A password will be e-mailed to you.

Didem Erk için mektup yazmak bir eylem, bir performans. Sanatçı Hrant Dink‘e hitaben yazdığı mektup için şöyle diyor: “İstem dışı hafıza akışının kaydedildiği, belleğin performatif yönünün ifşa edildiği sürekli bir mektup yazma eyleminin parçası.”

 

Sevgili Hrant,

Varlığımız da yokluğumuz da bir biliyorum, zamanı nasıl geçireceğimize ancak kendimiz karar verebiliriz. Yokluğunu her zamankinden daha fazla hissediyorum, çok ağır geliyor, bunu hissediyor olmalısın. Herkes arasındaki menfaat ilişkisi beni yoruyor, bundan kaçmak mümkün değil. Türkiye senin yokluğunda çok değişti, bir önceki mektubumda bahsetmiştim, sınırlar kalktı artık ülke sadece bir dünya toprağından ibaret, yani aslında hayal ettiğimiz gibi. Sokakta dilenen insanlara bile para uzatamıyorum, ben kimim ki onlara yardım edebilirim, gittikçe aşağı çekiyor beni bu durum.

Evli insanlar arasında bile var bu çıkar ilişkisi, deliler gibi sevdiğin birisi için bile o gittikten sonra ben yalnız kalacağım diye düşünüyorsun. Bundan nasıl kurtulabiliriz? Mümkün mü? Detaylara takıldığımı biliyorum, herkes kadar ben de çaresizim, patlama sesleri, kaçışan insanlar, kimsesiz kalmış bir kent görüyorum rüyalarımda. Evet senin çok sevdiğin İstanbul’dan bahsediyorum. Küstahlık yapmak istemem, orası eski bir mezarlıktı, satın aldılar önce otopark yaptılar şimdi otel inşa edeceklermiş. Bunun üzerine ne söyleyebilirim ki? Yokluğumuz bile değersiz, küçücük bir toprak parçasını bile bize fazla görüyorlar.

Mübadeleden önce de buradaydın, biliyorsun, ölüye bile tahammüllerinin olmadığını. Kayseri’yi gezdim geçen ay, Endürlük’teydim. Eski bir Rum köyü, bazı insanlar etrafta dolaşan papazlar görüyorlarmış. Ne kadar tuhaf değil mi? Gidenler tam anlamıyla gidemiyor, kalanlar ise tam anlamıyla kalamıyor. Hep aklımızda gitmek var. Bir yerden bir yere olmak zorunda değil bu, evsizlik, yurtsuzluk, barınaksız kalma hissi üzerimize çöktü, her gün düşlerimi tartıyorum kabuslarım ağır geliyor. Bu mektubu aldığında karamsar olduğumu düşüneceksin ama aslında umutluyum. Senin gibi balık tutmaya gidiyorum, balıklara üzülüp, hepsini denizin sonsuzluğuna geri bırakıyorum. Tahminimden daha ağır vicdanım artık, yürürken bile sürekli karınca yuvalarını gözlüyorum. Nasıl bir barınak ihtiyacı içindeler onu düşünüyorum, sığınmak bu kadar önemli bir içgüdü olmalı. Sığınacak yerler daraldı, belki anne şefkati kadar özel bir durum fakat onu bulmak bile bir mucize.

Gözlerimi kapadığımda annemin son halini hatırlıyorum. Buluşucağımızı, kavuşacağımızı söylemişti, yakında olmasını diliyorum. Gözlerimi denizden alamıyorum, şu an burada korkunç bir fırtına var, denizin ortasında da küçücük bir ada. Her şeye rağmen dalgalarla boğuşuyor ve sapasağlam , dalgaların köpüklerini görmeni isterdim beyaz bir buğu oluşturuyorlar. Çok vahşi ama bilirsin vahşi olanı kıymetli bulurum. Hırçındır, söz dinlemez ama bütün çekiciliği de orda değil mi? Sürekli bir hüzün getirmez bu durum, yenilik ve ferahlıkta getirir benim bütün umudum bu. Bunu ayakta tutabilmek için sadece çalışıyorum, üretmekten başka çaremiz yok zira, gelince sana uzun uzun anlatırım. Nasıl olsa bol zamanımız olacak. Karşılaşmak ümidiyle…

Sevgiler

Son mektup

Sevgili Hrant,

Evet, bu sana son mektubum. On yılda geçenleri tek tek anlatmam mümkün değil ama yazılarımın ve anılarımın sonu gelmiyor. Artık daha fazla hatırlamak istemiyorum, gözlerimi ölümden alamıyorum. Mekan ne anlama gelir? Var olunan yer, konum, yurt, ev… Şimdi etrafıma baktığımda, ben de dahil yersiz-yurtsuz çok insan var. Ev neresi olarak tanımlanır? Senin olduğun yer mi? Benim olamadığım yer mi? Sözcüklerin sınırlarını tanıyorum ama insan zihni ile icat edilen her tür sınırın karşısında buluyorum kendimi. Duygularım iğdiş edildi, merakım kırgın.

Bilirsin bir zamanlar sadece merakla kavrulurdum, düşmanlar gözlerini açtı ve beni bekliyorlar sanki. Düşmanlar evde, onların evleri var, kökleri var, varoluş biçimleri sürgün yeri değil. Biz kendimizi kendi toprağımızda bile sürgünde hissettiğimiz içindir belki, bir karışlık toprağı bile bize çok görüyorlar. Haktan, hakkaniyetten bahsetmiyorum bile, bu kelimeler yorgun. Düşüncelerin içi boş ama hisler çok ağır. Denizde olmak gibi, ufuk çizgisinde kaybolmak gibi. Yüzeyde bir çizgi var, sonsuzluğun ibaresi, denizin ortasında sadece bir ada kaldı. Tek başına, üzerine bayrak denilen kumaş parçası asmışlar. Bilinmez mi ki denizin milliyeti yoktur, cinsiyeti de. İşte ben o kalan son adadayım, denizin belleğinde, seni gibi…

Ama artık hatırlamak istemiyorum…

Sevgiler

Daha fazla yazı yok
2024-04-27 01:12:41