“Meclisi yok ettiklerinde uyanmadık, terörizmi bahane ederek anayasayı yok saydıklarında da uyanmadık… ama şu an uyanığım.”

Margaret Atwood’un, 1980’lerin başında Amerika’da yükselen aşırı sağcı politikalar ve İran’daki devrimin etkisiyle yazdığı The Handmaid’s Tale, uzun süreçte suyu yavaşça ısıtılan toplumun tüm değerlerinin alaşağı edilmesini konu alıyor. Bir gün önce sokakta rahatça koşan bazı kadınlar, bir gecede işsiz ve parasız kalıyor ve sadece üremek için kullanılan ‘hizmetçi’lere dönüşüyor. Doğaya inanan baskıcı yeni yönetim, insanların birbirini gözetlediği, bilimden uzak, eşcinselliğin olmadığı, kişilik belirten özelliklerin törpülendiği, tedirgin bir toplum oluşturmayı amaçlıyor. 

Atwood’un 1985’te yazdığı bu roman günümüzde Hulu tarafından dizi haline getirildi. Tüm dünyada yükselen radikal politikalar üzerine gündeme gelen roman, “Tehlikenin farkında mısınız?” mesajını şimdiki nesle bu sefer dizi olarak iletiyor. Dizi özellikle Türkiye’de yaşayanlar için bir distopyadan çok gerçekliği andırıyor. Bu diziyi izleyen bir kesim politikacıların “Diziydi gerçek oldu” demek isteyeceğini hayal etmek güç değil. Dolayısıyla dizileri gerçeklikten kaçış aracı olarak izlemek isteyen kesime The Handmaid’s Tale’i tavsiye etmek, laktoz intoleransı olan birine vanilyalı dondurma yedirmek gibi olabilir. 

Diziden bahsederken panik atak yaratmayacak kısımlara geçersek, özellikle kadraj seçimleri harika. Görüntü yönetmenliği ile daha çok tanınan Reed Morano ilk üç bölümün de yönetmeni. Reed Morano’nun görüntü yönetmenliğinden geliyor oluşu, her kadrajın bir hikaye anlatmasına yardımcı oluyor.

[divider]SpoIler[/divider]
Daha dizinin açılış kadrajında, karakterlerimizi araba koltuğunun başlığının arkasından görüyoruz, parça parça gördüğümüz karakterlerin ayrılacağını ve mutlu bir aile tablosuna geri dönüş olamayacağını Morano bize ilk dakikadan anlatmayı başarıyor.
[divider]SpoIler[/divider]

Bilinmezliğin içinde

Alışık olduğumuz dünyadan biz de en az Offred (Elisabeth Moss) kadar hızlı bir şekilde bilinmezliğin içine çekiliyoruz. Farklı ayinleri olan, kuralları acımasız bu yeni dünyanın renk skalası ve sanat yönetimi, izleyicilerin ilgisini, adım adım tanıtılan dünyayı keşfederken canlı tutmayı başarıyor.

Joseph Fiennes (Flashforward), Yvonne Strahovski (Chuck), Alexis Bledel (Gilmore Girls) ve Samira Wiley (Orange is the New Black)’ten oluşan kadronun neredeyse kusursuz seçimler. Özellikle Yvonne Strahovski, duruşu ve yapısı ile Claire Underwood karakterine yakın bir karizmaya sahip olmayı başarıyor. Ama tabii ki Elisabeth Moss’u tüm bu oyunculardan ayrı tutmak gerekiyor, Moss, boynundaki damarla bile oyunculuk yapmayı başarıyor, bazı sahnelerde Morano’nun kadrajlardaki avantajı oyuncu yönetiminde eksikliğe dönüşse de Moss gerçek bir yıldız.

İzlemek isteyenler için not: Şu anda Türkiye’de Blutv’de yayınlanıyor, Wikipedia’nın bile yasaklandığı ülkede, “Ülke sırlarını açık ediyor” diye her an yasaklanabilir gerçi…

Okumak isteyenler için not: Dizinin yola çıktığı Margaret Atwood’un romanı, Damızlık Kızın Öyküsü ismiyle Doğan Kitap’ta 1990’lardan sonra tekrar yayımlandı. Özcan Kabakçıoğlu ve Sevinç Altınçekiç’in çevirisiyle yeniden yayımlanan kitap, radikal duruşu ve kendine mahsus anlatımıyla diziyi sevenlere hararetle tavsiye edilir.

Daha fazla yazı yok
2024-03-28 10:50:26