A password will be e-mailed to you.

Bedri Baykam, Halil Altındere ve Süreyya Evren editörlüğünde çıkan Türkiye’de Çağdaş Sanat: Kullanma Kılavuz’nun ikinci cildini tartışmaya açtığı Cumhuriyet gazetesi yazısının genişletilmiş bir versiyonunu sanatatak.com için yazdı.

 

 Önceki yıllarda, Cumhuriyet gazetesinde, çağdaş sanat tarihimizi saptırdığına inandığım iki kitabı aynı yazımda eleştirmiştim. Biri Art-İst’in çıkardığı “Türkiye’de Çağdaş Sanat: Kullanma Kılavuzu 1986-2006” adlı Halil Altındere ve Süreyyya Evren’in çıkardığı yayın, diğeri de Garanti Bankası’nın sponsor olduğu ve Transglobe adlı yayıncının çıkardığı “Unleashed” adlı kitaptı. Sanat tarihi yazmak dev bir sorumluluk. Altındere, ısrarla “Çağdaş Sanat” yerine “Güncel Sanat” terimini kullanıp çağdaş sanatı 80’lerin başından itibaren geliştirmiş isimlerle aralarında sahte bir statü farkı yaratmaya çalışıyor. İşin özünde dünyada “Güncel Sanat” gibi uydurma bir deyim var olmadığı için, İngilizce kullanılan başlık “Contemporary Art”.

Şimdi Altındere, aynı kitabı ikinci kere, benimkiler de dahil olmak üzere, tüm bu eleştiriler ışığında çıkarıyor sandım. Sözde tek fark, bu sefer 1986-2006 arasını değil, 1975-2015 arasını kapsaması. İyi de ikinci ciltteki sanatçıların yarısı ilk ciltte var, ama ilk kitapta yer alan 26 isim yeni kitapta yok! Örneğin Haluk Akakçe, Nancy Atakan, Hüseyin Çağlayan, Aydan Murtezaoğlu, Bülent Şangar, Hakan Onur arada elenmişler! Yani aradan geçen 10 yılda değerlerini toptan kaybetmişler, öyle mi? Bu kadar “olsa da olur, olmasa da olur” sanatçılar idi iseler ilk kitaba neden konuldular? Veya güncelliklerini mi kaybettiler??? Hangi kritere göre?

Öte yandan 50 adet sanatçı, her iki kitapta var! Demek onlar yayıncıya göre A sınıfı assolist oluyor. Aralarında Halil Altındere dışında Erdağ Aksel, Nevin Aladağ, Vahap Avşar, Aslı Çavuşoğlu, Cengiz Çekil, Leyla Gediz, Genco Gülan, Gülsün Karamustafa, Şükran Moral, Ferhat Özgür, Serkan Özkaya, Şener Özmen, Sarkis, Serhat Kiraz gibi isimler var.

Sağolsunlar, ilk kitapta olmayan ama ikinci kitapta olan 51 sanatçı arasında ben de varım, rahmetli arkadaşım Hüseyin B. Alptekin de! Ama seçimler öyle yapılmış ki neredeyse, yalnız multi-medya ve kavramsal sanat yapan sanatçılar seçilmiş. Sorun yok, isteyen öyle bir kitabı da çıkarabilir. Ama o zaman adı “Türkiye’de Multi-Media/Kavramsal Sanat” olur, hatta o zaman bile sonuna “…’tan bir kesit” diye belirtmek gerekir (“Güncel Sanat” bulvarı üstünden giderek iz bırakmaya çalışanların çoğunluğu ilginç bir şekilde Kürt sorununa tek yanlı bakanlar, Ermeni soykırımı propagandistleri veya anti-Kemalist sanatçılar. Bu da gelecek için ayrı bir araştırma konusu olarak kalsın).

“Çağdaş Sanat” diye bir kitap çıkarıp içine Adnan Çoker, Özdemir Altan, Burhan Doğançay, Erol Akyavaş, Devrim Erbil, Halil Akdeniz, Komet, Koray Ariş, Kemal Önsoy, Temur Köran, Adnan Turani, Yücel Dönmez, Zahit Büyükişleyen, Yavuz Tanyeli, Ceren Selmanpakoğlu, Resul Aytemur, Muzaffer Akyol, Barış Sarıbaş, Emre Zeytinoğlu, Jale Erzen, İsmet Doğan, Yusuf Taktak, Mustafa Horasan, Balkan Naci İslimyeli, Hale Arpacıoğlu, Tomur Atagök, Mehmet Aksoy, Mehmet Güleryüz, Bubi, Mustafa Ata, Ömer Uluç, Hüsamettin Koçan, Kuzgun Acar, Seçkin Pirim, Tomur Atagök, Utku Varlık, Mehmet Yılmaz, Seydi Murat Koç, Suzan Batu, Mustafa Karyağdı, Kezban Arca Batıbeki, İlhan Koman, Haluk Akakçe, Bünyamin Özgültekin, İrfan Önürmen, Denizhan Özer, Canan Tolon, Ahmet Oran, Esat Tekand, Ekrem Yalçındağ, Server Demirtaş, Suat Akdemir, Şenol Yorozlu, Aydın Ayan, Bahri Genç, Ardan Özmenoğlu, Ergin İnan, Kemal Seyhan, Gül Ilgaz, Murat Germen, Mithat Şen, Tülin Onat, Sıtkı Kösemen, Ansen gibi buraya sığdıramayacağımız bir çok ismi koymamak, tarihi saptırmaktan başka bir şey değildir.

Sonuçta bu isimlerin oluşturduğu yelpazenin temsil edilmesi lazım. Kişisel beğeni veya kitabın kapsamına göre çeşitli isimler çıkarılabilir veya eklenebilir. En az 3 kuşak sanatçının evlenmesini gerektirir böyle bir geniş listeyi oluşturma çabası. Ve şu anda burada bir makalenin içine hızla giydirilebilecek tatmin edici, toptan bir sonuç elde etmek pek mümkün değildir.

Çok daha fazla düşünce emeği gerektirir. Yoksa buna benzer listeler, ancak eksikleri ile konuşulur. Bu arada, bu listenin zaten “Modern Türk Resmi” nin ardından gelen kuşakları ve stil dönemlerini içerdiğini de hatırlamak lazım.

Sanat dünyasının içinde olmayanların bazen anlayamayacağı sert ayrımlar vardır. Tual resmini ve sanatçılarını, düşman görecek kadar at gözlüğüyle bakmak, çağdaş bir insana yakışmayacağı gibi, “güncel” bir sanatçıya hiç mi hiç yakışmaz…

Bu ilkel tavrı yabancı müzelerde gösterseler, alay konusu olurlar.

Belki hatırlarsınız, bu ülkede 80’li yıllarda, figür resmi ve soyutçular arasında traji-komik çağdışı bir kavga olmuş, konu dönemin gazetelerinin birinci sayfasına kadar taşmıştı.

Şimdi ne ilginçtir ki, çağdaş tual sanatçılarına saldıran akademik figüratif sanatçılarla, -benzer hiddetle- kavramsalcılar, multi-medyacılar da yine aynı hedefe saldırarak, çağdaş tual resmi yapan sanatçıları küçümsüyor veya yok sayıyorlar. Sonuçta şimdi bu kitaplarda tual resimleri de var mı? Var. Ama kesinlikle araya azıcık serpiştirilmişler. En azından ana hattı tual resmi olan sanatçılar “seçilememiş”… Bu arada bir parantez daha açalım: Bu kavramsal ağırlıklı kitapta, eserler ve sanatçıların genel düşünce yapıları hakkında sanatseverlere sunulmuş hiçbir veri yok. Yani sırf sanatçı isimleri ve eser görselleri var. Ama “bilgi” yok! Kavramsal sanatın tüm kavramları da birer sır olarak herhalde kitabın cildine gömülmüş!

 

SANAT TARİHİ, NASIL ÜRETİLİR, NASIL ÜRETİLMEZ!

Sevgili Halil Altındere, eski bir genç dostum. Sanat kariyerinin başında çok paylaşımlarımız olmuştur. Kendisine son hatırlatmam şu: Saydığımız mahsurların ötesinde, elenen veya yok sayılan sanatçılara üstünlük sağlamak için mi bu yayını çıkarıyor sorusu gündeme gelir. Hele kitabın adı bu kadar iddialı ve geniş kapsamlıysa… Sanat tarihi ürettiğini iddia eden bir insan, kişisel duygularını, cinsel tercihlerini, kişisel kızgınlık veya polemik tortularını, siyasal tercihlerini devreye kesinlikle sokamaz! Sanat tarihsel genel bir kitap, ırk, din ve ideoloji üstüne kendi kurulum mantığını inşa edemez. Bunun adı ırkçılık veya faşizm olur. Ama biri isterse “Kürt sanatçılar” veya “mavi saçlı sanatçılar” kitabı çıkartabilir, bu ayrı bir konu, özgür bir alan olur. İnsanın kişisel kompleks, hırs, ihtiras ve gözü kararmışlıkla girişeceği en son iştir, sanat tarihi yazımı. Keşke, “Sevdiğim kavramsal sanatçılardan bir kesit” deseydi de, herkes rahat etseydi!

Süreyyya Evren "Türkiye Güncel Sanat Tarihini Nasıl Yazmalı?" başlıklı makalesinde sözünü ettiğim siyasal tercih inadını ve dar kalıplarını kendi ağzından itiraf ediyor: "90’larda Türkiye güncel sanatı dönemin ana akım milliyetçiliği giderek artarken kendini ısrarla milliyetçilik karşıtlığından kuruyor. Ermeni, Kürt, eşcinsel, kadın olmakla ilgili her tür meselenin yanı sıra militarizmden cinselliğe, Kemalizm’e, neredeyse ellenmemiş konu, yıkılmamış tabu kalmıyor".

Bu sözler, söylediklerimi teyidin ötesinde, açık bir itiraftır. Ne kadar dar kalıplı bir bakış açısı ve nasıl sanat dışı kriterlere bağlı bir seçim yapıldığının bir itirafıdır bu. Ayrıca, Evren’in, tarihi saptırmaya meraklı bir insan olduğunun kanıtları da zaten bu söylemde ve ötesinde mevcuttur. Ben burada kendi örneklerim üzerinden bazı tarihsel yok saymaları somut olarak detaylandıracağım. Diğer sanatçıların ve yaşanmışlıkların da hangi haksızlıklara uğradığını, hem biliyorum hem tahmin edebiliyorum. Onlar da eminim ki kendi sanatsal geçmişlerinden, benzer birçok örnek çıkarıyorlardır.

1987’de, gerek kitapta bulunan ‘Demokrasinin Kutusu’ ve bunun dışında ‘Kubilay Odası’ veya ‘555K’ isimli 27 Mayıs devrimi üzerine olan sergim ve Kuvay-ı Milliye savaşı ile Atatürk devrimlerini yansıtan ‘Kuvay-ı Milliye’ sergim, Evren tarafından tarihsel ve sanat tarihsel önceliklerine rağmen yok sayılmış. Bu deneysel üslubun “kayda geçişi” ise onun tercih ettiği ve çok sonra vücut bulan farklı bir siyasal yapıya zoraki şekilde monte edilmesiyle gerçekleşmiştir. Evren’in sanat tarihine kendi dar merceğinin kaprisleri doğrultusunda yön verme inadı, başka bir konuda da abartılı ve komik şekilde yüzeye çıkıyor. Evren yine giriş yazısının bir bölümünde şunları söylüyor: "Yeryüzünün Büyücüleri sergisinden Gwangju, Manifesta, Havana vb. bienallerin etkisine, Avrupa merkezcilikteki kırılma tüm dünya sanatını etkiliyor. Dünya sanatının batıdan tüm coğrafyalara kalbini yayması, artık tek merkezli değil, çok merkeze sahip bir Dünya sanatı tahayyülüne doğru kayması, aynı döneme denk geliyor".

Bu cümlelere, tabii ki itirazımız yok, ama ne kadar ilginçtir ki bu cümlelerde özetlenen bu düşüncelerin çıkışı, 1984’te bu coğrafyadan, Türkiye’den çıkmış bir sanatçının söylemiyle dünya literatürüne giriyor. Yani Evren komik bir şekilde 1984 San Francisco manifestomda anlattıklarımın özünü alarak tekrarlıyor, ancak bu fikirlerin esas kaynağını saklamayı tercih ediyor!

Ben, Türk ve diğer gelişmekte olan ülkelerin sanatçıları ve gelecek kuşakları için her riski alarak o Manifesto’yu dağıtıp, o yıldan başlayarak bu haklar savaşını verdiğimde, Evren henüz 12 yaşında bir çocuktu. Bir insan büyüyüp eline güç geçirdiğine inandığında, ilk iş olarak kendisinden önceki kuşağın yaptıklarını yok saymaya, görmezden gelmeye başlarsa, bunun adı en azından saygısızlık ve nankörlük olur. Mesela bugün 12 yaşında bir çocuk da, 2046 yılında, ne Altan Gürman, ne ben, ne de Altındere, Evren ne de bugünün “güncelleri” hiç yaşamamış gibi davranıp, yeni bir tarih yazmaya kalkışsa, herhalde bu tavra da şaşırıp kızan, hatta doyasıya alay eden birileri olurdu!

Evren, gerek "Modern Sanat Tarihi Batının Bir Oldu Bittisi" makalem, gerek "Maymunların Resim Yapma Hakkı" kitabım, bu konuyu dünyaya ve Türkiye’ye anlatmışken, herhalde şark kurnazlıklarına tenezzül edip, bu gerçekleri yaşanmamış sayıyor. Dünyanın en önemli dergi ve gazetelerinde en ünlü sanat tarihçilerinin makaleleri bu konuda yayınlanmışken, bu verileri “bizim köyün muhtarlığı bize kalsın” komedyasıyla kafasına göre yazdığı tarihten, aklı sıra saklamaya çalışıyor. Evren’in aynı yazısında daha sonra şu cümlelere yer veriliyor:

"Nasıl Yeryüzü Büyücüleri sergisi sonrası dünya, Batı dışı olanı keşfetti, kapılarını onlara açtı ve Türkiye’de, 1995’de René Block bienaliyle bu gelişmeyi yerine oturttu, 2000’lerde de dönüştürülmüş sahnenin çok gürültülü olması dünyadaki gelişmelerden kopuk değil".

Şimdi pardon ama, bunu tasvir edecek nida sözcüklerini buraya sığdıramıyorum! Evren’in sözünü ettiği "Yeryüzünün Büyücüleri" sergisini Paris’te Pompidou Müzesi’nde resmen basan kişi yine benim ve orada dağıttığımız gazetede, bu tepkinin sahibi Türk sanatçıları adına şu imzalar yer alıyor:

Hüsamettin Koçan, Mehmet Güleryüz, Mustafa Ata, Yusuf Taktak, Metin Deniz, Handan Börüteçene, Nur Koçak ve İsmet Doğan.

Şimdi hadi diyelim Bedri Baykam kompleksiniz sizi biraz tıkamış, iyi de burada dokuz Türk sanatçısının toplu olarak müdahale ettiği bir uluslararası sanat buluşması var. Çünkü olaylar Evren’in sandığından çok daha ince yorumlarda dönüyor. Mesela Evren’in alkışladığı bu sergiye, bizim gazete manifestosuyla getirdiğimiz tepki şu:

"Siz bu buluşmanın ‘ilk uluslararası çağdaş sanat sergisi’ olduğunu söyleyerek, bizim 1984’te San Francisco manifestosundan beri dediklerimizi zaten teyit ediyorsunuz. Ancak burada bu ilk buluşmayı yaparken bu konuda faydadan çok zarar veriyorsunuz, çünkü batılı ülkelerden seçtiğiniz tüm sanatçılar evrensel dilde çağdaş sanat eseri üretiyorlar, halbuki batılı olmayan kültürlerden aldığınız işler, tamamen folklorik, lokal, yerel onların öznel ikonografilerine ait işler. Yani bu sergiyle demiş oluyorsunuz ki, ‘batı pasaportunuz varsa, böyle sanat yaparsınız, doğulu pasaportunuz varsa, yerel takılmalısınız".

İşte imzalı ortak manifestomuz, bu sergiye bu çok haklı eleştiriyi getirdi ve zaten birçok kitapta ve makalede yer alarak tarihe geçti. “Yeryüzü Büyücüleri” ile atılan ilk adımın bale diliyle bir "faux-pas" olduğunu kayıt altına aldı. Şimdi Evren bu hamleyi herhalde Baykam veya diğer imza sahipleri, kendisinin propagandasını yaptığı siyasal hatta yer almadıkları için yok saymayı tercih ediyor!

Yani bu mantıkla, mesela sağcı bir edebiyatçı, Nazım Hikmet’i yok sayacak veya solcu bir Fransız edebiyat eleştirmeni, ünlü yazar Louis-Ferdinand Celiné’i yaşamamış kabul edecek!

Bu mudur tarih yazımı?

Tarihi gizleyerek, geçmişten işine geleni alıp, işine gelmeyeni yok sayarak, her şeyi kurmak istediğin düzmece sonuca ulaştırmaya çalışarak, tarih yazılmaz.

Ama sizi güldürmek için bir tek şeyi hayal etmenizi rica ediyorum: Hasbelkader 1984 San Francisco ve 1989 Paris-Pompidou manifestolarını Evren veya Altındere yazmış olsaydı, sizce bu çıkışları kitapta nasıl bir muhteşemlikte yer alırdı? Gelelim Halil Altındere’nin "Kullanma Kılavuzu" kitabının tüm seçimlerini özetle izah edip aklamak için yazdığı "Türkiye’den Güncel Sanat 1975-2015" başlıklı yazısına: Emin olun, bu yazı hakkında tek bir söz söylememeyi neredeyse tercih edeceğim. Altındere bu giriş yazısında tüm yabancı küratörlerden dört kuşak sanatçıya kadar yüzlerce kişinin adını ağzına alıyor ve benim adımı kullanmamak için ‘geçerken değindik’ modunda “Yeni Eğilimler sergileri ve sonrasında gerçekleşen Öncü Türk Sanatından Bir Kesit gibi yenilikçi sergilerde azınlık olarak görülebilecek bir grup sanatçı işlerini gösteriyor olsa da, seksenlerin ilk yarısı yeni dışavurumcu sanatın etkisi altında yol almıştır" diyerek olayı orada isim kullanmadan geçiştiriyor.

Yani Yeni Dışavurumculuk nasıl geldi, hangi makalelerle veya "Boyanın Beyni" kitabıyla Türk sanat ortamını sarstı, hangi polemikleri yarattı, nasıl batı ile ilk tartışma alanı eşzamanlılığını getirdi ve bu sorumlulukları üstlenen sanatçı kimdi, şimdi bunlardan tık yok! Artı, Türkiye’de çağdaş sanat ve siyaset nasıl ısrarlı sergilerle sunularak bir yol açıldı, bu sorumlulukları kim üstlendi, bunlardan da eser yok! Genç insanların hırslarına mağlup olup, sanat tarihini bu kadar bilinçli şekilde deforme etmeye kalkışmaları, gerçekten yazık ötesi bir "ters girişimcilik". Yani "yaptım oldu", "bastım oldu", "kitaplaştırdım oldu da bitti maşallah" sendromu ve aceleciliği, onları felç etmiş. Ne yaptığını bilen hiçbir insan, bu kadar abartılı biçimde saptırmalara girişmez.

Şu anda ise bu “Kılavuz”un açıkları kabak gibi ortaya çıktıktan sonra herhalde umarım biraz yüz kızarması yaşayacaklar. Ben de onlara dönüp İnönü’nün meşhur cümlesi ile "Suçluların telaşı içindesiniz" tespitimi ilettikten sonra, sükûnete davet edip zararın neresinden dönerse dönsünler, olgunlaşmanın gecikmeli de olsa bir nimet olduğunu hatırlatmakla yetineceğim. Altındere ile kişisel yaşanmışlıklarıma gelince, onların muhasebesini tek başına yapması için aynaya bakmasını tavsiye edeceğim, hepsi bu.

Eminim Hüsamettin Koçan’ın da, Haluk Akakçe’nin de, Aydan Murtezaoğlu’nun da, İrfan Önürmen’in de anlatacakları benzer çok hikaye vardır. Örneğin ben Yusuf Taktak veya Tomur Atagök’ün, bu kitapta “Öncü Türk Sanatı’ndan Bir Kesit” sergilerindeki rollerinin nasıl hızla geçiştirildiğini ve öncü rollerinin süngerle silinir gibi yok edildiğini görmezden gelebileceklerine inanmıyorum.

Burada diğer bir odaklanacak konu şu:

Eleştirdiğim kitap çok şık bir yayın. Yani insanların ciddiye almaları için her şey mevcut. Ama içerik, bu sunum kalitesini ve de kitabın adını taşımaktan uzak. Aklıma geçenlerde izlediğim yabancı bir bilimsel program geldi: “Zihin Oyunları”. Sokakta durdurulan insanlar, kravatlı-takım elbiseli şık mikrofonlu sunucular karşılarına çıkarsa, kendilerine hangi palavrayı anlatırsa anlatsın, onların karşısında ezilip bu deneyde her veriye inanıyorlardı. Herhalde bu kitap da, aynı mantıkla, sunum makyajıyla, içeriğin tutarsızlık ve affedilmez yönlendiriciliklerle dolu kargaşasını ve yapay egosantrizmini örtmeye çalışıyor. Bir çift sözüm de kitaba imza atan ve ciddi birer isim olan diğer yazarlara. Aradan 10 yıl geçmiş, kimi yazarların aynı yazıları konulmuş, kitabın sözde gelişmiş yeni versiyonuna. Ama yeni yazı vermiş olanlar bile, bu yanlı seçimlere aracılık edip kendi güvenilirliklerini ateşe atmışlar. Evet, her kitap, herkesi mutlu edemez. Ama burada abartılı bir tarihsel suistimal söz konusu.

Mesela Hasan Bülent Kahraman’ın Aksanat’tan 2013’te çıkan “Türkiye’de Çağdaş Sanat” kitabının, çok daha objektif ve kapsamlı bir alan temsil ettiğini düşünüyorum. Altındere ve Süreyyya Evren, bu kitabı yakından inceleyerek, hiçbir klikin baskı veya tahakkümüne düşmeden, kuşaklar arası geçiş ve etkileşim alanlarına özen göstererek, Türk sanatının geçmişini ve uluslararası ilişkilerini de gözeterek, objektif bir kitap nasıl hazırlanır görsünler. Bu arada bilmeyenler için: Hasan Bülent Kahraman da, siyasi görüşüyle bir “Kemalist” olmaktan uzak. Ama etik olarak kendisiyle barışık, bağımsız bir yargı ve nesnel kriterlere değer vermeyi bilen, entelektüel kimliğiyle dürüst bir insan. Yoksa Kahraman’ın kitabı dahil, her kitapta herkes, eleştirecek noktalar veya eksikler bulabilir. Ama doğru ana hatları da kimse inkar edemez. Altındere ve Süreyyya Evren, bu “uyanık” (!) kitabı 2007’de çıkardıkları zaman, onları eleştirmeme rağmen, hatayı gençliklerine vermiştim. Ne yazık ki, bu defa aynı hoşgörüyle bakamıyorum.

Yayın hayatı bu şekilde spekülatif yönlendirmelere kullanılır bir alan olamaz, olmamalı.

Sonuç mu?

Tarihle çok yakından ilgilenmelisiniz. Ama devamlı şüpheci kalarak!

Yoksa bu örneklerde olduğu gibi faka basarsınız. “Türk Çağdaş Sanatı”nı da öğreneceğiniz kitap, maalesef bu yayın değil. Ortaya konan emeğe rağmen bu sözde “Kılavuz”, “Türk Çağdaş Sanatı”nı temsil etme yetkisinden tamamen uzak. Bu kitaba imza atanlar, ne yazık ki, kaş yapayım derken, göz çıkarmışlar. Türkiye’ye kör-topal bir tarihi dayatabileceklerine inanmışken, şimdi artık eksikten öte, kalpazan bir tarihin üreticileri olarak anılacaklar. Sanat tarihi oluşturmak, klik ya da sanat çetesi gibi hareket eden sinsi oluşumların işi olamaz. Keyfi tavırlarla ortaya isimler atmak, bir kaç sene sonra kendi kuşağından bile potansiyel rakiplerinin üstünü çizmek, geçmişte yaşanmış, belgeli, farklı dönemlere damgasını vurmuş sanatsal gerçekleri yok saymaya kalkmak, sanatın kaçınılmaz saygınlık ve ciddiyet mecburiyetlerine gölge düşürür. Bu makaleye sığan olgular, beni üzdü. Yadsınamayacak düzeyde polemikler getirecek olmaları da kaçınılmaz bir sonuç…

Daha fazla yazı yok
2024-04-25 22:51:53