlara her zaman ilgi duymuş biriyim. Ve çok umutluyum. Yapılanların çoğalması, ilgiyi de arttırıyor.

 

Aynı sanatçının hem oyuncu, hem yazar, hem de yönetmen kimlikleri taşıması, hatta bu alanlarda birkaç deneme olarak değil, neredeyse eşit ağırlıklı olarak çalışmaları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yaratıcı ve üretken olmak güzel. Ancak bana göre, bir insanın bir tane esas işi olmalı. Benim asıl işim oyunculuk. Aynı zamanda şarkı söyleyen, gerektiğinde yöneten ya da yazan bir oyuncuyum. Oyunculuk orijininden sapmadan diğerlerini yapabilirim ancak. Yazar olarak da oyuncu kafasıyla yazarım mesela.

 

Üniversitelerin tiyatro toplulukları, sektörde önemli işlere imza atıyor. Altıdan Sonra Tiyatro mesela, İTÜ’deki tiyatro kulübünden buralara geldi, birçoğu mühendislik bölümü öğrencisiydi. Siz de benzer şekilde Boğaziçi Üniversitesi’nde kimya okurken oradaki tiyatro topluluğuyla çalıştınız. Birbirine çok uzak gibi görünen mimarlık, mühendislik ve benzeri eğitim almış insanların tiyatrodaki başarılarını neye bağlıyorsunuz?

Matematik bilmek belki fayda sağlamış olabilir. Ancak kendi adıma, okuduğum bölümden çok, Boğaziçi’nde aldığım genel eğitimin faydasını gördüğümü düşünüyorum. İnsanların istedikleri bölümlerde okuyamaması Türk eğitim sisteminin büyük sorunlarından biri zaten. Üniversitelerin tiyatro toplulukları bu aşamada oldukça faydalı bir çıkış imkânı sağlıyor. Ben kendimden bahsederken, Boğaziçi oyuncularındanım derim her zaman. Orada başladım ve yarı zamanlı konservatuvara devam ettim.

 

Eğitim projeniz var mı? Oyunculuk üzerine eğitim vermeyi düşünüyor musunuz?

Evet, düşünüyorum. Yeditepe’de bir dönem ders verdim. Şimdi yine düşünüyorum. Yaratıcı oyunculuk ve oyuncu için ses kullanımı, karakter yaratırken ses kullanımı gibi konularda atölye oluşturmak veya bir eğitim kurumunda ders vermek gibi bir projem var.

 

Yeni tiyatro mekânları hakkında ne düşünüyorsunuz? AVM’deki bir salonda, bir apartmanın ikinci katında, hatta bir otelde oyun oynamak oyuncuyu nasıl etkiliyor?

DasDas gibi şık bir mekânın, seyirci için olduğu kadar, oyuncu için de güzel etkileri olabiliyor. Önemli olan, seyirciye ulaşmak. Bunun için de her yerde tiyatro yapılması güzel bir şey. Tercih meselesine gelirsek, elbette tarihi olanı tercih ederim. Meselâ Ses Tiyatrosu’nda oynamak büyük bir keyif. 

 

Oyun seyretme fırsat bulabiliyor musunuz?

Oyunu çıkarttıktan sonra bol bol seyretmeye çalışıyorum. Bu sezon, “Yaralarım Aşktandır”, “Joseph K”, “Zebercet”, “Yutmak” ve “Tezgâh”ı seyrettim. Ivanov ve Nihayet Makamı ise seyretmeyi planladıklarım arasında. Ayrıca Deniz Madanoğlu’nun yazdığı “Yan Rol” ve Bora Pak’ın yazdığı “Romeo ve Juliet’in Tarifsiz Hikâyesi” de beğendiğim oyunlardan bazıları.

 

Güle Güle Diva”nın programı hakkında bilgi alabilir miyiz sizden?

5 ve 12 Nisan’da DasDas’dayız. 20 Nisan’da Toy İstanbul ve 3 Mayıs’ta Feriye Sahnesi’ndeyiz.

 

Biraz turne programınızdan bahseder misiniz? İstanbul dışındaki seyirci de izleyebilecek mi “Güle Güle Diva”yı?

Turne programımız var. 27 Nisan’da İzmir’e gidiyoruz. Ardından Ankara var. Biz bu oyunu uzun bir süre, gidebileceği her yere götürmek, hatta İngilizce ve Almancaya çevirip yurtdışında da sahnelemek istiyoruz.

 

İLGİLİ HABERLER

E-MAIL İLE BAŞLAYAN BİR AYRILIK HİKÂYESİ!

Bütün dünya izlemedikçe kim olduğun, ne yaşadığın, neden önemli olsun ki?

Daha fazla yazı yok
2024-04-29 11:31:36