A password will be e-mailed to you.

Ali Kazma’nın “Zamancı/ Timemaker” isimli sergisi Emre Baykal küratörlüğünde ARTER’de açıldı. Sanatçının 2005’ten bu yana ürettiği işler arasından seçilmiş 22 video, 5 Nisan 2015 tarihine kadar izlenebilecek.

Bu sergi hakkında kritik yazmak, daha doğrusu güncel sanat alanında ahkam kesmek bana düşmez, ilgi alanım değil. Kazma’nın sergisini – dolayısı ile işlerini – aslında tasarımcıların ilgisini çekmek amacı ile bu yazıma konu etmek istedim. İlk izlediğim “Saat Ustası” (2006)  isimli videosundan bu yana, takip ettiğim az sayıdaki sanatçı arasında bulunan Kazma’yı bir tasarımcı gözüyle beğeniyor ve izliyorum.


Sanatçının bu video dizisinde biz tasarımcılar gibi üretim ile her an içli dışlı olan kişilerin ilgisini cezbeden çok yan var. Sanatçının, “Engellemeler/ Resistance” ismini verdiği bu dizi her ne kadar kendisi ve serginin küratörü tarafından daha çok  yaşam, zaman ve her ikisi arasındaki dengeyi kurmaya (belki de böylece  varolmaya) çalışan insan ekseninde açıklansa da, bir tasarımcı açısından işlerin ortaya koyduğu üretim, üretimhane, el işi, zanaat, endüstri gibi boyutlar daha çok öne çıkıyor. Kazma bunların tümünü, bir sanatçı hassasiyeti ile öyle estetik ve sabırla belgeliyor ki gıpta ediyorsunuz. Kendi varolma mücadeleniz içerisinde her gün, her an, belki de aynı insanlarla tanışmış, karşılaşmış, aynı zamanları o mekanlarda geçirmiş, aynı süreçlerin içinde defaten bulunmuş, her bir tekniği, her bir makine işleyişini belki de beyninize kazımış olabilirsiniz; ama işte Ali Kazma,  başkalarının sıradan olarak niteleyebileceği  bu unsurların tümüne sanatçı bakış açısı katıyor; sizi bu işlerin, insan ile emek, emek ile zaman arasındaki uçsuz bucaksız ilişkinin derinlerine çekip götürüyor. Günlük işlerin telaşı ve koşuşturmacası içinde, bir sanatçı lüksüne sahip olamamak, o anların o süreçlerin keyfini çıkaramamak..  Bir de bunları düşündüm izlerken.


Sergilenen videoların tümünü başından ayrılmadan izledim. Aslında ilk kez tümünü bir arada, ve yeni eserlerle bir arada görebildiğim için mutlu oldum ve bunca vakit ayırabildim diyelim. Hazmederek izlediğim tüm işlerde, çekimlerin estetiğine kapılıp gittim. Göz cerrahisi, saat tamircisi, cam üretimi, sahne arkası, kot imalathanesi.. gibi sıralanabilecek pek çok görüntü içerisinde belgelenenler öylesine gerçek hayattan ve öylesine insana dair ki izleyiciyle doğrudan bir bağ kuruluyor doğal olarak. Kendinizi akışa bıraktığınızda, kot ütüleyen bayanın kınalı parmaklarına, böylesine seri bir iş yaparken ne çok takı takabildiğine hayran kalıyorsunuz kadın halinizle. Aradan belli belirsiz Calvin Klein markası görünüyor görüntülerde bir an… Şişirilen her iki paçanın, kalça kesimine itina ile zımpara yapıyor bir mavi yakalı, tek tek elleri ile.. yıpranmışlık hissini verebilmek için (ki bu sahneyi Venedik bienali zamanında da izlemiş olduğum halde defalarca daha izleyebileceğimi hissettim, hissettirdiklerinin gücünü kaybetmeden). Pek çok insanın bedenleri ile, elleri ile, sabırla, tekraren yaptığı işler ”ve herşey sonuçta kıçımıza geçirdiğimiz iki parça denim örtü için.. öyle mi?“ dedirtiyor bu iş aslında insana.


Belki bunca sevmem bu işleri hep anılarıma, hayatıma dokunduğundandır (ama istisna olduğumu sanmıyorum, çünkü öyle gündelik hayat manzaraları ki bunlar, pek çoğunuza da dokunuyordur). Ben küçükken annemin Singer marka dikiş makinesinin tepesindeki çubuğa taktığı makaradan çıkan ipliği izlemeyi severdim. Onun ta en alttaki gizli bir bölmedeki mekiğe kadar giderken geçtiği çeşitli delikler, kanallar arasında uzun bir yolculuğu vardı ve makine çalışınca bir titreşim olurdu. Kazma da tekstil endüstrisini belgelerken, ipliklerin dansına yer vermiş örneğin. Elbet bu kez endüstriyel ortamda titreşen pek çok iplik, görüntüde bir sanatçı duyarlılığıyla sanat eseri olmuş. 


Ya da başka bir anı: Bizleri pek meşhur kırmızı beyaz çizgili, mavi okul otobüslerine doldurup bir kaç farklı fabrikaya götürmüşlerdi üniversitede. O fabrikalar arasında beni en çok etkileyenlerden biriydi Ereğli Demir Çelik Fabrikası. Kazma’nın erimiş metal çekimleri başka bir yerden olmalı ama aynı büyülü görüntüleri görmek harika ve ortak heyecanı hissetmemek mümkün değil. Makinesel bir doku var görüntülerin pek çoğunda. Bu doku üretimdeki tekrarı, ritmi, çokluğu vurgulamak üzere çıkıyor karşımıza. Sadece sanayi üretimi yok “Zamancı" sergisinde.. Bir zanaatkarın sabırla, elini titretmeden, ağır ağır salladığı fırça darbeleri de var. Cam üfleyicisinin teri, dansı, müthiş nefesi de. Defalarca izlediğim bu üretim sürecine Kazma’nın güzü ile bakmak bana ayrı bir keyif verdi. Pipoyu yuvarlarken, tek parmağını havaya kaldıran cam sanatçısının bu hareketini yakalaması yüzümde bir tebessüm oluşturdu ve bana bir kaç yıl önce kaybettiğimiz Cam Ocağı Vakfı’ndaki sevgili ustamızı anımsattı. Ali Kazma’nın Fransa’daki kristal fabrikasındaki üretim süreçlerini görüntüleyen “kristal“ isimli işi de ilk kez sergileniyor bu arada burada.


Zaman, insan, zaman içinde varolmaya çabalayan insan… Sadece üretim ile değil, mekan duygusuyla da irdeleniyor bu kavramlar işlerde. Galatasaray Lisesi’nin  koridorlarındaki yalnızlığı,  sıralarındaki intizamı veya sosyal mekanlarındaki yaklaşımı, başka bir mekanda, bu kez bir hapishanede  neredeyse aynı duygularla izlemeye ne demeli? Farklı zamanlarda. farklı algılarla fark edilmeyecek bunca güçlü bir vurguyu bir sanatçı duyarlılığından başka ne serebilir gözler önüne? Engellemeler 16’da zamana karşı direnç var. Sanatçı tarafından görüntülenen ev içindeki objeler ve eşyalar tarihe, geçmişe öyle sıkı sıkıya bağlı geldi ki bana, geleceğe direniyor sanki.


Her bir işin izleyici olarak üstümdeki etkisini burada yazmak gereksiz. Ne var ki tavsiyem tüm tasarımcıların da bu sergiye ilgi göstermesi, gidip bu videoları tek tek izlemesi. Telaş içinde kaçırdığımız o anları bir sanatçı gözünden deneyimlemesi. İnsan, yapan ve üreten insan hakkında farklı düşünmeye aracı oluyor bu işler. Oradan yaptığımız işleri sorgular hale de gelebilirsiniz. Benim her defasında geldiğim nokta bu.


Bir sanatçı olsaydım sanırım Ali Kazma olurdum! Sanatçının işlerini izlediğimde bir yandan hayatımda çok önemli bulduğum iki kitabı da anımsıyorum. Bence büyük parallellikler taşıyor. Sanki bu iki kitapta okuduğum ve çok önem verdiğim pek çok cümleyi buluyor gibiyim bu işlerin satır aralarında. Yazımı sabredip de sonuna kadar okuyan sevgili okuruma bu iki kitabı da- eğer okumadılarsa- tavsiye edeyim başucu kitabı niletiğinde. Biri Walter Benjamin’in kültü: The Work of Art in the Age of Mechanical Reproduction,” diğeri ise Matthew Crawford’un İngliizce baskısındaki yeni ismiyle “The Case for Working with Your Hands.”


Daha fazla yazı yok
2024-05-07 21:02:46