A password will be e-mailed to you.

Yazar ve küratör Simon Njami, uzun süredir Afrika kıtasındaki ve bu kıtadan doğan modern sanatın gelişimini destekliyor. Yankı uyandıran AfrikaRemix sergisinin (2004-2007 yılları arasında uluslararası olarak sekiz ayrı mekanda sergilenen) küratörü olan Njami, bir taraftan kıtanın genç küratörlerinden oluşan yeni bir kuşağı desteklerken, Afrika’nın gelişmekte olan bienal kültüründe de giderek artan bir etkinliğe sahip. Sanat, güç, sömürge sonrası dönem, alışılmışın dışına çıkma ve dışlanmanın üstesinden gelmenin ilk adımının, ‘marjinde varolduğunu düşünmekten vazgeçmek’ olduğu konularında ArtReview’le yaptığı söyleşiyi aktarıyoruz.

 

Sanatçıların Afrika sahnesindeki sanatsal meşguliyeti nasıl bir değişime uğramıştır? Ulusal, geleneksel ve bölgesel formlar değişmiş midir?

Bana göre asıl değişiklik, Afrika nosyonları, kimlik vb.deki yapının bozulmasıdır. Nereli olurlarsa olsunlar, sanatçılar, bugün varolan kimlik karmaşasını hesaba katan çalışmalarının bütününü sunmak zorunda olduklarını anladılar. Afrikalı olduğunu söylemek artık yeterli değil. Kimlik tanımlaması, kişinin kökenlerini yansıtmakla kalmayıp, bölgesel sınırların ötesindeki dünyaya bakış tarzını da içeriyor. Ve bu, tabii ki bugün bir sanatçı olmanın ne anlama geldiğine dair algıyı ve üretimi de etkiliyor.

 

Günümüz sanatsal pratiklerinin şekillenmesini, yöntembilim (metodoloji) veya içerik açısından, daha umut verici buluyor musunuz?

Sanatçılar kimlik nosyonunu artık sömürge sonrası terimlerle sorgulamıyorlar artık, ‘ötekiler’e bir şeyler kanıtlamakla uğraşmak yerine, kendilerine ait dili geliştirmeye odaklanıyorlar. Bir dizi etkinlik (Lubumbashi ve Kampala bienalleri) ve inisiyatifin de (Lagos, Kahire, Kamerun’daki sanat merkezleri) ortaya koyduğu gibi, modern sanat ve modernlik nosyonunu sahici, ya da daha doğru bir ifadeyle, daha organik bir tavırla, yeni bir çerçeveye oturtmaya hasretler. Sanatçıların kullandıkları anlatımlar, çevrelerinde yer alan şeylerin daha dolaysız bir yansıması.

 

Sanatsal (kendini) eğitim ve eleştirel bilginin gelişimi Afrika sahnesinde bir önceliğe sahip mi?

En önemlisidir. İnsan herhangi bir çalışmayı eleştirel bir bakışa sahip olmadan nasıl geliştirebilir ki? Yazmak en önemli şey. Çok uzun bir süre boyunca Afrika’dan pasif bir konuymuş gibi söz edildi. Bugün farklı fikirler ve farklı deneyimleri dile getiren bir iddia söz konusu ve artık kendilerini ‘uzmanlar’ olarak adlandıranların oyuncağı değil. Artık tektip bir insan grubu değil de, bireyler olarak, baskın olanla çelişen, Afrikalıların kendi dillerini yaratmaları için gereken gerçek bir strateji şekillendirilmiş bulunmakta.

 

‘Geleceğin liderleri’nin eğitim ve öğretimi, uluslararası olarak çalışan bir dizi önemli küratörün ortaya çıkmasına neden oldu. Afrika sahnesinde bizzat üstlendikleri rolün potansiyeli ve sınırları nelerdir?

Bu yeni kuşak küratör ve entelektüelin elde ettiği sonuçları artık görebilmekteyiz. ‘Evde çalışma’nın önemini anlamış durumdalar, çünkü dışarıda elde ettikleri başarı ne olursa olsun, yansıttıklarını, kıtada olup bitenlerle beslemeye ihtiyaçları var. Bir kısmı için sınırlar, gerçek ‘oyun’u yanlış anlamak ve elde etmeyi başardıkları gücün dışarıdan geldiğini düşünmek olacaktır. Büyük değişiklikleri gerçekleştirecek olanların bir seviyeye kadar yasallığa ihtiyaçları var ki bu da, sadece, yeni kuşakların sözcüsü olmak için, tehlikede olana dair daha derinlemesine bir bilgi edinmeleriyle gerçekleşebilir.

 

Bienaller gibi büyük çaplı sergi etkinlikleri Afrika sahnesindeki yumuşak gücün bir formu nasıl olabilir?

Büyük çaplı sergiler hoparlör işlevi görme eğilimine sahiplerdir. Ulusal sınırların içinde ve dışında yer alan bir seyirciyi hedef alırlar ve böylece ulusal kimliklerin sınırlarını parçalayan belli bir birlikteliği bize tanıtabilirler. Ayrıca gelecekte gerçekleşecek şeyler için deney odası rolünü de üstlenirler. Aynı oranda önemli diğer nokta da, bir onur algısı yaratmalarıdır. Afrika sanatına dair önemli sergilerin çoğunun kıta dışında tasarlandığı ve sunulduğu düşünülmüştür. Johannesburg’daki AfricaRemix’in açılışının yol açtığı hissi hatırlıyorum da, yerel gazetelerin çoğu şöyle yazmıştı: ‘AfricaRemix evine döndü’. Büyük etkinliklerin neden olabileceği güçlü bir psikolojik boyut vardır. Sadece ‘bildik şüpheliler’ için değil, politik bir seviyede de söz konusudur bu. Paha biçilmez bir aidiyet hissi yaratır.

“Tarihte yeni bir sayfa açma fırsatını yakaladınız”

Sanatın bölgedeki ticari gücünün gelişimine dair beklentiler nelerdir? Orta sınıfın büyümesi gerekli bir faktör müdür?

Bir ülkeyi şekillendirenin orta sınıf olduğu konusunda bütün sosyologlar hemfikirdir. Afrika için konuşacak olursak, bu, eğitim ve heyecanla birlikte ilerler. Angola ve Nijerya sahnelerindeki muazzam değişimlere şahit oldum. Bir ulusun oluşumunda kültürün önemini, halk giderek daha fazla farketmiştir. Ve bu mücadele içinde herkesin üstlendiği bir rol vardır. Yıllar önce Johannesburg’daki ilk Afrika sanatı fuarını açtığımızda, seyirciye mesajım hayli açıktı; Afrikalıların kendi ürettikleriyle ayrıcalıklı bir ilişki kurmalarını zorlaştıran, bütün o hazinelerin kıtadan çalınmasından yakınmakta tamamen haklı olabilirsiniz. Bu ayrıca, teoriler ve pratikler arasında da büyük bir fark oluşmasına neden olmuştur. Bugün tarihte yeni bir sayfa açma fırsatını yakaladınız. Yarın Batılı müzeler ve koleksiyonerlerin, dönemin bütün büyük çaplı üretimlerine ev sahipliği yaptığını görürseniz, şikayet etmeyin.

 

Ulus oluşturmaktan söz ediyorsunuz. Sanat dünyasının daha bağlantılı ve (en azından bir kısmının) daha devinimli olduğu bir dönemde, sanatçılar, küratörler ve eleştirmenlerin kendilerini ulusalcılık ve yerellikle ilişkilendirdiği dikkatinizi çekiyor mu?

Ben ‘ulusal’ terimini sınırlara göre kullanmıyorum. Aksine, 1884-85 Berlin Konferansı’ndan sonra, Afrika kıtası yapay anlamda bir bölünmeye uğramıştır. Afrika konusunda konuşabilmek için, bu birliği oluşturan ülkelere hitap etmek mümkün olmalı demek istiyorum. Tarihleri hiçbir şekilde tam olarak birbirine benzemiyor. Örneğin, politik bölünmelere bakmaksızın sınırları şekillendiren şey, dillerdir. Sözünü ettiğiniz devinimlilik halini yaratmak için, devinim halinde olan şeyin doğasını bilmek gerekir.

“Kendi ülkesinde meşhur olan sanatçıların çoğu böyle”

Modern sanatın önerdiği sunum formları, yönetimler ve politikacılarda yeni bir ilgi gösterisine yol açar mı sizce?

Bir kısmı ilgilenebilir, evet, ama onlar kültürün diplomatik gücünü anlarlar. Birkaçı ekonomik önemini kavrayabilir. Diğer bir kısmı da modern üretimlerin anlamından hala şüphelenmektedir. Hala Batı kültürünün etkisi altındadır bunlar. İronik olarak, kendi ülkesinde meşhur olan sanatçıların çoğu böyle, çünkü Batı, bu sanatçıların yeteneklerine övgüler düzmekte.

 

Küresel sanat dünyasında gücün; basitçe sadece ticari açıdan değil, kültürel güç açısından ya da gelişmekte olan kurum formları ve gösterim açısından da; nereye gittiğini düşünüyorsunuz?

Küresel sanat dünyasının kendisini yeniden tanımlaması gerekiyor. Ortadoğulu oyuncuların gelişiyle gerçekleşen değişikliklere şahit olduk. Oyuna diğer bazı bölgeler de dahil olabilir: Hindistan, Çin…Bizim bilgi sahibi olduğumuz pazar, farklı bakışlar, kriterler ve stratejilere sahip yeni oyunculara açılacak. Bu değişikliğin, eski pazar tarafından henüz biçimlendirilmemiş haldeki Batılı olmayan ülkeler yararına işleyeceğini sanıyorum. Ancak gerçekleşecek bu yeniden dağılımdan yararlanmak için hazır olmaları gerekiyor. Sözünü ettiğim genç küratör veya kültürel aktivist bireyler kuşağı, kıtanın farkındalık seviyesini artırmak için sergi alanları, atölyeler, seminerler gibi araçları yaratıyorlardı. Yerel olarak tasarlanan ve uygulanan projeyle yurtdışında tasarlanan ve kıtaya ithal edilen proje arasındaki değişikliğe şahit olmak her zaman ilginç olmuştur. Destek bulma, seyirciler, iletişim gibi yerel gerçekliklerle baş etmek gerekir. Genç kuşağı, verili kapsamın dışında düşünmelerini gerektirmeyen yeni modeller ve yeni yolları keşfetmeye zorlar.

“Sanat daha ılımlı bir isyanı telkin edebilir”

Dünyanın birçok sanat merkezinde politik özgürlük ve demokrasi sık sık kısıtlamaya maruz kalmakta. Sürekli olarak değişime uğrayan Afrika’da olduğu gibi, sanat dünyası, bu bağlamda olumlu bir değişimi etkileyecek bir rol de üstlenebilir mi?

Birçok ülkede sanatın üstünlüğü, hala, ifadenin daha önemsiz bir formu olarak algılanmasındadır. Politikacılar, daha açık seçik buldukları ve dolayısıyla daha tehlikeli gördükleri yazılı kültüre daha fazla odaklanmaktadır. Sanat, insanlar tarafından algılanabilen, ama liderlere ulaşmayan mahirane bir çelişkiyi ortaya koyabilir, daha ılımlı bir isyanı telkin edebilir. Örneğin Senegal’deki Y’enamarre (‘Bıktık Artık’) hareketi, eski başkan anayasayı değiştirmeye kalkıştığında, sanatçılar tarafından kurulmuştur. Bu sanatçılar grubu, halkta muazzam bir karşılık bulmuştur ve başkanlık projesi geri çekilmiştir. Bir sanatçının asla güce dayalı bir konum aramadığını herkes bilir. Bu, insanların, diğer bütün sosyal aktörlerden çok kendisine güvenmesine fırsat tanır, çünkü mücadelesini verdikleri savaşta ‘kazanacak bir şeyleri yoktur’.

 

Batı hala ciddi bir sorun mudur? Ve Çin de diğer bir sorun mudur?

Batı hala görüntüyü eğri büğrü gösteren bir ayna işlevi görmekte, ama gerçekte eskiden elinde tuttuğu güce artık sahip değil. İnsanlar dünya çapında farklı bir biçimde devinmeye başladılar, eski ‘merkezler’ artık eskiden oldukları gibi değiller. Çin’e gelince, bunu tahmin etmek için çok erken. Ticaret ve para kazanmakla fazlasıyla meşguller, ama mantıksal olarak er veya geç, oyuna dahil olacaklar. Batılı olmayan ülkeler, açılan farklı sahnelerde faaliyet gösterebilmeliler. Aynı yollardan geçmeye mahkum değiller artık.

 

Günümüzde enternasyonalizm ne olabilir?

Gerçekten bilmiyorum. Bu terimin hoşuma gittiğinden bile emin değilim. Onun yerine evrenselliği kullanmayı tercih ederim, ama Aimé Césaire’in açıkladığı anlamda: bütün özelliklerin bir toplamı. Bütün büyük kararlar az sayıda kişi tarafından alındığı için, şimdilik, arzulanan bir düş gibi geliyor bu insana. Durum yıllar içinde elbette ki ilerleme kaydetti, ancak ‘dışlananlar’ın küresel sahnede kendilerini ifade edecek stratejiler oluşturmalarına bağlı bu. Küresel oyunculara dahil olmayanların genel hissi, bu dıştalanmadır. Ancak bu tavır son derece olumsuzdur. Derrida’nın ‘kurbanlara acıma hissim yok’ demesi gibi, benim de dıştalanan için bir acıma hissim yok. Yok, çünkü kendisini dıştalanmış hissetmesi için, insanın neyin merkez ve neyin çevre olduğuna karar vermesi gerekir. Çok uzun bir süre boyunca merkez, Batı’da olanlar olarak algılandı. Bu nedenle, ilk değişim, mental ve kişisel olmalıdır: Dıştan gelen kararların nesnesi olmaktan, farklı olası merkeziliklere doğru değişmek gerekir.

 

*ArtReview Kasım 2018 sayısından alıntıdır.

 

İLGİLİ HABERLER

Siborg Manifestosu I

Ufku açık tutmak: Harun Farocki

Daha fazla yazı yok
2024-05-13 01:24:41